(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Ayçe Dikmen" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Ayçe Dikmen" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Ayçe Dikmen
Batı bizim varlığımıza bizden çok sahip çıkıyor
18 Aralık 2016

İşte bu noktadan yola çıkan Nis Productions/IQ firmasının ortakları yapımcı Filiz Emre ve yönetmen Çağatay Karaçizmeli Urla’yı anlatan bir belgesel çekme fikri ile işe başlamışlar. “İmbatın derin toprakları, Urla” projesi kapsamında oldukça yol kateden Emre ve Karaçizmeli, gerekli destek sağlandıkça ortaya tüm dünyaya hitap edecek müthiş işler çıkabileceğini anlatıyor.

- Urla ile ilgili bir belgesel çekme fikri nasıl ortaya çıktı?
- Uzun zamandır Anadolu, Trakya, Balkanlar üzerinde yoğuruluyorduk. Bir çok farklı zamanda okumalar, incelemeler, araştırmalar gerçekleştirdik. Bizim coğrafyamızda sayısız değerli bölge var Belli metotlarla dağınık düşüncelerimizi bazı bölgelerimizde yoğunlaştırdık. Bunlardan önem verdiğimiz dört tarih ve coğrafya diğerlerinden daha öne çıktı. İstanbul, Antakya, Urfa ve Urla... Ancak bunlardan iki tanesi ayrı bir öneme sahip. Urfa, Mezopotamya kültürünü, Urla ise batı kültürünü doğuran yerler... Biz; “martının gözüyle İstanbul” olarak bilinen imaj filmimizle anlatmak istediğimiz yapıyı ilgili insanlara ve dünyaya ispat etmiştik. Şimdi, proje ortağımız Yeşim Mançe’nin Urla’da zeytin ve üzüm kültürleri üzerine yaptığı incelemeler, belgeler bizi Urla projesine yönlendirdi. Ayrıca biz de İzmir’i ve çevresini yaşamış insanlardık.
Urla, eski adıyla Klazomenai, diğer İyon kentlerinin; Kolophon, Miletos, Myus, Priene, Ephesos, Lebedos, Teos, Erythrai, Phokala, Samos, Chios’un başkenti... Adı geçen bu İyon kentleri aynı zamanda Dodekapolis Birliği’ni oluştururlar. Urla (Klazomenai) bilinen tarihin ilk liman kentlerinden... İyon, Persçe Yunan demek... Bu bölgede müthiş bir uygarlık yeşertmişler ve bugün Batı uygarlığı dediğimiz bir kültürün başlangıcını yaratmışlardır. Ayrıca bizim araştırmalarımızda; tarih boyunca ve bugün de bölgedeki kültürel zenginliği yaratan etkenin bir meltem olduğunu farkettik. Evet dünyada bir çok yerde meltem mevcut. Ancak hiçbiri denizden karaya esmiyor. Tek esen meltem burada ve buna “imbat” deniyor. Çağlar boyunca bölgede kültürü besleyen asıl gıda bu meltem (imbat). Biz de bu kültürel zenginliği var eden doğa harikası için filmimizin ismini “İmbatın derin toprakları, Urla” koyduk... İmbatı, bir nevi Atlas Okyanusu’ndaki Gulf Stream olarak düşünebilirsiniz...
- Bu konuda şimdiye kadar neler yapıldı, nasıl bir yol alındı?
- Kent filmleri çekmek zor iştir. Üzerinde meşakkatli çalışma gerektirir. Filmlerde ifade edeceğiniz tarih düz bir doğru olarak değil dikine bilgileri, duyguları aktarabileceğiniz şekilde işlenmelidir. Bu da donanım, deneyim ve aşk gerektirir. Projemizin “fikir annesi” Yeşim Mançe’nin gayretleriyle bu bölgedeki entelijansiya ile yoğun ilişkiler kurduk. Urla Belediye Başkanı, Kaymakamı, bu bölgedeki donanımlı insanlar projemize hem inandılar hem de fiziki desteklerini sağladılar. Projemizdeki önemli katkı ise derin bilgisi ve pratiği ile Prof. Hayat Erkanal’ındır.

 

BATI BİZİM VARLIĞIMIZA BİZDEN ÇOK SAHİP ÇIKIYOR
- Urla belgeselinin yurtdışında gösterimi konusunda neler yapmayı planlıyorsunuz, herhangi bir girişiminiz oldu mu?
- Biz, Nis Productions/IQ olarak, 50’nci yılını kutlayan uluslararası bir film yapımcıları ağının Türkiye üyesiyiz. International Quorum of Motion Picture Producers (IQ) dünyanın sayılı prodüksiyon şirketlerinden kurulmuş dev bir yapı... Bana da yönetim kurulunda bir görev teklif ettiler, kabul ettim. 1 Ocak 2017 itibariyla IQ yönetim kurulunda, kurumsal ve sosyal sorumluluk filmlerinden sorumlu başkan yardımcısı olarak yeni görevime başlayacağım. İmbatın derin toprakları, Urla filmimize geri döneyim. Biz bu filmi zaten dünya için gerçekleştiriyoruz. Şimdiden IQ’nun da katkılarıyla önemli dünya TV kanallarında, BBC, Discovery, National Geographic gibi, ayrıca bir çok önemli festivalde gösterilmesi üzerine ilişkileri yürütüyoruz. Biz; bir Urla (Klazomenai) filmi üretiyoruz deyince maalesef Batı daha çok ilgileniyor projeyle... Ve Batı kendi varlığına sahip çıkıyor. Oysa bizler daha ‘burada ne var ne yok’tayız. Bırakın tarihi...
- Bu belgeselin bölgeye, ülkemize nasıl bir katkısı olabilir?
- “İmbatın derin toprakları, Urla” filmimiz aslında bütün insanlığı ilgilendiriyor. Çünkü Batı Uygarlığı dediğimiz kavram tam da bu bölgede oluşmuş ve bu günlere kadar gelişerek taşınmıştır... Urla’nın, evrensel entelektüel birikime tekrar kazandırılmasını amaçlayan filmimizle, Türkiye ve dünyada varlığımızı perçinleyelim, yaşadığımız coğrafyayı geleceğe, sağlam, tartışmasız imajlarla taşıyalım ve bölgenin samimiyetini, inancını, iddialarını, soluğunu, heyecanını güçlü bir imaj filmiyle dünyaya ulaştıralım, yurtiçi ve yurtdışı pazarlarda, festivallerde, Urla’yı tanıtalım, Urla’ya olan ilgiyi artıralım ve bölgenin nitelikli turizmine katkıda bulunalım istiyoruz.
“İmbat’ın Derin Toprakları, Urla” filmimizde yer alan mekanlar, bilgiler, detaylar dünyadaki birçok entelektüelin ilgisini Urla’ya yöneltecektir.

 

BU BÖLGE GÖBEKLİTEPE’DEN ESKİ...
- Belgesel anlamında ülkemiz gerçekten büyük bir hazine. Bu konuda daha fazla çalışma olmamasını neye bağlıyorsunuz?
- Göbeklitepe’nin varlığı şimdiye kadar bildiğimiz bütün tarih, sosyoloji, matematik, vb bilimleri yeniden yazdırıyor. Yetkin insanlar şaşkınlık içinde... Oysa biz biliyoruz ki bu bölge Göbeklitepe’den daha da eski bir uygarlık. Urla (Klazomenai) çok renklilik, çok dillilik, çok dinlilik demektir. Üzgünüm, bizim insanımız bunun ayırdında bile değil... Aslında hiçbir şeyin farkında olmayan hayatlar tamamlamakla meşgul insanlar güruhu bizim ülkemiz... Çok çok acı ve rahatsız edici bir hal bu... Büyük, uçsuz bucaksız bir coğrafyanın üzerinde soluk alıp veriyoruz hep birlikte... Bu coğrafyayı, bilgiyle yerkürenin merkezine doğru kazmaya başladığınızda bütün insanlığın alt üst olduğu “yeniler”i keşfediyor ve ortaya çıkartıyorsunuz. Ancak bunu bizler değil diğerleri heyecan ve şaşkınlıkla izliyor, takip ediyor ve her uğraşının neredeyse her bir bölümünü doktora çalışması yapıyor. Canım çok sıkkın bu çaresiz cahilliğimize...

 

KADIN PROJELERİ YAPACAĞIZ
- Kadınlarla ilgili ne gibi projeleriniz var? Bu konuda ne gibi uluslararası bağlantılarınız var?
- Kadın; doğuran, besleyen, koruyan... Aynı zamanda; kadın yüzyıllar boyunca; köle olarak satılan, dövülen, tecavüz edilen, kız doğduğu için boğulan, enseste maruz kalan, haz almasın diye sünnet edilen, iş yerinde tacize uğrayan, çocuk yaşta evlendirilen, okumasına izin verilmeyen, oynamasına izin verilmeyen, seks için satılan, sevgilisinden/kocasından ayrılmak isteyince öldürülen... Uzun zamandır yerküremizdeki homo sapiensin, kadın olan tarafını neden ötekileştirdiği üzerinde çalıştık. Bu çalışmalarda öğrendik ki binlerce yıldır kadın eril iktidarın mezalime uğrattığı, yok saydığı, bugün halen neredeyse köle olarak kullandığı bir varlık. Kadının topluma kazandırılması, sağlıklı eğitim alması, kendi seçimlerini yaşaması, farklı iş alanlarında daha fazla kadın gücü yaratılması, kadının toplumda sesini daha fazla duyurması gerekiyor. Önce insan sonra kendi seçimlerini yapan kendi seçimlerini yaşayan kadınların yetiştirilmesi gerekiyor. Buradan yola çıkarak; tüm insanların ve kadının doğumdan gelen eşitlik hakkını bir de biz yorumlamak istiyoruz. Özünde insan tek bir canlı, “bir”, kadını ve erkeği tek, içiçe sarmal... Projemizin ismi “Bir”... 8 aydır üzerinde çalıştığımız bu projemizi de ilk kez burada size açıklıyoruz. İlk filmi, Türkiye’de Türk kadın yönetmenle gerçekleştireceğiz, belgesel konusu Türkiye’de yaşam mücadelesi veren bir mülteci kadın. Çekimler İzmir ya da İstanbul’da yapılacak. İkinci filmi Amerika’da Amerikalı kadın yönetmenle çekeceğiz, belgesel konusu Amerika’da yaşam mücadelesi veren bir mülteci kadın. Üçüncü film İtalya’da, dördüncü Avustralya ve böyle böyle dünyanın farklı ülkelerinden farklı yorumlarla kadınların varlığını duyuracağız. Proje ortağımız Yeşim Mançe, İzmir ve İstanbul’da bu proje kapsamında yapmayı planladığımız serginin hazırlıklarına başladı şimdiden...

 

FİLM SEKTÖRÜ ISTIRAP ÇEKİYOR
- Kaç yıldır film sektöründe çalışıyorsunuz, kendinizi ve yaptığınız işleri biraz anlatabilir misiniz?
- Yaklaşık 30 yıldır, üç boyutlu, iki boyutlu sanatla yoğuruluyoruz. Film de ifade biçimlerimizden birisi.. Sayısız reklam ve kurum filmi, dokü drama ile üretim yaptık. Bir çok ulusal ve uluslararası ödül kazandık. İşimizi severek aşkla yapıyoruz. Şimdiki aşkımız Urla (Klazomenai) ve imbat...
- Teknoloji, video sektöründeki hızlı gelişmelerden sonra sizce belgesel ve film sektörünün geleceği nasıl şekillenecek?
- Elbette teknoloji önemlidir, ancak asıl olan ifade etmek istediğinizi, sanatın ve bilginin kabul görmüş zenginliğinde üretebilmektir. Bir anlamda teknolojinin getirdiği rahatlık ve görece ekonomik avantajlar bir çok yetersiz insan çoğunluğunu da oluşturuyor. Hiçbir bilgi, donanım çeşitliliği ve derinliği olmayan kendilerini geliştirmek istemeyen yeni insan türlerinin ellerinde ıstırap çeken bir film sektörümüz var. Burada sektör dememiz doğru değil tabii... Belki de kaba bir lonca diyebiliriz. Üniversitelerimizdeki ilgili bölümler dahi mantar tabancası gibi... Üzgünüm...

Yazının devamı...
Kamerayı barakıp bıçağı aldı binlerce takipçiye ulaştı
4 Aralık 2016

 

Çeşitli aşamalardan sonra şef olan Aşçıoğlu, Nişantaşı’nda kurduğu Mutfak Atölyesi’nde herkese açık çalışmalar yapmakla kalmamış, prodüksiyon şirketiyle bunları program haline getirerek paylaşmaya başlamış. Kısa sürede binlerce takipçiye ulaşan Özgür Aşçıoğlu, kamerayı bırakıp bıçağı almanın cesaret işi olduğunu, ama hayallerinin peşinden gitmenin muhteşem bir şey olduğunu anlatıyor.

 

YABANCI AJANS VE TELEVİZYONLARDA ÇALIŞTIM
- Şu anda birçok insan sizi ‘Şef’ olarak tanıyor ama sizin bir televizyonculuk geçmişiniz var değil mi?
- İletişimciyim aslında. Ege Üniversitesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü mezunuyum. İzmir’de Yeni TV’de başladım gazeteciliğe. Sonra NTV İzmir’de muhabir ve kameraman olarak çalıştım. Haber aşkı o zaman başladı. Aslında üniversiteye savaş kameramını olmak için girmiştim. Çok uzun yıllar savaş bölgelerinde çalıştım.
- Nerelerde çalıştınız?
- NTV’deyken Kemal Çolakoğlu vasıtasıyla Nuri Çolakoğlu’ndan randevu aldım. CNN Türk’ün genel müdürüydü, bana önce askere gitmemi tavsiye etti. Ama döndüğümde çoktan ayrılmıştı oradan. Ben de Kanal D’de çalışmaya başladım. Sonra nerede savaş, karışıklık varsa Mısır, Endonezya, Ortadoğu hepsine gitmeye başladım. Uğur Cebeci ile birlikte Doğan Haber Ajansı Görüntülü Haberleri kurduk. Ben kurucu ekipteydim. Fox Ana Haber’in de kuruluş ekibinde yer aldım. Zaten 2009’da oradan istifa ettim. Artık kendi başıma çalışmaya karar vermiştim. Associated Press, İran Pres TV, Çin Devlet Televizyonu, CBS News Amerikan TV gibi sadece yabancı ajans ve televizyonlarla çalıştım. Ukrayna’ya gitmiştim, 5 ay kalmıştım. Artık anladım ki, savaş ortamları beni yormuştu. Bu ortamların yarattığı travmaları iyileştirmek için en iyi çözümlerden biri her zaman yemek yapmak oldu benim için.

 

MUTFAK VE TELEVİZYON; İKİ SEVDİĞİM İŞİ BİRLEŞTİRDİM
- Mutfağın hobi ya da rahatlama alanından profesyonel iş haline dönüşmesi nasıl oldu?
- Mutfağa girdiğim, malzemelere dokunduğum anda o kan ve şiddet görüntüleri gidiyordu aklımdan. Zaten mutfakla aram hep iyi olmuştu. 10 yıllık evliyim ki, evliliğim boyunca tüm yemekler benden sorulurdu. Annemden de gördüğüm ve sevdiğim mutfak hep benim egemenlik alanım olmuştu. 2014’te neden bu işin eğitimini alıp, profesyonel yapmıyorum diye sordum kendime ve University of West London, İtalya Floransa’dan ve Okan Üniversitesi’nden profesyonel şef sertifikalarımı aldım. Okan Üniversitesi’nde Gastronomi Yüksek Lisansı yaptım, tezimi yazıyorum.
- Kamerayı bırakıp mutfağa girmişsiniz, ama yine bir prodüksiyon şirketiniz var galiba değil mi?
- Kameradan kopamıyorum, televizyon ve prodüksiyon sanki bir hastalık. O nedenle iki sevdiğim işi birleştirmeye karar verdim. Böylelikle Nişantaşı’nda Mutfak Çekim Stüdyosu ve Mutfak Atölyesi’ni kurdum. Burada hem workshoplarımızı, hem de çekimlerimizi yapıyoruz. Hem televizyonlardaki yemek programlarına hem de internet ve Youtube’daki bununla ilgili mecralara programlar çekiyoruz. Kendi projelerimizi de yapıyoruz. En son futbolcu Ali Gültiken’in kızı Selen ile TRT Okul’a Tatlı Şeyler diye 13 bölümlük bir program çektik. Cem Davran, Erkan Can gibi tiyatrocu konuklar ağırladık o programda. Şimdi çeşitli markaların reklam çekimlerini yapıyoruz. Küçük bir metrekarede büyük işler olmasa da güzel işler yapıyoruz. Zaten büyük işler değil ruhu olan işler yapmak istiyoruz.

 

KAMERAYI BIRAKIP BIÇAĞI ALMAK CESARET İŞİYDİ
- Mutfak atölyesinde nasıl eğitimler veriyorsunuz?
- Atölye çalışmalarımıza herkes katılabiliyor. Günlük oluyor, uzun süreli eğitimler vermiyoruz. Biz insanlara mutfağı sevdirmeye çalışıyoruz, aynı zamanda da keyifli zaman geçirelim, günlük stresten uzaklaşalım istiyoruz. İnsanlar içkilerini alıyor, isteyen yemek yapıyor, isteyen yapmıyor, isteyen önlük takıyor, isteyen takmıyor. Bizde hiç bir konuda zorlama yok. Doğrusunu öğretiyoruz, ama yapmayı şart koşmuyoruz. Mutfak aşkı kişiye kalmış, onu biz zorla veremeyiz. Benim için kamerayı bırakıp bıçağı alma aşaması cesaret istedi açıkçası. Korkutacak çok bileşen var aslında, ama yine de denedim ve şu an mutluyum.
- Sosyal medyada çok takip ediliyorsunuz. Bu nasıl gerçekleşti?
- Aslında birden patladık diyemem. Önceleri sadece yaptığımız yemekleri paylaşıyorduk. Sonra mutfağımızın kurulma aşamalarını paylaşmaya başladık. İnsanlar heyecanlandı ve takipçimiz arttı. Böylelikle her yaptığımızı takipçilerle paylaşmaya başladık. Onlar sayesinde biz de doğruyu bulduk. İnsanlardan gelen talep üzerine mutfak atölyelerimizi şekillendirmeye başladık. Mezeler, yenebilen bitkiler, farklı aromalar bizi cezbediyor. Her yerde bulunabilen çalışmalar yerine değişik şeyler sunmaya çalışıyoruz. Kendi Youtube kanalımız var, bunu televizyonlara taşımayı istiyoruz.

Yazının devamı...
Kendi gerçekliğinizi yaratın
24 Kasım 2016

Psikolog dostum Gülgün Sharafat İzmirlilerin bu yöndeki istek ve başarılarının dikkate değer olduğunu anlatıyor.

Bu yöntemlerden biri olan ve yine İzmirlilerin yoğunlukla katılım gösterdiği Silva Metodu 50. yıl kutlamaları kapsamında, yaşayan bir efsane olan Laura Silva ile ‘Silva Metodu Tezahir Ettirme Semineri’ni Türkiye’de ilk kez düzenleyecek.
Silva Metodunun kurucusu Jose Silva’nın kızı Uluslararası Silva Metodu Başkanı Laura Silva, seminerini vermek için 3-4 Aralık’ta İstanbul’a geliyor.
Yaşamınızı değiştirecek kalıpları yaratmak için eski bilinçaltı programları ve kalıpları temizlemenin yollarını öğreten ve kendi gerçekliğinizin yolunu açarak kendi “Gerçeklik Mimarı” olmanız yolunda önemli bir eğitim olan bu seminere katılmak için 464 43 64’den Pozitif Psikoloji Danışmanlık ve Beyin Aktivite Merkezi’ni arayabilirsiniz.

Yazının devamı...
İzmirli kadınlardan Hollanda’ya köprü
20 Kasım 2016

 

Anlaşma kapsamında Hollandalı ve İzmirli iş kadınları iki ülke arasındaki ticareti geliştirmek için işbirliği yapacak. İZİKAD Yönetim Kurulu Başkanı Huriye Serter bu alandaki Hollanda Büyükelçisi Kees Van Rij’in de katılımıyla gerçekleşen işbirliğinin ülkenin her alandaki dayanışmasına faydalı olacağına inandığını anlatıyor.

KEES VAN RIJ
Hollanda Büyükelçisi


- Köprüden Köprüye nasıl bir proje?
- Çok anlamlı bir proje, çünkü ilk kez Türk ve Hollandalı iş kadınlarını bir araya getiriyor. Bu çok önemli, çünkü kadın girişimci görmek mümkün olmuyor her zaman. İki ülke kadınlarının bu işbirliği ülkelerimiz arasındaki yakınlığa ve ilişkilere de olumlu yansıyacak.
- Neden İzmir’i seçtiniz?
- Bu proje için İzmir’i seçtik çünkü İzmir’in benim ülkemle çok önemli bir tarihsel bağı var. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ticari anlamda İzmirle ülkemiz arasında ticari işbirliği çok yoğundu. O nedenle bugün İzmir ile özellikle de kadınlarla böyle bir işbirliği yapmak bizim için çok anlamlı.

 

HURİYE SERTER
İZİKAD Başkanı


- İZİKAD olarak İzmir ve Hollanda arasındaki iş birliğine zemin hazırlayacak, her türlü çalışmaya katkı sunmaya hazırız. Kadının en güçlü olduğu iller sıralamasında, ülkemizdeki 4’üncü olan İzmir’in, sosyal ve kültürel yapısının gelişmişliğinin yanı sıra, aynı zamanda bir turizm kenti olmasının, aramızdaki bağları daha da güçlendireceğine inanıyorum. Türkiye’ye kıyasla İzmir’deki eğitimli kadın ve kadın istihdam oranının, diğer illerimizden daha yüksek olması, Hollanda ve İzmirli iş kadınları arasında, İzmir’de kurduğumuz bu köprünün temelinin daha sağlam olacağı yönündeki beklentileri artırıyor. İZİKAD ve IWEE Vakfı’nın organizasyonu ile gerçekleşen bu projeyle ülkeler arasında işbirliği ve dayanışmanın artacağına inanıyorum.

 

SEBAHAT YURDUŞEN
IWEE- Uluslararası İş ve Girişimci Kadınlar Derneği Başkanı
- Başkanı olduğunuz IWWE nasıl bir kuruluş?
- Uluslararası İş ve Girişimci Kadınlar Derneği’nin 20 bine yakın destekleyicisi var. Politik anlamda da çok güçlüyüz ve parlamentoda bağlantılarımız var. Kadını her konuda geliştirmek için varız. Çünkü kadınlar sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada çeşitli sıkıntılar yaşıyor. Biz özellikle kariyer yapan kadınların işte ve evde karşılaştığı sorunları azaltmak adına eğitimler veriyoruz.
- İş kadınlarıyla işbirliği için neden İzmir’i seçtiniz?
- Aslında İstanbul’a ya da Ankara’ya gidecektik ama benim 25 yıllık arkadaşım Nazik beni İzmir’e ikna etti. Baktığımızda da İzmir’in çok dinamik, ulaşılabilir ve bize uygun olduğunu gördük. Ayıca kadın girişimciler çok ve çalışkan.
- Nasıl bir iş hacmi bekliyorsunuz?
- Türk ya da Hollandalı girişimci kadınlarımızın bu görüşmelerden mutlaka randevular, hatta iş bağlantılarıyla döneceğini umuyoruz. Zaten İZİKAD çok güzel çalıştı ve harika eşleşmeler oluşturdu. Amacımız tüm bunları iş anlaşmalarına dönüştürmek.

 

OĞUZ ÖZKARDEŞ
Hollanda İzmir Fahri Konsolosu
- İleriye daha güzel ve umutlu bakabilmek adına çok önemli bir proje olduğunu düşünüyorum. Özellikle kadınlarla ilgili olduğundan desteklemek istedim. Zaten Hollanda Fahri Konsolosu olarak bu projede yer alıyorum. Umuyorum iki ülkenin iş kadınları birlikte çok güzel işlere imza atarlar. Tarihe baktığımızda Hollanda ile Türkiye arasındaki 400 yıllık işbirliği var. Bu işbirliği artık İzmir ve kadınları üzerinden de devam edecek.

Yazının devamı...
İkisi de hayata kırmızı bakıyor
13 Kasım 2016

 

Dünyanın her yerinde karışıklık olduğunu anlatan sanatçılar, her şeye rağmen Kırmızı’yı ‘Hayatın Rengi’ olarak tanımlıyorlar. 25 Aralık’a kadar Folkart Sanat Galerisi’nde açık olacak serginin yaratıcıları Adonis ve Habip Aydoğdu ile sohbet ettik.

 

ADONİS
HİSSETTİKLERİMİ DOĞRU YANSITABİLME ENDİŞESİ YAŞARIM



- Daha önce İzmir’e gelmiş miydiniz?
Evet, bir şairler buluşmasına gelmiştim. İzmir’i çok seviyorum çünkü Beyrut’a benzetiyorum. Aynı onun gibi güzel...
- Bu proje teklifi ilk geldiğinde ne düşündünüz?
İlk andan itibaren çok cazip geldi bana, çünkü benim de benzer fikirlerim vardı. Acaba bir şiiri birden fazla kişi ifade edebilir mi ya da aynı şekilde bir resmi birden fazla kişi ifade edebilir mi diye düşünürdüm. Bir başka cazip tarafı ise Habip Aydoğdu’nun eserlerini önceden görmüş ve çok beğenmiş olmam.
- Yine de sizin şiirlerini tam olarak, sizin isteyeceğiniz şekilde yansıtabilmesi konusunda bir korkunuz oldu mu?
Her zaman bu korku vardır, olmasa sanat olmaz. Hatta ben kendi şiirimi yazarken bile acaba içimdekileri, hissettiklerimi tam olarak yansıtabildim mi diye endişelenirim. Bu çok doğal.

 

GÜNÜMÜZDE TÜM DÜNYA KARIŞIK
- Yaşadığımız coğrafya bugünlerde büyük sıkıntılar çekiyor. Bu sizi nasıl etkiliyor?
Çok üzücü tabi.. Ama ben bu çalışmayı sadece bu dönemle bağdaştırmıyorum. Ben genellikle konularımı daha geniş bir çerçevede görüyorum. Bu karışıklık tüm dünyada olan bir şey.
- Türk okuyucularınıza neler söylemek istersiniz?
Beni takip eden Türk okuyuculardan dolayı çok mutluluk duyuyorum. Onları çok seviyorum. Farklı projelerde buluşmak istiyorum. Hatta ben, onların görüşlerini dinlemek istiyorum. Umarım böyle bir projede de buluşuruz.

 

ADIMI DEĞİŞTİRİNCE ŞİİRLERİMİ YAYINLADILAR
- Adonis adınız almanız nasıl oldu?
Suriye’de fakir bir köyde yaşıyordum. 13 yaşıma kadar okula gitmemiştim ama köyde Kuran’ı ve klasik şiirleri öğrettiklerinden yazıyordum. Yazdığım şiirleri, Ali Ahmed Said Esber olan kendi adımla gazetelere gönderiyorum ama kimse yayınlamıyor. Bir gün bir dergide Adonis efsanesini okudum. Adonis, yabani bir domuzu avlamaya karar veriyor ama domuz onu öldürüyor ve onun kanından gelincik çiçeği oluyor. Hatta İbrahim Nehri de bazı mevsimlerde aslında toprağın yapısından dolayı kırmızı renkte akar ve oradakiler de bu nehre Adonis’in kanı olduğuna inanıp Adonis Nehri derler. İşte ben şiirlerimi yayınlamayan gazeteleri beni öldürmek isteyen yabani domuza benzettim ve yazacağım her şeyi Adonis adıyla imzalamaya karar verdim.
- E, o zaman yayınladılar mı?
Lazkiye’de çıkan bir dergiye Adonis adıyla gönderdim. Hemen yayınlandı. Oysa ki daha önce bir çok şiirimi göndermiştim yayınlanmamıştı. Sonra yine ilk sayfada benim yazım çıktı ve altında şöyle bir not; ‘Sayın Adonis, gazete binasına gelmenizi rica ediyoruz’ Ben o zamanlar çok fakir olduğumdan kılığım pek uygun değildi ama yine de gittim. Binaya girip görevliye ‘Ben Adonis’ deyince inanmadı. Ama yine de müdüre götürdü, o da çok şaşırdı. Sonuçta Adonis adı benimle kaldı.

 

HABİP AYDOĞDU

ADONİS’LE ÇALIŞMAK BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİYDİ



- Bu proje nasıl çıktı?
Projeyi ilk oluşturan Folkart Sanat Galerisi Genel Koordinatörü Fahri Özdemir’dir. Benim İzmir’deki bir başka sergimi Adonis Fahri ile birlikte gezerken görmüş ve bana kitaplarını imzalamış gönderdi. Çok duygulandım ve ben de kitaplarımı imzalayıp Fahri vasıtasıyla kendisine gönderdim. Değişik sanatlarla uğraşan birçok sanatçıyla içiçeyim. Şiire özellikle bir yatkınlığım var. Farklı şairlerin şiirlerini resimledim, kitap kapaklarını yaptım.
- Adonis ile çalışma fikri size ne düşündürdü?
Fahri ilk anda Adonis ile bu çalışmayı önerdiğinde ilk başta korktum ama bu korkuları çok seviyorum. Adonis hakkında çok şey okumuştum. Biliyordum ki hayata bakışımız çok benzerdi. Ben de Konya’nın küçük bir köyünde, yokluk içinde büyüdüm. Toroslar’ın eteğinde bir öğretmen okulundan sonra ilerledim. O nedenle dilimizi oluşturan olaylar çok benzerdi. Adonis’i o kadar yakın hissettim ki. Yaşamını sadece sanatıyla sürdürmeye çalışanlar bana her zaman ilginç gelmiştir ve hep yakın hissetmişimdir kendimi.

 

İKİMİZ DE HAYATA KIRMIZI BAKIYORUZ
- Adonis kendinizi yakın hissettiğiniz bir sanatçı mıydı?
Adonis’in şiirlerinden biri vardı. ‘Bu yangın çağında bu harita değişecek, Doğu’nun da Batı’nın da külleri aynı mezara konacak’ şeklinde bir şiiri vardı. Beni çok etkilemişti, sarsmıştı. Bir de ‘Çirkin yazılmış bir el yazısı gibi duruyorum şu dünyanın üzerinde..’ diye bir ifadesi vardı. Tüm bunlar bana çok resimsel geldi. O anlarda yollarımızın buluşacağını çok hissetmiştim. Ben resim yaparken ne çıkacağını bilmiyorum, o bilinmezliği seviyorum. Adonis de sanki ne çıkacağını bilmeden, o güne kadar bildiklerini unutarak şiir yazıyor ki o da bir söyleşisinde ‘belleğimi unutup yazıyorum’ demişti. O kadar benzerliğimiz vardı ki bu proje kaçınılmazdı.


- Serginin adının ‘Kan Kırmızı’ olmasının sizin için anlamı ne?
Benim resmim tam bir yolculuk resmi, tasarı değil, sonunda ne çıkacağı belli değil. Tam bir serüven, yolda insanın başına neler geleceği hiç belli değil. Elbette bir düşünceden hareket ediyorum ama yol boyunca o anki kararlarımla yol alıyorum. Birçok eskizim oluyor ama hepsi resme dönüşmüyor. Olmazsa heba, olursa resim oluyor. Ben kırmızıyı çok kullanırım. Kırmızı Habip derler bazıları... Türk resminin yüzünü kızartan ressam derler. Adonis’in şiirleri de kırmızı sanki. Yani aslında ikimiz de hayata biraz kırmızı bakıyoruz. Adonis’in dediği gibi savaş ve terör tüm dünya için geçerli ama şu an bizim coğrafyamızda daha yoğun yaşanıyor. Bu da sıkıntı ve bilinmezlik yaratıyor. Tedirginiz, ürkeğiz. Sanırım bunlardan da etkilendik ve sergimiz o nedenle kırmızı oldu. Benim kendimi en iyi ifade ettiğim renk her zaman kırmızı olmuştur. Kuratörümüz Zeynep Yaman da bunu farketti ki ısrarla serginin adını Kan Kırmızı koymayı istedi. Adonis kırmızı için aşkın rengi, hayatın rengi diyor. Benim için de hayatın, eylemin rengi.

Yazının devamı...
İzmir- Selanik hattı işbirliğini artıracak
6 Kasım 2016

Ailesinin kökenlerinin Alaçatı ve Ayvalık’a dayandığını anlatan Başkonsolos, İzmir’de gördüğü sıcaklık ve yakınlıktan son derece memnun. Türkiye ve Yunanistan’ın kültürel benzerlik ve yakınlıklarını ticari alanlara da taşıması gerektiğini anlatan Papoulia gelecek yıl başlaması beklenen İzmir - Selanik deniz hattının buna hizmet edeceğini ekliyor.

- Daha önce ülkenizi temsilen birçok ülkede görev yapmışsınız. Bildiğim kadarıyla Başkonsolos olarak ilk görev yeriniz İzmir. Bu bizim için son derece anlamlı. Sizin için ne ifade ediyor?
- Bu göreve başlamadan önce bir diplomat olarak, Türkiye – Yunanistan doğalgaz boru hattının yapım ve çalışmalarının ilk aşamasında yer alarak, ikili ilişkilere katkıda bulundum. Bunun içindir ki Yunanistan İzmir Başkonsolosluğu görevi bana verildiğinde bunun benim için güzel bir fırsat olduğunu düşünerek tereddütsüz kabul ettim. Sadece tek bir görev için burada değilim. Yunanistan İzmir Başkonsolosluğu çalışanları ve ben, her iki ülke arasındaki ekonomi, ticari ve kültürel ilişkileri, işbirliğiyle artırarak Türk – Yunan ilişkilerine katkıda bulunmaktır. Şundan kesinlikle eminim ki, tarihi bağları bulunan bu iki komşu ülke, işbirliğiyle fayda sağlayacaklardır. Şu da unutulmamalıdır ki her iki ülkeyi ve toplumu birbirine yakınlaştıran değerler birbirini ayıran değerlerden çok daha fazladır. İzmir’de göreve başlamamla beraber geçen süre zarfında bu fikrimin daha da güçlendiğine inanıyorum.

 

İZMİR-SELANİK HATTI EGELİ ÜRETİCİYE KOLAYLIK SAĞLAYACAK
- Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinin geliştirilmesi adına birçok alanda faaliyetler yapılıyor. Siz bu konuda neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
- Her iki ülke ilişkilerinin son 10 yılda önemli derecede güçlendiğini birçok alanda görmekteyiz. Geniş bir alanda, önemli çalışmalarla enerji ortaklığımız devam etmekle beraber son 10 yılda ticari ilişkilerimizde artış göstermiş, turizm alanındaki işbirliği her iki ülkenin ekonomisine katkı sağlamış, kültürel alandaki işbirliğimiz ise günden güne artmaktadır. Tabii ki benim fikrim ikili ilişkilerde, yakalamış olduğu bu ivme yeterli değildir, işbirliğimiz güçlenerek devam etmelidir. Özellikle ticaret, turizm ve yatırım alanında. Aramızdaki işbirliğinin güçlenerek artması için tüm koşullar mevcut olmakla beraber, önümüzdeki 5 yıl içinde işbirliğimizi artırarak tüm bu alanlarda rakamların en azından yüzde 50 artış göstermesi temennimizdir. İnancım bu hedefin her iki ülke için gerçekçi bir yaklaşım olmasıdır.
- Özellikle ticaret alanında neler yapılmalı?
- Daha önce de söylemiş olduğum gibi, her iki ülkenin ticari alandaki işbirliği son yıllarda önemli derecede artış gösterdi. Fakat daha birçok ticari faaliyet alanı bulunmakta. Özellikle Yunanistan ve İzmir arasında sahil şeridi bakımından gözüken coğrafi yakınlık nakliye ücretleri bakımından kolaylık sağlamakta. Bu çerçevede bölgem dahilimdeki tüm odalarla sıklıkla görüşmekle beraber ikili ilişkilerimizi yakın tutmaktayız. Tabii ki bu çalışmalarımız Yunanistan’daki tüm odalar içinde geçerlidir. İlk geldiğim andan itibaren, karşılıklı olarak her iki tarafın ilgi ve beklentilerine tanık oldum. Önümüzdeki sene başlaması beklenen İzmir – Selanik deniz hattı, ticaret anlamında her iki taraf içinde önemli katkı sağlayacaktır. Örneğin İzmir civarında iş yapan sebze ve meyve ihracatçıları yeni başlayacak bu deniz hattı sayesinde ürünlerini tek bir seferde güney doğu Avrupa’nın merkezine taşıyabilecekler. Gerek ekonomi gerek çevresel anlamda hattın fayda sağlayacağı kesin olmakla beraber (nakliyede karayolu yerine deniz yolunun tercih edilmesiyle) uzun yıllar önemini sürdürmeye devam edecektir. Aynı şekilde bu deniz hattıyla Yunanistan’daki ve Avrupa’daki üreticiler ürünlerini diğer nakliye tercihleri yerine çok daha uygun fiyat ve koşullarda İzmir ve Türkiye pazarına ulaştırabileceklerdir. Aynı zamanda İzmir – Selanik arası hava yolu hattının tekrar devreye girmesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin üstünde çalıştığı İzmir – Çeşme – Chios ve Midilli – İzmir arası direkt deniz hattı önemle üstünde durduğumuz konulardandır.


 

AİLEMİN KÖKENLERİ DE İZMİR VE ÇEVRESİNDEN
- İzmir sadece konum olarak değil, kültür olarak da Yunanistan’a son derece yakın bir şehir. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?
- İzmir şehri Yunan halkının kalbinde olan bir şehir. İçinde benim de bulunduğum Yunanistan halkının büyük bir bölümünün aile kökenleri İzmir ve çevresine dayanmaktadır. Bunun içindir ki İzmir her iki ülke ve halk için tarihi ve güçlü bir bağlantı noktasıdır. Aramızda benzerlik gösteren tarihi ve kültürel bir miras bulunmakta, özellikle bu yakın adalarda, İzmirde ve kıyı şeridindeki yerleşimlerde açıkça görülmekte. Ege’nin her iki yakasında yaşayanlar karakteristik ve mental benzerlikler taşımaktadır. Bence her iki yakanın en önemli karakteristik özelliği misafirperverliktir. Kişisel olarak gelmiş olduğum ilk andan itibaren gerek şehrin ileri gelenleri, gerekse şehrin sakinleriyle yapmış olduğum görüşmelerde bu sıcaklığı yakından hissettim.
- İzmir’de görev yapan bir kadın konsolos olmanız çok özel ve anlamlı bir gelişme. Kadınlar konusunda ne gibi çalışmalarınız var?
- Kültürel alanda bu konu ile ilgili birçok çalışma gerçekleşti, önümüzdeki zaman dilimin dede artarak devam edecek. Amacım kadın kuruluşlar arasında işbirliğini gerek Yunanistan gerekse İzmir ayağında destekleyerek güçlenmesine katkıda bulunmak olacaktır. Bunlar kültürel, ticari akademik seviye ve alanlarda olabilir. Aynı zamanda tarımsal kooperatif alanında kapsayabilir. Geçtiğimiz aylardaki en önemli önceliğim, Yunanistan’ı gerek turistlik, gerekse ticari anlamla ziyaret etmek isteyen Türk vatandaşlarının artan orandaki vize başvurularına memnuniyette karşılık verebilmekti. Başvuru ile vize teslimatı arasındaki süreyi minimuma düşürerek bunu başardığımıza inanıyorum. Ekim sonu itibari ile vize başvurularında azalma oluyor. Bundan sonraki dönemde kadınlar arası toplulukların işbirliği ve organizasyonlar öncelikli konularımdan biri olacak. Aynı şekilde İzmir ve çevresindeki tüm odalarla, ortak fikir birliği içerisindeki çalışma ve faaliyetlere devam ederek her iki ülkenin ekonomi ve ticari alanındaki işbirliğine katkıda bulunmaya devam edeceğiz.

 

YUNANİSTAN VE TÜRKİYE TÜM KOMŞU ÜLKELERE ÖRNEK OLACAK
- Sizin eklemek istedikleriniz neler?
- Ben her fırsatta Yunan vatandaşlarına İzmir ve çevresini ziyaret etmeleri için tavsiyede bulunmaya devam edeceğim. Buraların doğal güzelliklerini, tarihi alanlarını ve kültürel zenginliklerini tanımaları açısından tavsiyede bulunacağım. Tabii ki her iki ülkenin karakteristik özelliği olan misafirperverliğinizden de bahsetmeyi unutmuyorum. Şunu tekrar vurgulamak isterim ki her iki yakanın yatırım alanlarında, turizm ve ticaret alanında yakalayacağı güçlü işbirliği her iki yakaya büyük fayda sağlayacaktır. Çünkü bu yönde çalışmaların artması için birçok neden bulunuyor. Yunanistan ve Türkiye yaşayarak tüm komşu 

 

MÜLTECİ KRİZİNDE EN ÇOK BEDEL ÖDEYEN ÜLKELER SİZ VE BİZİZ
- Özellikle vize ve dolaşım serbestisi halkımızın en çok merak ettiği konu. Bu konuda söyleyebileceğiniz bir şeyler var mı?
- Bu talebin gerçekleştiği ilk andan itibaren Yunanistan Cumhuriyeti, gerek vizesiz seyahat, gerekse Türk vatandaşlarının Schengen bölgelerinde serbest dolaşımı için bu talebi içtenlikle desteklemiştir. Şu bir gerçektir ki eğer vize muafiyeti gerçekleşirse, bu her iki ülke insanını bir birine daha da yakınlaştıracaktır, özellikle turizm ve ticaret alanında. Umuyorum ki Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliğiyle görüşmeleri en kısa zamanında olumlu olacaktır.
- Mülteciler konusu hem Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın aynı oranda sıkıntı yaşadığı bir konu oldu. Duyarlılık anlamında da her iki ülke de aynı doğrultuda davrandı ve dayanışma gösterdi. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
- Hiç şüphe yok ki son yılarda meydana gelen mülteci krizinde en çok bedel ödeyen iki ülke Türkiye ve Yunanistan halen bu bedeli ödemeye devam etmekteler. Biz bu bedeli kuzey bölgemizde ki adalarımızda turizm sezonundaki yaşanan düşüşle ödemiş bulunduk tabiî ki Türkiye sahil şeridi de aynı sıkıntıyı yaşadı. Bu herkesin bildiği bir durum.Geniş bir coğrafyada trajik olaylara sahne olan, acı ve sıkıntılar yaşayan bu insanlara karşı her iki ülke ve her iki halk duygusal bir dayanışma göstermiştir. Ancak mülteci konusu başlı başına global bir konudur. Uluslar arası topluluk konum etki ve boyutlarını zamanında algılamalı ve daha önce harekete geçmeliydi. Gereken tedbirler önceden alınıp, zamanında eylem ve girişimlerle bu konuda çalışmalar yapılabilirdi. Mültecilerin evlerine, ülkelerine dönmeleri için tek bir çözüm yolu bulunmaktadır. Bu da Suriye ve çevresinin biran önce normalleşme sürecine girmesidir.

Yazının devamı...
İkiz doktorlar İzmir’de buluştu
30 Ekim 2016

Özellikle burun ameliyatlarında birbirlerine çok destek olduklarını anlatan Uygur kardeşler, doğru nefes almanın önemine özellikle dikkat çekiyorlar.

- İkiz kardeş aynı mesleği seçmişsiniz. Aynı yıllarda nasıl böyle bir karar aldınız?
- Ben askeri Tıp Akademisi GATA’ya girdim. Kardeşim Murat ise Hacettepe İngilizce Tıp Fakültesi’ne girdi. Aynı dönem başladık. Bizim bir de 11 ay küçük kızkardeşimiz var. Üçüz gibi büyüdük. Hep aynı sınıftaydık. Murat ile ben farklı yapılardayız aslında. O tıp istiyordu ben mühendislik ama son sınıflarda ben de doktorluğu seçtim.
- İhtisaslar farklı ama yıllar sonra yine yollarınız mesleki anlamda da kesişmiş...
- Ben Kulak Burun Boğaz’ı kardeşim Fatih Estetik cerrahi seçti ama yıllar sonra Ekol çatısı altında yine biraraya geldik. Aslında Fatih İstanbul’da GATA’daydı. Ben Ege Üniversitesi’nde ihtisas yaptığımdan zaten burada kalmıştım. Fatih Gata’dan emekli olduktan sonra Ekol Hastanesi’nde estetik cerrah ihtiyacı doğunca kendisini buraya transfer ettik. Daha önce hiç birlikte çalışmamıştık, Ekol vesile oldu.


BURUN AMELİYATINDA HEM ESTETİK HEM FONKSİYONELLİK ÖNEMLİ
- Mesleklerinizi icra anlamında da yollarınız kesişmiş. Birbirinizden etkileniyor musunuz?
- Murat; Açıkçası, kardeşim diye söylemiyorum ama estetik cerrahi alanında kimse Fatih’in eline su dökemez. Ben zaten hep danışırdım kendisine çünkü biz kulak, burun gibi ameliyatlarda önce işlevselliğe bakarız ama tabii estetik de önemlidir. O nedenle ben hep Fatih’e telefon açar bilgi alırdım. Aynı şekilde düşünen ama farklı bir çift gözün bakması önemli.
Fatih; Fonksiyonel burun ameliyatlarında bazen estetik cerrahların yetersiz kaldığı durumlar olabiliyor. O konuda da ben Murat’a danışırdım. Biz sadece estetik olarak düşünemeyiz bu ameliyatları, fonksiyonelliğine de önem vermeliyiz. Kardeşimle girdiğim ameliyatlarda ondan bu konuda çok şey öğrendim. Biz çok şanslıyız o anlamda. Dünyada da ikiz kardeş olup estetik cerrah ve kulak-burun-boğaz doktoru olan yok. Birbirimizi tamamlıyoruz.

 

İYİ HAVA ALAMAMAK KALP YETMEZLİĞİNE NEDEN OLABİLİR
- Burun ameliyatları estetik için yapılıyor gibi biliniyor oysa sağlık için doğru ve tam nefes alabilmek çok önemli. Çoğu insan da görüntülerinde bir sorun yoksa bu ameliyatlardan kaçınıyor. Neler söyleyebilirsiniz bu konuda?
- Murat; Burun tıkanıklığı olunca insanlar burundur tıkanır diye düşünür. Oysa esas sorun oksijensiz kalmak. İç organlarımızdan elimiz, tırnağımıza kadar olan tüm hücrelerimizin tek ihtiyacı oksijen. Yeteri kadar hava almadığımız durumda bu bizim hayat kalitemizi çok ciddi bir şekilde etkileyecektir. Basit bir burun tıkanıklığı kalp yetmezliği, akciğer problemlerine kadar çok ciddi sorunlar yaratabiliyor. Sinüzit, kulak enfeksiyonları gibi bilinen rahatsızlıklar da cabası.
Fatih; Burun ameliyatları temelde bir sağlık problemi. Eğer iyi hava alamıyorsanız bunu ertelememelisiniz. Burun tıkanıklığına çözüm bulmak hem hayat kalitemizi hem de hayat süremizi etkiler. Tabii bu ameliyatları estetik görüntüden ayırmamak gerekli. Yüzün ifadesini bozmadan minik dokunuşlar yapmak önemli.
- Bu ameliyatlardan sonra sağlık durumunda büyük bir değişiklik olanlar var mı?
- Fatih; Bir kere kesinlikle rahat uyuduklarını ifade ediyorlar. Daha fazla oksijen aldığı için efor seviyesi artıyor. Burun ana nefes aldığımız organ çünkü, kaliteli ve nemli havayı buradan alabiliyoruz. Hastanemiz Ekol’un bu konuya özel bir hastane olması da çok önemli. Alt yapısı, teçhizatı ve deneyimiyle Ekol’ün çok üst düzey bir hastane olduğunu söyleyebilirim. Bu da bize avantaj sağlıyor ve ameliyatlarımızın başarısını artırıyor.
Murat; Uyku değişince gün içerisindeki dikkat ve zindelik seviyesi de yükselir. Trafik kazalarının sebepleri arasında uyku düzensizliği de var. O nedenle iyi nefesle iyi uyuyabilen kişilerin hayatlarında çok olumlu değişiklikler oluyor.

 

AVUSTRALYA, AMERİKA’DAN AMELİYATA GELİYORLAR
- Sizlere yurtdışından da talep oluyor değil mi?
- Fatih; Biz Almanya’ya giderek orada da hasta bakıyoruz. Zaten İzmir’deki hastanemize de yurtdışından gelen birçok hastamız var. Hatta Alman doktorlardan bile yönlendirme alıyoruz. Avrupa’da da referans alınan bir hastane oldu Ekol. Çünkü Son derece ileri teknoloji ile hem de onlara göre daha uygun maliyetlerle ameliyatlarımızı yapıyoruz. Amerika’dan, Avustralya’dan ameliyat için gelen hastalarımız var.
Murat; Ekol’un buradaki kurumsallığı da çok önemli. Sadece hastayı ameliyat edip bırakmıyoruz. Sonrasında oluşabilecek her türlü durumda hastanemiz de arkamızda ve sahip çıkıyor. Bu da hastayı güvende hissettiriyor. Bana da mesela Hindistan’dan arayıp gelen bir hastam var. İnsanlar birbirlerine referans oluyor ve bu sınırları aşıyor.
- Ülkemizin sağlık sektöründe geldiği yer hakkında neler söyleyeceksiniz?
- Fatih; Amerika’da, Japonya’da, Kore’de çalıştım. Bizim ülkemizin sağlık sistemi çoğuna göre gayet iyi.
Amerika’da Türk olduğumu söyleyince Türk doktorlar çok iyi şeyler yapıyor deniyordu. Norveç’ten gelen bir kadın bana araştırmaları sonunda en iyi estetik ameliyatını yapanın biz olduğunu öğrenmiş. Ameliyatını oldu ve ülkesine döndü. Dünyaya daha açık ve entegreyiz. Hastanemiz de en önemli yatırımları yapıyor. Tabii estetik ameliyatlara olan talep de arttı. Teknik ilerledi. Eskiden yüz gerdirmeyi sadece sanatçılar yaptırır diye düşünülürdü, şimdi komşusunun yaptırdığını gören geliyor ve memnun ayrılıyor. Çünkü çok kaliteli iş yapıyoruz. Cerrah bu işi özenle, titizlikle yapıyorsa, hastane de kurumsallaşmışsa ve gerekli yatırımları yapıyorsa zaten mutlaka öne çıkıyor.

Yazının devamı...
Büyük balık turnuvası
23 Ekim 2016

Bu yıl, gelecek hafta düzenlenecek turnuvayla aynı anda yapılacak Offshore Fishing Expo ile Türkiye’de bir ilk olma özelliği de taşıyan Alaçatı Big Fish’in düzenleyecisi İlknur İçingir ile sohbet ettik.

- Alaçatı Big Fish organizasyonu nasıl başladı?
Turnuvamızın bu sene 10’uncu yılı olacak. Eşim Ertuğrul İçingir ülkemizi 3 kez, ben bir kez olimpiyatlarda temsil etmiş milli spocularız. 2006 senesinde Dünya Windsurf Şampiyonası için Yeni Zelanda’da 2 ay kaldık. Yakın arkadaşımız Yeni Zelandalı milli sporcu Jon Paul Tobin, Ertuğrul’un balık tutmayı tutku halinde sevdiğini uzun zamandır biliyordu. Yarışların bittiği hafta sonu “sizi bir yere götüreceğim” dedi. 4-5 saatlik bir yol gittik, sabah çok erken kalkmamız gerektiğini söyledi. Saat 05.30’da limana gittik, Ertuğrul’u Yeni Zelanda’nın en büyük balık turnuvasına kayıt ettirmişti. Tabii bu inanılmaz bir sürpriz oldu... Çok keyifli 2 gün geçirdik. Ben turnuvadan çok etkilendim. Alaçatı’ya döndükten sonra böyle bir organizasyonun hem keyifli, hem de bölgemize sezonu uzatmak için büyük fayda sağlayacağını düşünerek girişimlere başladım. Bu görüşümü ilk olarak Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç’a anlattım. Kendisinin verdiği güç ve destekle ilk turnuvayı 2007 yılında yaptık.

- İlk yıldan bugüne nasıl bir ilerleme gösterdiniz?
2007 senesinde 19 tekne olarak ilk startını verdi. Geçen senelerde bu rakam 80 teknelere ulaştı. Bu yıl ülkemizde 4 ayrı bölgede 4 turnuva yapılıyor. Sportif balıkçılığın yaygınlaşması açısından bizleri çok mutlu ediyor. Turnuvamız artan bir ilgiyle büyümekte. Bölgemize ekim ayında sağladığı hareket ise daha da mutluluk verici. Alaçatı’da bulunan tüm işyerleri gönülden destek sağlıyor ve turnuvamıza sahip çıkıyorlar.


İTALYA VE YUNANİSTAN’DAN KATILIMCILARIMIZ VAR
- Bu yıl kaç katılımcı olacak? Yurtdışından gelenler olacak mı?
Bu sene de katılım geçen senelerdeki gibi olacak. Türkiye’nin en iyi balıkçılarının yanısıra, İtalya ve Yunanistan’dan da ekipler geliyorlar. Hatta turnuvamız şimdiden İtalya’da bir balık dergisinde yer aldı bile... Hedefimiz turnuvamızın bölge tanıtımına da katkı sağlaması.

- Kimler sponsor oluyor, ne gibi destekler alıyorsunuz?
Port Alaçatı Marina’nın ev sahipliğinde gerçekleşecek turnuvamızın ana sponsorluğunu üstlenen Columbia Türkiye Temsilcisi, Gözalan Group Yönetici Ortağı Kerem Gözalan, aynı zamanda ekibiyle birlikte “Portofino” isimli teknesi ile yarışacak. Ayrıca tüm sponsorlarımız bu sporu seven, destekleyen ve gelişmesi için çaba gösteren markalar.

 

KIYIDA BEKLEYENLERE DE ETKİNLİKLERİMİZ VAR
- Bu yıl farklı bir konsept de belirlediniz. Ne amaçla uyguluyorsunuz?
Ayrıca bu sene turnuva alanına da daha aktif hale getirmeyi amaçladık. Bu nedenle karada bekleyenler için etkinliklerimiz olacak. Kılçıksız Balık yazarıSüleyman Dilsiz, Girit Mutfağı şefi Dilek Yetkiner ve Alancha‘nın yaratıcısı Şef Kemal Demirasal ile deniz ürünlerinin öne çıkarıldığı farklı lezzetlerin tariflerinin yer alacağı workshoplar, Kerimcan Kamal ile ‘Güzel Kaybedenler’ sohbeti, Minik Balıkçılar ile Mini Turnuva, canlı müzik performansı, ahşap boyalı balık atölyesi planladık.
- Bu turnuvanın doğa bilinci açısından ne gibi önemi var. Nasıl bir farkındalık yaratmayı planlıyorsunuz?
Toplamda 65 teknenin denize açılacağı organizasyon, koruma altına alınmış türleri yaşatmak amacıyla uygulanacak “Yakala Bırak Yaşat” teması ile fark yaratıyor. Denizlerimizdeki popülasyonu artırmak ve gelecek nesillere örnek olabilmek adına turnuvamızda “Yakala, Bırak, Yaşat” teşvik edilmektedir.

 

BALIKÇILIĞI DESTEKLİYORUZ
- Expo temanızdan bahseder misiniz?
Turnuva ile eş zamanlı olarak organize edilen Offshore Fishing Expo, sportif balıkçılığa dair tüm ögelerin bir arada sunulacağı bir platform olarak Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyor. Offshore Fishing Expo’da balıkçılıkla ilgili markaların bir arada, hedef kitleye doğru şekilde ulaştırılması amaçlanıyor.
- Turnuvanın bölgeye ve Alaçatı’ya ne gibi etkisi var?
Turnuvamız ekim ayının Çeşme yarımadası için ne kadar güzel bir mevsim olduğunu tanıtmakta mutlaka fayda sağlıyor. Ailenin tüm fertlerinin birlikte katılabildiği, keyifli zaman geçirdiği bir organizasyon olması nedeni ile de çok önceden takvimlerde yerini alıyor. Sadece katılımcı sayısının 300 kişi olduğunu düşünürseniz, aileler ve ziyaretçilerle bu ciddi bir sayıya ulaşıyor.

Yazının devamı...