(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Bülent Mumay" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Bülent Mumay" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Bülent Mumay

Eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında fark mı?
11 Eylül 2014

10 Ağustos seçimlerinin ardından AKP-Erdoğan hattından yüksek perdeden Yeni Türkiye söylemi seslendirilmeye başlandı.

Yeni algı yönetimi stratejisine göre Erdoğan'ın halkın oyuyla seçildiği 10 Ağustos'tan önceki döneme "Eski Türkiye"; Erdoğan'ın Köşk'e çıkıp ama Köşk'e çıkmadığı sürece ise "Yeni Türkiye" adı veriliyor.

Hatta Erdoğan kendisinden önceki cumhurbaşkanlarını üstü kapalı olarak eleştirerek Atatürk'e "Sizden sonra bozuldu buralar" mesajı verdi Anıtkabir ziyaretinde..

* * *

Tam Eski Türkiye'nin geride kaldığına kanaat getirecektik ki, aşağıdaki gibi bir haber geldi.

"Kupon araziler"le dolu Ataşehir'deki Finans Merkezi projesi, bir gecede CHP'li Ataşehir Belediyesi sınırlarından AKP'li Ümraniye Belediyesi'ne geçirildi.

Tesadüf bu ya, bu projenin de yüklenicisi Ağaoğlu. Hani bugün Cumhuriyet'in manşetinde yer alan habere göre Bakırköy'deki projesinin yüksekliğinin artırılmasını, bizzat dönemin başbakanı Erdoğan'ın sağladığını söyleyen Ağaoğlu.

Yeni Türkiye'de dün bunlar yaşanırken, balık tüketmeye devam eden nesiller hafızalarını azıcık eşelediklerinde şöyle bir hikayeyi anımsadı:

Eski Türkiye'de, yani Erdoğan'ın halkın oyuyla cumhurbaşkanı seçilmediği yıllardan biri olan 1998'de, dönemin iktidar partisi ANAP, SHP'li Beşiktaş Belediyesi'nin ruhsat vermediği Gökkafes'i bir gecede ANAP'lı Şişli Belediyesi'ne bağlamıştı.

Duruma tepki gösteren ama binanın yapılmasına da yıkılmasına da gücü yetmeyen isim, dönemin Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı. İnşaata engel olamayınca Gökkafes’e asla gitmedi. Başbakan olduğunda bile...

Ne diyorduk, haa balık. 1 Eylül'de av yasağı bitti. Palamut bu ara bol, sarıkanat da tezgahlara düştü.. Tüketin, tükettirin.

Yazının devamı...
Kapı gibi yatırım!
1 Ağustos 2014

“Jet” hızıyla batırdığı işlerin sonuncusu “Müslümanların da bir adası var” diye pazarladığı Maldivler projesi oldu. Başbakan Erdoğan’ın “Yerli otomobil üretecek babayiğit arıyorum” çıkışından 10 yıl kadar önce Jet Fadıl öyle bir “İmza” attı ki… Avrupalı Türklerin parasıyla otomobil fabrikası hayali, ahırlara kapı oldu.

MALDİVLER’de “İslami usullere uygun” tatil projesinin patlamasıyla yeniden gündeme gelen Fadıl Akgündüz’ü Türkiye çok daha büyük bir iddiasıyla tanıdı: Yerli otomobil! Ülkede iyasi bir dönüşümün yaşandığı 2000’li yılların başında yaşanan bu hikâye son olacağa da benzemiyor…
3 Kasım 2002. AKP’nin 12 yıllık iktidarını başlatan, Türk siyaset tarihinin en önemli tarihlerinden biri. Bu seçimler ülkedeki birçok dengeyi alt üst etti. Hürriyet’in 4 Kasım manşetindeki gibi “Sosyal patlama sandıkta oldu.”
12 Eylül sonrası ülkenin ilk sivil iktidarını yıllarca yöneten ANAP da, yılların “umudu” Ecevit’in partisi DSP de, Demirel’in kurup Çiller’e emanet ettiği kıratı DYP de baraj suları altında kaldı… Sandık patlamıştı bir kere.



x x x

Bu seçimlerde Meclis’in çok büyük çoğunluğu yeni isimlerden oluşmuştu. Kuşkusuz bunlardan en ilginci, Siirt Bağımsız Milletvekili Fadıl Akgündüz’dü. Peş peşe patlayan girişimleri, Avrupalı Türklerden yatırım vaadiyle topladığı paralarla adından söz ettiren Akgündüz, kurduğu şirketin ön adını lakap edinmişti: Jet Fadıl.
Tutamadığı vaatleri, batırdığı projeleri, topladığı paraları iç etmesiyle ünlü Akgündüz; oyları alıp dokunulmazlık zırhına kavuşabilmek için ceylan derili koltuğa oturmayı kafasına koymuştu.

x x x

Denizi getirmek artık vaat olmaktan çıkmıştı siyaset tarihinde. Daha yaratıcı vaatler, daha iyi göz boyayacak sözlere ihtiyaç vardı. “Jet” hızıyla ortaya bir vaat attı Fadıl Akgündüz: “Siirt’te otomobil fabrikası kuracağım…”
Daha Erdoğan’ın “yerli otomobil üretecek bir babayiğit” arayışına girmesine 10 yıl vardı. Hatta Erdoğan, o sırada siyasi yasağından dolayı başbakan bile olamamıştı.
Ama yine de Akgündüz, Siirt'teki bir başka hayal kırıklığı olan havaalanının yakınında, şaşaalı bir törenle ‘Jetpa Motors' otomobil fabrikasının temelini attı.




x x x

Siirt’te otomobil fabrikası kurmak… Ülkenin büyük pazarlarına, ihracat limanlarına yüzlerce kilometre uzak bir kentte böyle bir yatırımdan söz etmek, hayalden öte bir şeydi. Yıllarca siyasetin yerine getirmediği vaatlerle yaşayan kentin, yine tutulmayacak ama bu kez büyük bir vaade ihtiyacı vardı.
Her büyük hayali inandırıcı kılmak için, önce zemini oluşturmak gerekiyordu. Onlarca televizyon kanalından canlı yayın saati satın alındı. Tanju Çolak’lı Sergen Yalçın’lı basın toplantılarında, İngiltere’de tasarlanan “İmza” adında konsept bir otomobil bile sergilendi. 3 Kasım yaklaşıyordu. Siirtlilerin hayallerini süsleyen şey o sıra Jetpa Motors’du. Zenginleşmek, gençlerinin iş sahibi olmasıydı. Bu fabrikayı kurmanın imkânsızlığını yazan, “Fabrika açılırsa anıracağım” diyen gazetecileri eşekli protesto eylemleri yapılıyordu kentte.




x x x

Ve sandık 3 Kasım’da Siirt’te başka türlü patladı: DEHAP 26 bin, AKP 14 bin, Fadıl Akgündüz 11 bin, ANAP 8 bin oy aldı. DEHAP ve ANAP baraja takılınca, AKP ve CHP birer milletvekili çıkarmış, Jet Fadıl da bağımsız milletvekili seçilmişti. Siirt’i bir sevinç dalgası kapladı. Sanki kent bir Bursa, bir Detroit olacaktı. Seçimden birkaç ay önce kentin 10 kilometre dışında bir tabela ve bir kulübeden oluşan “fabrika” alanında zafer turları atılıyordu.
“Sonra birden, aniden…” Siirt’teki seçimlerin iptal edilmesi gerekti. Dönemin Başbakanı Abdullah Gül ile dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Tayyip Erdoğan’ın seçilme engelini kaldırma konusunda anlaşmışlardı. Sıra, Erdoğan’ı “şiirden dolayı mahkum edildiği” kentten vekil seçtirmeye gelmişti.

x x x

Akgündüz lacilerini çekip Meclis’e daha yeni gitmiş, kaydını tamamlayıp rozetini takmıştı. Sadece yemin töreninde de olsa Genel Kurul salonunda ceylan derisiyle tanışmış, mebus havasına girmişti.
Ve 2 Aralık... Seçimin üzerinden tam bir ay bile geçmeden… YSK, Siirt’in ücra bir köyünde seçim boykotu yapıldığı gerekçesiyle kentteki seçimleri iptal etti. Türkiye’de ve Avrupa’da binlerce mağdur yaratan Jet Fadıl, bu kez kendi “mağdur” olmuştu. Vekillik de dokunulmaz olma hayali de suya düşmüştü. Akgündüz’ün diğer sattığı hayaller gibi, artık bu hayali satmanın âlemi kalmamıştı.



x x x

2004 yerel seçimlerinden önce gazetem beni, bölgeden kulis yazmak üzere doğduğum kent olan Siirt’e gönderdi. Açıkçası ben talip olmuştum. Kentteki gelişmelere bizzat tanık olmak istemiştim. Belediye başkan adaylarıyla, vatandaşlarla sohbet ettikten sonra DHA muhabiri Turan Koyuncu’ya, “E hadi beni otomobil fabrikasına götürsene” diye rica ettim. Arabaya atlayıp birlikte kentin batısına doğru yol aldık. “Jetpa Motors” tesislerine gelmeden önce “Siirt Havalimanı” tabelasını görünce durmak istedim. Merak ettim çünkü uçakla gidemediğim Siirt’e Diyarbakır üzerinden gelmiştim… Hiçbir şirketin o dönem sefer yapmadığı, ama her an uçak inecekmiş gibi alanda görev başında bekleyen çalışanlarla kısa bir sohbetten sonra gülümseyerek ayrıldım.



x x x

Ve ilk Jetpa Motors tabelasıyla karşılaşma anı. Hafiften bir heyecan duymadım desem yalan olur. Doğduğum kentte bir otomobil fabrikasının kuruluşuna tanıklık etmek, açıkçası inceden bir gurur veriyordu. Uzaktan bir çit görüntüsü ve kırmızı bir tabela... Yaklaştıkça tabeladaki kararma dikkatimi çekti. Güneşin ışık oyunlarından biri olmalıydı… Yakınlaştıkça, “Hafifçe bir paslanmadır canım..” diyerek araziden içeri girdik. Kapıda kimsenin olmaması, bir güvenlik görevlisinin hoşgeldiniz dememesi açıkçası içimi burktu. Ama olsundu, tesislere gelmiştik. Ve “ofis” yazan oklu tabelayı takip edip içeri girdik. Siirt seçmeninin yaklaşık bir yıl önce yaşadığı şoku, bir buçuk yıl gecikmeli olarak yaşadım. Ne fabrika inşaatı vardı ortada, ne de birilerinin çalıştığı bir ofis. Kapısı penceresi uçmuş, “cabrio” bir ofis vardı. İçeride yağmur bile yağıyordu.



x x x

“Jet Fadıl”, Formula 1 tabiriyle, duble yapmıştı bu kez. Avrupalı Türklerin paralarını, Siirtli seçmenin hayallerini çalmıştı. Önce havaalanı, ardından otomobil fabrikası şoku. Bir günde bu kadarı fazlaydı… Hayalet fabrika ile uçaksız havalimanından kente geri dönerken, kırmızısı bol ama rengi yine siyaha çalmış bir tabelaya daha çarptı gözüm… Sıvasız bir evin yanındaki ahırın kapısıda..
Önüne durunca okudum: “JM (Jetpa Motors) Otomobil fabrıkası inşaat alanı…” Siirtlilerin seçim umudu ahıra kapı olmuştu.

Yazının devamı...
Sonra bir gün bu topraklara ileri demokrasi geldi
26 Temmuz 2014

Bugün 24 Temmuz, Basın Bayramı.

Sansürü resmen kaldıran İkinci Meşrutiyet'in ilan edildiği tarih, 24 Temmuz 1908..

O günden bu yana sansürün bittiğini varsayarak bayram eda ediyoruz uzun süredir.

1908'den bugünlere nice ara dönemler, olağanüstü rejimler yaşandı bu topraklarda.

Ne sansür tamamen kalktı ne de adına yaraşır şekilde kutlandı bu bayram...

Kesintili, sıkıntılı da olsa sistemin adı demokrasiydi.

Sonra bir gün bu topraklara ileri demokrasi geldi.

Her şeyin ilerisi makbuldü. İleri matematik olur da ileri demokrasi olmaz mıydı...

Olurdu olmasına ama gazetecilik pek ileri gidemiyordu bu topraklarda...

24 Temmuz'da kutlanacak pek bir şey kalmıyordu.

17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını yazmak yasak mesela... Kendi yurttaşlarımızı öldürdüğümüz Uludere katliamını da.

Reyhanlı'da onlarca insanımızın can verdiği patlamayı, Musul'da komple bir başkonsolosluğun nasıl rehin alındığını, pardon alıkonulduğunu da yazmak yasak..

"İnsani yardım" taşıyan MİT TIR'larını, faturası çıkan (!) böcekleri yazarsanız, bayramınızı önce savcılar kutlar...

Cümleten iyi bayramlar!

Yazının devamı...
Eller günahkâr, cepler günahkâr!
19 Temmuz 2014

Astronomik transfer ücretiyle transfer olduğu kanalda Ramazan programları yapan Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu, dini soruların yanı sıra sosyal yaşamı da yakından ilgilendiren sorular alıyor.

“Ben sevdiğime kavuşmak için, sevdiğim de başkasına kavuşmak için dua ediyor. Hangimizin duası kabul olur?” gibi ilginç sorulara sahne olan programın şöhretli sunucusu, dün akşamki iftarda sosyal medya konusunda da fetva vermiş.

“Cinayet, zina, gıybet, yetim mali yemek” gibi büyük günahları sıraladıktan sonra konuyu sosyal medyaya getirmiş.

Hatipoğlu’na göre sosyal medyada konuşmak, büyük günahların arasında saydığı “gıybet”e giriyor. Yani, dedikodu ve çekiştirme.

Tweet attıkları için evleri basılıp gözaltına alınanlara tanık olmuştuk.

Seçim meydanlarında hedef gösterilip ülkeden ayrılmak zorunda kalanlar da olmuştu.

Ama artık sadece kamu otoritesi değil, dini otorite de sosyal medyayı büyük günahlar statüsüne soktu.

Allah sonumuzu hayretsin.

Dinimiz, amin!

Yazının devamı...
“Stratejik serinlik” zamanı
16 Temmuz 2014

Davutoğlu’nun 19 Ağustos 2012 tarihli bu açıklaması, ertesi gün İsmet Berkan imzasıyla Hürriyet’e şu başlıkla manşet olmuştu: “Kritik eşik 100 bin kişi”

Bakan’ın bu sözlerinin üzerinden yaklaşık iki yıl geçti.

Suriye’de son birkaç yılda yaşanan karışıklıklar nedeniyle sınırlarımızdan içeriye yaklaşık 2 milyona yakın Suriyeli akın etti.

Resmi rakamlara göre bu insanların sadece dörtte biri, onlar için hazırlanan sınır bölgelerindeki kamplarda yaşıyor.

Büyük bölümü ise başta İstanbul olmak üzere metropollere gitti.

* * *

Biraz varlıklı olanları iş kurdu; yeni bir ülkede tutunmaya çalışıyor. Yoksul göçmenler ise büyük kentlerin alt geçitlerinde derme çatma kartondan bozma çadırlarda yaşıyor.

İstanbul’da neredeyse trafik sıkışıklığı yaşanan tüm kavşaklarda, arabaların camlarını tıklayıp Arapça dilenen çocuklar görüyoruz her gün.

Savaştan kaçanlara kapı açmak, insanlık göreviydi kuşkusuz…

Ama bu denli büyük göç dalgasının, planlama ya da denetim olmaksızın ülkenin dört bir yanına yayılması çok tatsız sonuçlara yol açabilir.

* * *

Göçmenler için hiçbir sosyal program yok, entegrasyonları için de belirlenmiş hiçbir politikaya tanık olmuyoruz. Bu büyüklükteki bir kitlenin, kendiliğinden yaşama adapte olmalarını, toplum ile kaynaşmalarını beklemek oldukça iyi niyetli bir yaklaşım.

Bu endişeyi haklı çıkaran bir gelişme dün Kahramanmaraş’ta yaşandı. Sosyal medyada örgütlenen yaklaşık bin kişilik grup, “Suriyelilerin suç işlediği” gerekçesiyle yürüyüş yaptı. (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26800668.asp)

Bir protesto eylemi olarak başlayan yürüyüş, sonuçları tehlikeli olabilecek görüntülere sahne oldu. İçinde Suriyeli göçmenleri taşıyan Şam plakalı araçlara taşlarla saldırıldı, Arapça iş yeri tabelaları söküldü. Polisin müdahale ettiği bu eylem, çok daha kötü görüntülere yol açmadan sona erdi.

(Video için tıklayın: http://webtv.hurriyet.com.tr/2/66162/0/kahramanmaras-ta-suriyelileri-istemiyoruz-mitinginden-olaylar-cikti) (Fotoğraflar için tıklayın: http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/84881/2/1/kahramanmarasta-suriyelileri-istemiyoruz-mitinginde-olay-cikti)

* * *

Kahramanmaraş’ta dün yaşananlar kuşkusuz çok tehlikeli. Ama Türkiye’nin birçok yerinden, özellikle Gaziantep, Hatay gibi sınıra yakın kentlerinde bu konuda gerginlikler yaşandığı haberleri geliyor. Özellikle ekonomik daralma dönemlerinde göçmenlere yönelik misafirperverlikte de ne yazık ki ciddi düşüş görülür. İki Almanya’nın birleşmesi sonrası ya da Avrupa’daki ekonomik durgunluk sonrasında yaşanan aşırı sağ-ırkçı hareketler tesadüf değildi.

* * *

Ünlü “Stratejik derinlik” kitabının yazarı olan dışişleri bakanımızın “100 binden sonrasını barındıramayız” öngörüsü haklı çıkmamış olabilir. Ama şimdi bize düşen, “stratejik serinlik”tir. Hem devletin ve sivil toplumun göç konusunda sosyal politikaları devreye sokması, hem de yurttaşların öfkelerini kontrol etmelerinin zamanıdır.

Yazının devamı...
Başkanlığın fıtratında varsa demek...
14 Temmuz 2014

Acil servis ambulansının şoförü mü kendisi? Karaborsa biletçileri kovalayan polis hiç değil...

Yoksa transfer borsasından kaçan bir fırsatı mı kovalıyor?

Yangını söndürmeye giden arazöz de değil kullandığı…

Bildiğiniz makam aracı, tepesinde de sadece yasalarla belirlenen kimselerin kullanabildiği bir lamba…

Halkın takımının patronunu, halktan daha önemli ve öncelikli kılan neyse…

Orman, önceki akşam Bebek’te bu tepe lambalı aracıyla görüldü…

(http://kelebekgaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/84803/2368/1/26786075/firkret-orman-tepe-lambali-baskan)

Dün de Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylık vizyonunu anlattığı toplantısındaydı…

Bakalım son katıldığı bu toplantıdan sonra kimse ceza kesmeye cesaret edebilecek mi kendisine...

DİPNOT: Beşiktaş Kulübü Başkanı, bu noktada çok da yalnız değil. Nice işadamı, siyasetçi, bürokrat; yurttaşların çektiği trafik çilesine katlanmamak için türlü yollar deniyor. Geçtiğimiz günlerde Yalçın Bayer de yazmıştı, (http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/75/Yalcin-Bayer/33861/Topbas-da-bunu-yaparsa) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın konvoyunun da emniyet şeridini kullandığını düşününce… Öncelikli ve ayrıcalıklı davranmak başkanlığın fıtratında var diyor insan…

Yazının devamı...
Son demeç bi harika dostum!
14 Haziran 2014

“Bu olayın (Gezi) arkasında CHP zihniyeti ve aşırı uçlar var.”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 3 Haziran 2013.

x x x

“Gezi Parkı olaylarının arkasında Houston ve 200 bin kişilik 'Zello' örgütü var.”

Yeni Şafak Gazetesi, 6 Haziran 2013.

x x x

“Olayların arkasında faiz lobisi var.”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 7 Haziran 2013.

x x x

“Taksim Gezi Parkı olaylarının arkasında Kadife ve Turuncu devrimlerinin arkasındaki isim olan George Soros var.”

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, 14 Haziran 2013.

x x x

“Gezi olaylarının arkasında bazı illegal örgütler var”

Başbakan Recep Tayyyip Erdoğan, 14 Haziran 2013.

x x x

“Gezi Parkı eylemlerinin arkasında OTPOR var”

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 16 Haziran 2013.

x x x

"Gezi Parkı eylemleri ile başlayan olayların arkasında iki ülke var: Almanya ve İngiltere."

Başbakan Başdanışmanı Yiğit Bulut, 18 Haziran 2013.

x x x

“Gezi’nin arkasında Yahudi lobisi var”

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, 2 Temmuz 2013.

x x x

Gezi’nin üzerinden bir yıl geçti, yıldönümünde devletimiz 39 bin polis ve 50 TOMA ile parkı savundu…

Artık Gezi olaylarının “arkasında" kimlerin olduğuna ilişkin rüzgâr dindi diye düşünürken…

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgüt Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nu bastı. 49 kişiyi rehin aldı.

AKP’nin “gazeteci” kökenli milletvekili Şamil Tayyar, dün gece konuyla ilgili verdiği son demeçle noktayı koydu:

“IŞİD’in arkasındaki güç ile Gezi’nin arkasındaki güç aynı.”

Harcın bittiği, yapının paydos olduğu andır.

Hakan Vreskala’nın “Dağılın lan…” şarkısı http://www.youtube.com/watch?v=d8VWQSR8vwU eşliğinde dağılma zamanıdır!

Yazının devamı...
Son demeç bi harika dostum!
12 Haziran 2014

x x x


“Bu olayın (Gezi) arkasında CHP zihniyeti ve aşırı uçlar var.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 3 Haziran 2013.

x x x

“Gezi Parkı olaylarının arkasında Houston ve 200 bin kişilik 'Zello' örgütü var.”
Yeni Şafak Gazetesi, 6 Haziran 2013.

x x x

“Olayların arkasında faiz lobisi var.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 7 Haziran 2013.

x x x

“Taksim Gezi Parkı olaylarının arkasında Kadife ve Turuncu devrimlerinin arkasındaki isim olan George Soros var.”
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, 14 Haziran 2013.

x x x

“Gezi olaylarının arkasında bazı illegal örgütler var”
Başbakan Recep Tayyyip Erdoğan, 14 Haziran 2013.

x x x

“Gezi Parkı eylemlerinin arkasında OTPOR var”
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 16 Haziran 2013.

x x x

"Gezi Parkı eylemleri ile başlayan olayların arkasında iki ülke var: Almanya ve İngiltere."

Başbakan Başdanışmanı Yiğit Bulut, 18 Haziran 2013.

x x x

“Gezi’nin arkasında Yahudi lobisi var”
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, 2 Temmuz 2013.

x x x

Gezi’nin üzerinden bir yıl geçti, yıldönümünde devletimiz 39 bin polis ve 50 TOMA ile parkı savundu…
Artık Gezi olaylarının “arkasında" kimlerin olduğuna ilişkin rüzgâr dindi diye düşünürken…
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgüt Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’nu bastı. 49 kişiyi rehin aldı.
AKP’nin “gazeteci” kökenli milletvekili Şamil Tayyar, dün gece konuyla ilgili verdiği son demeçle noktayı koydu:
“IŞİD’in arkasındaki güç ile Gezi’nin arkasındaki güç aynı.”
Harcın bittiği, yapının paydos olduğu andır.
Hakan Vreskala’nın “Dağılın lan…” şarkısı http://www.youtube.com/watch?v=d8VWQSR8vwU eşliğinde dağılma zamanıdır!


Yazının devamı...