(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Oya Berberoğlu" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Oya Berberoğlu" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Oya Berberoğlu

Oya Berberoğlu: Devletin ihalelerdeki zararı 110 milyar dolar
24 Şubat 2001





Oya BERBEROĞLU

O ünlü MGK toplantısının başında, toplantıyı terkettikten bir saat sonra, Türkiye'ye ve dünyaya ‘‘Kriz vaaar’’ diye demeç veren Başbakan Bülent Ecevit Hükümeti'nin yarattığı kara pazartesi gününün akşamıydı.

Tekstil ve konfeksiyoncuların buluştuğu kokteyldeydim. Oğuz Satıcı'nın sahibi olduğu Texfil firmasının etkinliğiydi. İşadamları şoktaydı, kimse inanmak istemiyordu. ‘‘Nasıl böyle bir demeç verilir, bu ne sorumsuzluk, herşey bitti artık, hepimiz mahvolduk’’ diyorlardı birbirlerine. Cep telefonları susmuyordu, bunca fedakárlık boşa gitmişti, enflasyonu düşürme programından vazgeçildiği şamarı daha o gün suratlara inmişti.

Sektörün duayenlerinden Erkan Ayan mikrofona davet edildi. Sözleri, çoğumuzun gözlerini yaşarttı. Diyordu ki, ‘‘Ömrümüz günümüzü görmek istemekle geçti. 60 yılından bu yana ne darbeler ne krizler yaşadım. Her seferinde bugünden daha kötü günümüz olmayacak, en kötü günümüz bu, bundan kötüsü olamaz diye düşündüm. Bugün olanlara bakın. Gün göremeyeceğiz anlaşılan...’’

Bu konuşmaları dinler, bir yandan Ankara'ya kulak verirken, o gün okuduğum bir rapor aklımı kurcalıyordu.

Rapor, eksper görüşü olarak elime ulaştı. Hesabı yapan bir işadamı. ANAP Lideri Mesut Yılmaz'a da sunmuş öğrendiğime göre. Bazı başka siyasi parti liderlerine de. O kadar çarpıcı, o kadar insanı isyan ettirir bir tutar ki. Dağlara çıkmalı dağlara!

Hep diyoruz ya Türkiye'nin kaynakları kötü yönetimden, siyasi istismardan dolayı heba ediliyor. Aslında IMF'ye, ona buna avuç açmak zorunda kalmazdık diye.

Uzatmayayım ilgilenenler biliyor, Türkiye'nin dış borcu geçen yıl sonu itibariyle 110 milyar dolar. İç borç 57 milyar dolar. Son beş yıllık iç borç faiz ödeme toplamı 106.8 milyar dolar. 2001 yılı iç borç faiz ödeme tahmini (TÜSİAD) 45 milyar dolar (revize olacaktır). Sıkı durun şimdi, lafı eveleyip geveliyorum da esas canımızı daha çok yakacak miktara geliyorum. Sevgili okurlar son 15 yıldaki kamu ihalelerinde devletin uğradığı-uğratıldığı zarar 110 milyar dolar olarak hesaplanmış.

Yukarıdaki rakamları tekrar okuyun. Ve bir kez daha düşünün.

Temizel'in konuşmasını Cottarelli çevirdi

MERKEZ Bankası'nın geçen salı gecesi Ankara'daki lokalinde yapılan ekonomi zirvesinde İngilizce konuşulmuş.

Ancak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Zekeriya Temizel, meramını Fransızca dile getirmiş. Stanley Fischer'in de olduğu o toplantıda tercümanlık, bürokrat ve işadamlarının ‘bizim Cotta’ dedikleri IMF Türtkiye Masası Şefi Carlo Cottarelli'ye düşmüş. Temizel'in Fransızca konuşmasını İngilizce'ye Cottarelli çevirmiş.

Biliyorsunuz Türkiye başarısızlığından dolayı Cottarelli'nin görevden alınacağı söyleniyor. IMF sorumluluk sahibi gibi duruyor, bakalım...

Bizde de hükümet ve ekonomi bürokrasisinde revizyon olacak. Hükümet istifa edemedi, şaşırmadık!

Bu arada, BDDK Başkanı Zekeriya Temizel'in adını da görevden alınabilecekler arasında sayanlar oldu. Ancak, BDDK'nın özerk yapısı nedeniyle böyle birşey pek mümkün değil. Yine de bunun düşünülmesi, dedikodusunun çıkarılması bile ‘Temizeller Operasyonu’na sekte vurmaz mı?

Yazının devamı...
Oya Berberoğlu: Savulun yoldan ‘O‘ geliyor
23 Şubat 2001





Oya BERBEROĞLU

HÜKÜMETte ve bürokraside revizyon gündemde... Hükümetin istifası en doğrusu ama nerede öyle sorumluluk sahibi siyasetçiler.

Ankara kulisleri çalkalanıyor. ‘‘Revizyon olsa bile bu iş sonunda teknokrat hükümetine gider’’ görüşleri öne çıkıyor!

Önce biraz geriye gidelim. ANAP kanadına göre devletin tepesinde kavganın çıktığı o MGK toplantısı öncesinde bir duyum almışlar. ‘‘Sezer, hükümetin istifasını isteyecek!’’ haberiymiş bu. Pek akla yatkın gelmedi bana, ama o toplantıda sinirlerin iyice gerilmesi, akabinde, planlıymış havasını veren Ecevit'in o çöküşü hazırlayan ‘‘Büyük krizdir’’ demeci bu açıdan paranoyalarımızı artırıyor tabii.

Bunu birkenara bırakıp ekonomi kulislerine dönelim.

Saatler süren ve devalüasyon kararının çıktığı, dolayısıyla ekonomik programdan vazgeçildiği gece, Ecevit, ekonominin iplerini Mesut Yılmaz'a teslim etmiş. Gerek Merkez Bankası Başkanı'na gerekse Hazine Müsteşarı'na talimatları Yılmaz vermiş. Tabii Yılmaz, Güneş Taner'i oraya boşuna çağırmadı. Eski Ekonomi Bakanlarından Güneş Taner, yeniden Ekonomiden Sorumlu Bakan oluyormuş. (Cumhurbaşkanı Sezer imzalayacak mı acaba?) IMF ve Dünya Bankası Bakan Recep Önal'ın değişmesini, Güneş Taner'in gelmesini istemiş...

Hükümette önümüzdeki günlerde yapılacak revizyonla Enerji Bakanlığı DSP'ye verilecek, Hazine'nin bağlı olduğu Ekonomiden Sorumlu Bakanlık da ANAP'a geçecekmiş. Bu arada ANAP'lı bakanların yüzde 80'i değişiyormuş. Herhalde eskilerden sadece Yılmaz ile Tantan kalacak. DSP ve MHP'li bakanlardan değişecek olanları başka bir yazıya bırakıyorum.

Yıllarca Türkiye ekonomisini yönetmiş, ülkeyi yolsuzluklara garketmiş, istikrarlı yüksek enflasyonu, istikrarlı istikrarsızlığı bu ülkeye armağan etmişler ne gam... Belki bu kez kurtatırlar! Savulun yolan yine başa geliyorlar!

Dosyalar direkt savcılara

CUMHURBAŞKANLIĞI'na bağlı Devlet Denetleme Kurulu'nun, Fon bankaları ve hele hele kamu bankalarıyla ilgili inceleme başlatma girişimi, izlediğiniz gibi ‘‘devlet krizi!’’ yarattı. Hükümette korku dağları kapladı! Zannımca bu cenah krizi planlı çıkardı. Ülkenin çöküşünü dahi göze alarak. Ne oldu? 14 ay sonra tekrar başa dönüldü!

Bu sütunlarda ısrarla, kamu bankalarının siyasi destekle soyulmasını yazmaya çalıştık. Son olarak da esas pisliklerin gizlendiği kamu bankalarının off- shoree'larına değindik. BDDK'na, DDK'na atıfta bulunduk. Çalışmaları biliyorduk. DDK'nun bu işe el atacağı mesajını bilerek vermiştik. 10-15 gün sonra konu kamuoyuna yansıdı ve temizlik isteyenlerle direnenlerin savaşı ortaya döküldü.

DDK bundan sonra ne yapacak?

Önce Başbakanlık'ta kamu bankalarıyla ilgili 68 dosyanın beklediğini duyuralım. (Yılmaz ve Çiller dönemleri ağırlıklı) Bunlar hakkında uzun zamandır işlem yapılmıyor, zaman aşımı bekleniyor herhalde! Aldığımız bilgilere göre DDK kamu bankalarıyla ilgili usulsüzlükleri, istihbarat raporları olumsuz olmasına rağmen üst üste verilen siyasi kredileri tesbit etmiş durumda. Kusuru olan siyasetçi ve bürokratları da. (Cumhurbaşkanlığı'na yağmur gibi bilgi ve belge yağıyor.)

DDK henüz Hazine'ye girmedi. Bu aşamaya gelindi. Buradaki inceleme de tamamlandıktan sonra hazırlanan raporlar ilgili yerlere sunulacak. İşte bütün mesele de bu. Raporları bilgi ve işleme koyma babında Başbakanlığa mı gönderecekler yoksa...Teammül Başbakanlığa gönderilmesi ancak böyle olmayacak gibi geliyor bana. Bıçaklar iyice bileniyor gibi görünüyor. DDK Anayasa'dan aldığı yetkiyle, tabii Cumhurbaşkanı'nın direktifiyle, dosyaları direkt savcılıklara yollayabilir. Suç duyurularında bulunabilir. Edindiğim izlenim bu eğilimin ağırlıkta olduğudur.

ABD'li bankalara bedava verin

ÖNDE gelen bir işadamıyla ekonomik ve siyasi krizi konuşuyoruz. Şimdilik bankacılık konusundaki değerlendirmesini, ilginç önerinisini aktarmakla yetineyim.

TL vermezlerse piyasalarda çok önemli bir şey olmayacağı kanaatinde. Dövizin de 750-850 bandına oturacağını düşünüyor. Ama eğer bankalar açıklarını kapatamıyor diye bankalara para verilmeye kalkışılırsa ‘‘felaketin büyüğü’’ olur iddiasında. Devam ediyor:

‘‘Birkaç bankanın batmasına, tasfiyesine izin vermeliler. Ya da kamu bankalarını (Halkbank,Ziraat Bankası,Emlakbank,Vakıfbank) sıfır bedelle Amerikan bankalarına satsınlar’’ diyor.

Amerikan bankalarının örneğin Citibank, Merchantbank'ın buna niyeti olduğunu vurguluyor.

Böyle şey olur mu? dediğim zaman manidar manidar şu karşılığı veriyor:

‘‘Ver kurtul! Hatta üstüne para verilmeli. Başka çare yok. Yabancılara verdiğin zaman bunlar şubeli bankacılığa başlarlarsa yabancı sermaye anında gelir. Bir ülkenin parası buraya girecekse önce bankasının gelmesi lazım. Bizim bankalar káğıttan ev, içi boş. Türkiye'ye yabancı sermaye gelmeden kurtuluş yok. Döviz ya ihracat yoluyla ya yatırım yoluyla gelecek. Emperyalizmin muafakiyeti budur maalesef, yapılacak bir şey yok. Tecavüz kaçınılmazsa zevk almayı bileceksin!’’

Yazının devamı...
Oya Berberoğlu: Hedef enflasyonu takmayan sıkıntı çekiyor
17 Şubat 2001





Oya BERBEROĞLU

EKONOMİDEN Sorumlu Bakan Recep Önal'la konuşuyoruz.

Sorularım üzerine, ‘‘Ekonomide ümütsizliğe kapılmak için hiçbir neden yok’’ diyor. İş dünyasından gelen talepler karşısında nelerin yapılabileceği anlamında DPT'nin ve Maliye'nin çalışmalarını sürdürdüğünü anlatıyor.

Peki ekonomik daralmayla hadsafhaya ulaşan sıkıntı nereden kaynaklandı? Makro mu mikro düzeyde mi önlemler olacak? Bakan Recep Önal'ın yanıtlarının özeti şöyle:

Pogramın daha iyi olmasını engelleyen yönü yabancı sermaye. Yabancı sermaye yeterli boşyutta gelseydi, hem ekonomide daralma olmayacak, hem istihdamla ilgili konu kalmayacaktı.

Herkes kendini hedef enflasyona göre ayarlasın, karlarını, hedeflerini, gelir beklentilerini buna göre hedef enflasyona göve yapsın dedikçe, bunu yapmayanlar daralmadan sıkıntı çekmeye başladı. Ürettiği malı satamaz hale geliyor. Verimlilik artmadıkça reel ücret artış talebi olmaması lazım. Herşey verimli kullanılıyorsa, karlarını da asgari düzeyde tutuyorsa, satıştan sürümden kazanacaktır.

Bizim düzenlemelerimiz, kanaatimiz makro boyutta olmasıdır. Ufak tefek mikro düzenlemeler de olacaktır. Piyasanın likidite ihtiyacının giderilmesi lazım. Bunu da Eximbank yapacak. Bunlar kanun gerektiren şeyler değil. Büroktatik işlemler, formaliteleri de ayıklayacağız.

Banka sisteminde likidite darlığı olduğu için tavuk yumurta meselesinde olduğu gibi reel sektörden tahsilat bekliyor, krediler geri dönsün istiyor. Reel sektör de işini yürütmek için erteleme ve vade istiyor. Ama biryerden likidideyi koyduğunuz zaman bileşik kaplar gibi bütün her tarafa can suyunu verecek. Exim üzerinden vereceğimiz taahhüt ettiğimiz yıllık tutarları erkene alacağız. 300 milyon dolar biz 300 milyon dolar Dış Ticaret Müsteşarlığı verecek. Eximbank'a dışarıdan borçlanması için garanti de vereceğiz. Kısa dönemde dönen kredileri de piyasaya sürdüğü için Genel Müdürümüz piyasada 7 milyar dolar döndürebileceğimizi söylüyor. Eximbank'tan direkt kredi modeline gelince böyle bir şey dünyada yok.

Bizi ‘Fuat Abi’ çağırmadı

TOBB Başkanı Fuat Miras ayıp etmedi mi diye sormuş, ayıp ettiğini düşündüğümü yazmıştım.

Enflasyonu düyürme, İstikrar Programı'nın can alıcı etkilerinin yaşanmaya başladığından dem vurmuştuk. İş dünyası cephesinde ister ‘İmdat’, isterseniz ‘dert anlatma’, isterseniz de basit mantıkla ‘‘Bize ne kardeşim, kendin pişir kendin ye misali bizi düşünen yok ki. Bizi ilgilendiren toplantı değildi’’ deyin, hükümet edenlerle iş aleminin bazı temsilcilerinin biraraya geldiği zirve toplantısı vardı.

Demiştik ki madem kısıtlı sayıda katılım oluyor ve oda başkanlarının daveti TOBB Başkanı Fuat Miras tarafından düzenleniyor, niçin daha geniş kesimlerin temsilini sağlamadı? Kendi ortaklarını o toplantıya davet etti, subjektif davrandı. İTO gibi büyük kesimi temsil eden bir odayı çağırmadı?

Fuat Miras'ın ortaklarından kastımız da Demirçelik Üreticileri Derneği Başkanı Recep Yazıcı ile İstanbul Deniz Ticaret Odası Başkanı Cengiz Kaptanoğlu'ydu.

Cengiz Kaptanoğlu aradı. ‘‘Fuat Abi ile Deniz Nakliyat'ta ortağım, doğru. Ama bizi oraya Fuat Abi çağırmadı. Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan davet etti’’ dedi.

Demir Çelik Üreticileri Derneği Genel Koordinatörü Hami Kartay da arayarak, ‘‘Başkanlarının benim yorumuma çok üzüldüğünü’’ belirterek o toplantıya katılamadıklarını, davetin kendilerine ulaşmadığını söyledi.

Miras, kendi ortaklarını kendi davet etmemiş bile olsa kendisine tanınan kontenjanı geniş kesimler lehine kullanmalıydı.

Hükümet en iyisi sanayicisi, tüccarı, küylüsü, işçisi, her kesimle ayrı ayrı toplantı yapsın. Büyük şef ve apaçiler kapışmasın!

Zabıtsız, memursuz toplantı

İSMİNİN yazılmasını istemeyen bir işadamı tanıdığım ilginç bir öneri getiriyor. Önce, ülkeyi idare edenlere şu eleştiride bulunuyor:

‘‘Enflasyonla mücadeleyi topluma tam anlatamadınız, eksik bu. Toplumsal destek bulmalısınız. Bir taraftan zayıflayacağız diyorsunuz diğer taraftan şişmanlamaya çalışıyorsunuz, bu olmaz...’’

Getirdiği öneri ise şu:

Diyor ki bir toplantı daha yapalım. Ancak bu toplantıda ses kayıtları, zabıtlar, memurlar olmasın. Hükümet edenlerle başbaşa olsun. Devam ediyor:

‘‘Millet dışarıda bağırıyor. Hükümet kendi gördüğü Türkiye fotoğrafını, biz kendi gördüğümüz Türkiye fotoğrafını gerçekçi ortaya koyalım. Ülkemizin içindeki şartları, açmazlarımızı, imkanlarımızı tartışalım, beraber karar verelim. Konuşmalarımızı dışarı sızdırmayalım. Zannediyorum ki bizim bilmediğimiz şeyleri böyle bir toplantıda tartışmak fayda getirecektir.’’

Kayıtsız, zabıtsız bir toplantıda belki daha rahat, açık konuşulabilir, psikolojik bir şey. Keşke zabıtlılarda da herkes gerçekleri, bilgileri, tavrı açık açık ortaya koysa, şeffaflık daha faydalı geliyor bana.

Misal finans kesimine bakın, başa ne geldiyse bilgilerin, doğruların saklanmasından gelmedi mi?

Ah bu iyiniyetli önerilere de enflasyonun belinin kırılması, ülkenin önünün açılması bakımından, ülke idarecileriyle pisaya yapıcıların samimi olduğuna da bir inanabilsek!

Babiali'nin kayıpları

Eski patronlarımdan Nezih Demirkent’in cenazesinin kalktığı gün İKV Başkanı Meral Gezgin Eriş, başsağlığı için aradığında, bütün anılarım film şeridi gibi bilmem kaçıncı kez gözlerimin önünden geçiyordu.

Nezih Bey, ayrı yerlerde olsa bile evlatlarını sıkı takip eden övgüsünü uyarılarını esirgemeyen gerçek bir babaydı.

Meşhur Salı yazıları vardı ya. Bir defasında orada bana haksızlık etmişti. Bu sütunda, hükümet düşüren Türkbank ihale skandalıyla ilgili yazdığım bir yazıydı. Süzer Grubu'nun patronunun ağzından perde gerisinde kalmış birkaç önemli noktayı gündeme getirmiştim. Gökkafesle bağlantılı kılıp niçin Süzer'in diğer işlerine değinmediğimi yazıyordu Nezih Bey. Aradım. Ağlamak üzereydim, ‘‘Haksızlık yaptınız bana. Türkbank ihalesi skandalını yazıyorum, Gökkafesle ne alaka’’ dedim özetle. Dinledikten sonra Nezih Bey'in cevabı beni şaşırtmadı. ‘‘Elim kaçmış kızım, yanlış bilgilendirilmişim, düzeltirim, haklısın.’’ Nitekim düzelti de...

Bazı gezeteci arkadaşlarımız da yazdılar. Şu Babıali'de bağımsız gazetecilik için nasıl bir çınar olduğunu, sıkıntıdaki gazeteciler için nasıl bir liman olduğunu.

Bu haftanın adı acı-perişan sanki! Kemal Diyarbekir gibi gerçek gazeteci, beyefendi bir ağabeyimizi, gülen gözleri halen gözlerimde olan diğer ağabeyimiz Esat Ayık'ı genç yaşlarında kaybettik. Hepsine Allah rahmet eylesin...

Yazının devamı...
Oya Berberoğlu: Para istemiyoruz yolumuzu açın yeter
16 Şubat 2001





Oya BERBEROĞLU

AMAN, Ekonomik İstikrar Programı deliniyor mu yoksa?

Hükümet ile iş aleminin bazı temsilcileri zirve toplantısı yaptılar. Hükümet yetkilileri 6 saat boyunca dinledi, işadamları taleplerini sıraladı... Siyasi iktidar da IMF ile görüşmeleri tamamladıktan sonra alacağı önlemleri muhtemelen önümüzdeki hafta açıklayacak.

Ekonomi daraldı ya, iş dünyasından ses yükselmeye başladı, programdan taviz verilecekmiş havası doğdu... Enflasyonu indirmeyi hedefleyen programdan geriye dönüş olmasın, tekrar sarmala düşmeleyim diye yazmaya çalışmıştık. Sesini çıkartabilenlere taviz mi verilecek mealindeki yazılarımız üzerine bazı sanayici işadamları aradı. Zirve toplantısına katılanlardan.

Ortak noktaları şuydu: İstikrar Programı'ndan taviz verilmesi veya programın bozulmasını hiçkimse talep etmedi. Ayrıca biz para istemiyoruz, yolumuzun açılmasını istiyoruz.

Peki orada raporlara da geçen yol açma anlamındaki talepler neymiş? Buna geçmeden evvel Başbakan Bülent Ecevit'in o zirve toplantısında işadamlarına söylediği bir cümleyi not etmeden geçemeyeceğim: ‘‘Ben sizin yerinize kendimi koyuyorum, siz de benim yerime kendinizi koyun ona göre hareket edin...’’

Gelelim işdünyasından gelen taleplerin bazılarına:

- İthalatı engellemek için Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu (KKDF) kesintisi var. Yüzde 6 uygulanıyor. Bunun yatırım mallarında, hammadde ithalatında kaldırılması isteniyor. Bir sanayici diyor ki ‘‘Benim devletim, benim gavurun kredisiyle getirdiğim hammadde üzerine yüzde 6 KKDF uygulayarak ey sanayicim sen yatırım yapma diyor. Ya da bankalardan yüzde 16 ile kredi al bat, git diyor. Bu Fon'un devlete getirisi var kuşkusuz ama getirdiğinin on katını götürüyor. Keşke hammadde ithalatı, yatırım malı ithalatı artsa. Lüks tüketime, Türkiye'de üretilen mala koysunlar da yatırım mallarına, makine, teçhizata, hammaddeye, vadeli imkanla getirdiğimiz krediye konmamalı.’’

- KOBİ'ler için sermaye birikimi önemli kuşkusuz. Ayrıca Türk şirketlerinin sermaye yapısı zayıf biliyorsunuz. Bir talep de bu yönde oluyor. Deniliyor ki karını sermayeye katanlara kolaylık sağlansın. Sermayeye katılan pay vergi dışı tutulsun. (Gelir vergisi alınıyor)

- Yatırım indiriminde stopaj hadisesi vardır. Bunun da kaldırılması isteniyor. Bir başka sanayici diyor ki ‘‘Bırakın civciv tavuk olsun yumurtlasıın. Civcivken öldürme. Teşvik Uygulama'nın hesaplarına göre bir kişiye istihdam yaratmanın bedeli bu sene 45 milyar liraya çıkmış. Yatırımın önündeki engeller kaldırılmalı.’’

- Eximbank'tan kredi modelinin değiştirilmesi de talep ediliyor. Bir başka işadamı bu noktada şunu söylüyor: ‘‘Eximbank'tan direkt gidip kredi alamazsınız. Önce aracı bankaya gidersiniz. Teminat mektubu verir bir şart koşar. Aldığın paranın yarısını bende mevduat tutacaksın der. Devletin verdiği krediyi bankalar tutar, yüksek rakamlarla satar devlet de ihracatı destekliyorum der!’’ Eximbank'tan direkt kredi alma modeline geçilmesi isteniyor kısaca.

Türk Günü Yürüyüşü

Yıllardır New York'ta ‘‘Türk Günü Yürüyüşü’’ yapılır. Yılda bir kez.

Türk Amerikan Federasyonu Dernekleri organize eder.

Türkiye'nin tanıtımına bir nebze de olsa katkısı vardır. Eksikliğini duyduğumuz Türk lobisi için de bir nüve teşkil edebilir.

Bu yıl, New York'taki Türk Günü Yürüyüşü'nün 19 Mayıs'ta olması planlanıyor. Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun genç bir başkanı var. Egemen Bağış. Duyduğuma göre Ankara'da temaslarda bulunuyormuş. Bazı Bakanlarla ve işadamı örgütlerinin temsilcileriyle görüşmüş. Amaç, bu etkinliği haftaya, büyük bir festivale dönüştürmekmiş. Destek ve yardım istiyorlarmış. İşadamı örgütleri standlar açıp ürün sergileme işini yapacaklardır sanırım.

Turizm ve Kültür Bakanlıkları da üzerine düşeni yapacaktır herhalde.

Ama Dışişleri Bakanlığı ve Tanıtma Fonu’nun bağlı bulunduğu MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli de bu işe el atmalı. Egemen Bağış onlarla da görüşmeli. Türk haftası veya festivali diyelim ne tür etkinlikler yapılması açısından birlikte hareket etmeliler. Ne bileyim Tanıtma Fonu'ndan katkı sağlamalılar. Sözde Ermeni soykırım tasarılarının bazı Avrupa ülke parlamentolarında kabul edildiği şu günlerde akılcı, belgelere dayanan ciddi lobiye ihtiyaç var. Hep, dışarıda imajımız kötü diyoruz ya. İşte fırsat, imajımızı yalanların, abartıların üzerine değil gerçekler üzerine oturtalım, anlatalım, dürüst olalım. Alıngan davranmayalım, herkes bize karşı paranoyasından vazgeçelim...

Geçmiş olsun sayın Bakan

Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Recep Önal'ın haleflerinden çok farklı bir çizgiye sahip olduğu zaten belliydi... Geçen gün kulağımıza çalınan haber bu çizgiyi iyice belirgin kıldı.

Hatırlarsınız, skandallar ayrı, geçmiş ekonomi bakanlarının her hareketi, ziyareti, nefes alıp vermeleri bile haberdi... Kapılarında, sebeplenmek isteyenlerin oluşturduğu uzun kuyruklar eksik olmazdı... Ne var ki devir değişti, bakanlık koltuğuna Recep Önal oturunca bu kuyruklar kayboldu. Kimse Bakan'dan ayrıcalık bekleyemedi.

Duyduğumuza göre Bakan Önal, kısa süre önce bir operasyon geçirmiş. Birkaç gün hastanede yatmış. Ama kimse duymadı, farketmedi, daha doğrusu kamuoyuna yansımadı. Hazine çalışanlarının çoğu dahi duymamış.

Bu anlamda da kapısında ‘‘geçmiş olsun’’ kuyrukları olmadı.

Siyasette, Bülent Ecevit'in estirdiği ‘‘tevazu’’ rüzgarına uygun tavır sergileyen Bakan Önal'a geçmiş olsun diyorum.

İşadamları biraraya gelince hayır çıkmıyor!

Sohbet ettiğimiz işadamlarınden biri de Ankara Sanayi Odası Başkanı Zafer Çağlayan'dı. Kısa diyaloğumuzu aktarıyorum:

- Zafer Bey, zirve sonrası durumunuz ne?

- İşadamları biraraya geldi mi iki işadamı bile olsa hayır çıkmıyor. Moral bozukluğu, pesimistlik çıkıyor. Motivasyonumuz bozuk. Hergün kahroluyorum, suratım bin parça. Bir bakıyorum bir fabrika hacizden satılmış, bir bakıyorum bir arkadaşımız işçilerini çıkarmaya başlamış... Artık biraraya gelmeyelim daha fazla moral kaybetmeyelim diye düşünüyorum.

- Yaşanacakları aşağı yukarı tahmin ediyordunuz...

- Enflasyonla mücadelede daralma olur, bazı firmalar batar ama gel görki sanayii tasfiye oluyor.

- İstikrar Programına başından destek oldu işdünyası. O zaman gördüğünüz yanlışları daha yüksek sesle seslendirseydiniz.

- Ben kötü adam oldum. Daha fazla ne konuşayım. Her iki taraf bakımından da kötü adamım, Erol Taş misali. Bürokrat diyor ki çok eleştiriyorsunuz, oda meclisi diyor ki daha fazla konuş. Kötü adamım yanı söyleyebileceklerimin binde birini söyleyemiyorum. Başından beri IMF'ye taahhüt ettiklerinizi yapın diyoruz daha ne diyelim. Ama, IMF ve Dünya Bankası samimi yaklaşmıyor diye düşünmeye başladım...

- Program Türkiye’nin son şansı değil mi? Bazı şeyler niye baştan görülemiyor acaba?

- Doğru diyorsun. Maalesef biz Türkler'in kötü bir alışkanlığı, yapısı var. Göç yolda düzelir, istim arkadan gelir gibi atasözlerimiz var. Dünyada böyle bir şey yok. Göç baştan düzelir, senaryolar yazılır yola öyle çıkılır doğrusu budur tabii...

Yazının devamı...
Oya Berberoğlu: Unutmayın size ikinci paraşüt vermezler
10 Şubat 2001





Oya BERBEROĞLU

TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, önceki akşam bizim binaya gelmişti. CNN Türk'ün ekonomi haber bültenine konuk olmuştu. Akabinde biraz sohbet ettik.

Son günlerdeki bazı sektör temsilcileriyle hükümet yetkililerinin zirve toplantılarını, ekonomik gidişi de konuştuk.

Özilhan da uygulamadaki ‘Ekonomik İstikrar Programı’ndan kesinlikle taviz verilmemesi gerektiğini savunanlardan.

Ancak bu istikrar programında bir ‘‘kırılma’’ havasının estiğini de görmezden gelmiyor. Endişeleniyor. Delik açılırsa sonumuz olur demeye getiriyor.

Geçenlerde ABD Büyükelçisi Pearson, Tuncay Özilhan'a, TÜSİAD Başkanlığı'na seçilmesi dolayısıyla nezaket ziyaretinde bulunmuş. Ekonomi gündeme gelmiştir doğal olarak, bakış ortaya konmuştur. Neler konuştunuz deyince Özilhan, ‘‘Katıldığım bir şey söyledi. ‘İkinci bir paraşütünüz yok’ dedi. Açtığınız paraşütle yol almak, çakılmadan inmek zorundasınız demeye getirdi’ dedi.

Ne demek bu? Anladığım kadarıyla bu ekonomik programın sürmesi zorunlu, aksi halde duvara çarpılır anlamına geliyor. Açılan paraşüt de geçen kasım ayında yaşanan mali kriz sonrası IMF'yle imzalanan 10.4 milyar dolarlık Ek Rezevrv Kredisi'ni de içeren anlaşma.

Dün kaldığımız yerden devam edelim. Şimdi hükümetin daha ciddi, kararlı ses yükseltmesi gerekiyor. Eğer gerçekten ‘Ekonomik İstikrar Programı’ndan taviz vermeme niyetindelerse.

Çünkü son günlerde yaşananlar, programı bozma konusunda, piyasalardaki anlayışla, hükümet edenlerin anlayışını örtüştürmüyor. Enflasyonu düşürme programından etkilenen sektörlerin taleplerinin yerine getirileceği mesajları, piyasalarda hükümetin programdan vazgeçeceğine işaret sayılıyor.

Uygulamadaki istikrar programının belkemiğini enflasyonu düşürmek oluşturuyor. Belki ekonominin bu kadar daralacağı, durgunlaşacağı beklenmiyordu ama sıkıntı yaşanacağı başından beri biliniyordu. Herkes ayağını yorganına göre uzatmak zorunda! Sanayicinin canı yandı al bir taviz, ihraatçının canı yandı ver bir tavizle nereye gidilebilir? Son yine yıllardır yaşanan yüksek enflasyon kısırdöngüsü olmaz mı? Bu da halkın canının yanması, omuzlarındaki yükün artması, kaderinin değişmeyeceği anlamına gelmez mi?

Fuat Miras ayıp etmedi mi?

Başbakan ve Başbakan Yardımcıları'yla bazı sektörlerin temsilcileri zirve toplantısı yaptılar ya. İşadamları örgütlerinin temsilcileri, dertlerini anlattılar, taleplerde bulundular.

Niçin Fuat Miras ayıp etmedi mi diye soruyorum. Öğrendiğime göre katılımcıları TOBB Başkanı Fuat Miras belirlemiş. İTO çağırılmadı biliyorsunuz (ATO da öyle). Bu da doğru değil tabii. 300 bin ticaret erbabının üyesi olduğu bir örgütün o toplantıya çağırılmaması, sadece TOBB Başkanı Fuat Miras ile İTO Başkanı Mehmet Yıldırım arasındaki çekişmeyle açıklanamaz. O iş başka bu iş başka.

Fuat Miras o toplantıya bazı ortaklarını da davet edeceğine, onların yerine geniş kesimleri temsil eden diğer oda başkanlarını veya vekillerini çağırsa daha faydalı bir iş yapmış olacaktı. Ayıp etmedi mi derken ortaklarını çağırmasını kastediyorum.

Biri Recep Sami Yazıcı, kendisi Diler Demirçelik firmasının sahibi. (Halen Demirçelik Üreticileri Derneği Başkanlığını da yapıyor mu?) Miras'ın da ortağı. Diğer'i ise Cengiz Kaptanoğlu. Armatör aynı zamanda Deniz Ticaret Odası Başkanı. Armatör olan Fuat Miras'la da ortaklar.

Hem Fuat Miras, Kaptanoğlu olmadan da denizcilik sektörünün sorunlarını aktarabilirdi. Çünkü, TOBB'un başına ‘‘deniz yoluyla’’ geçmişti.

Yanlış anlaşılmasın bir sektörün temsilcisidir Cengiz Kaptanoğlu, ki -Konsey'in de üyesi- çağrılabilir o zirve toplantısına. Ama eğer kısıtlı sayıda (40) katılım isteniyorsa TOBB Başkanı Fuat Miras, davet listesini hazırlarken, ekonomideki paylara, istihdama, sıkıntıya göre daha adaletli davranmalıydı diye düşünüyorum.

CHP azınlıklarla ayrı toplantı yapsın

Genel Yayın Müdürümüz Ertuğrul Özkök kısa süre önce yazmıştı. CHP'nin ‘Bizim Yabancılar’ adını verdiği toplantısını. Pera Palas'ta yarın yapılacak ve bu ülkede yıllardır yaşayan yabancı konuklar Türkiye'ye bakışlarını anlatacaklar. CHP ve Deniz Baykal da dinleyecek.

Bu toplantıya Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II de davet edilmişti. Ancak ben katılacağını sanmıyorum.

Kuşkum yok CHP'ninki iyiniyetli bir davetti ama ince çok önemli bir nüans unutulmuş görülüyor. Çünkü Mesrob Mutafyan ve temsil ettiği Ermeniler (70 bin) ‘Bizim Yabancılar’ olarak addedilemezler. Onlar Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşları.

Bu haklı hassasiyetten dolayı Mesrob Mutafyan'ın ‘Bizim Yabancılar’ toplantısına katılacağını sanmıyorum diyorum.

CHP o söz konusu toplantıya, belki Türkiye'de yaşayan ancak Ermenistan vatandaşı olan (30 bin kadar), ruhani liderleri de soykırım bildirisini imzalayan Ermenistan Patriği Karekin II'yi davet edebilirdi.

CHP'ye bir önerim var. Halki Palas gibi, bunun gibi güzel toplantılar yapıyorlar. Türkiye'yi dinlemek istiyorlar. Parti programlarını, söylemlerini ona göre düzenleyecekler sanırım. Önerim şu; azınlık vatandaşlarımızın fikirlerini dinlemek için ayrı bir toplantı yapsınlar. Kimlikleri Türk olan Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Süryaniler için, bizim azınlık vatandaşlarımız için başka toplantı düzenlesinler.

Ancak 500 trilyon olur

Gelir, kurumlar ve KDV içinbir düzenleme yapılıp vergi borçları için kolaylık sağlandı. Çöp vergisini veya emlak vergilerini kapsamıyor.

Bazı Maliyecilerle konuşuyordum, süresini (18 ay), zamanlamasını yanlış, faizi (yıllık %3) de düşük buluyorlar. Daha önce Türkiye'de benzer düzenleme olmuştu. (97-1998) 12 ay ve yıllık yüzde 12 faiz olarak uygulanmıştı. Ancak 150 trilyon lira toplanmıştı. Bu sefer ‘‘400-500 trilyon ancak toplanabilir’’ diyorlar.

Peki vergideki yeni düzenleme dolaylı af değil midir? Haksızlık olmuyor mu? Bizim vergi uzmanlarımızdan Abdülkadir Küşin'e sordum. Aksi görüşte:

‘‘Çok doğru karar. Bir haksızlık düzeltiliyor. Maliye Bakanlığı, eskilerin tabiriyle murabaha faizi yani tefeci faizi alıyordu. Faiz aylık yüzde 12'lere çıkmıştı. Faizi de vergi borcunun üzerine ekliyor ana para muamelesi yapıyor böyle katlanarak gidiyordu. Son düzenleme haksızlığın telefisidir, asla vergi affı değildir.

Ciddi kuruluşlar zaten vergilerini ödüyorlar. Vergisini ödeyenlere, faizle borç alarak vergisini ödeyenlere kuşkusuz haksızlık oluyor ama haksız yere vergi borcu şişenler çoğunlukta. İşte bu haksızlık düzeltiliyor. Zaten dürüstler ödeyecektir vergisini.’

Yazının devamı...
Oya Berberoğlu: Ya hayali ihracata göz yumacaksınız ya da
9 Şubat 2001





Oya BERBEROĞLU

İHRACAT ile ithalat arasındaki reel fark (20 milyar dolar) ithalat lehine giderek büyüyor. İstikrar programı uygulamaya girdiğinden bu yana sektörden de ‘‘programın ihracat ayağı eksik’’ eleştirileri yapılıyordu.

İstikrar Programı’nın can acıtıcı etkileri görülmeye başlandı. Programdan tavizler de! (Bakınız dolaylı vergi affı) Tekrar ekonomide o korkunç sarmala (enflasyon, yüksek faiz vb.) mı gireceğiz? Allah göstermesin.

Neyse Hükümet, reel sektör tabir ettiğimiz kesimlerle toplantılara başladı. Önümüzdeki günlerde ihracatçılarla ayrı bir toplantı daha yapılacakmış.

Hükümet'in iş dünyasının önde gelen temsilcilerinin ‘‘dertlerini’’ dinlediği önceki günkü zirve sırasında, bazı işadamlarıyla konuştum. Biri de Akfen'in patronu Hamdi Akın'dı. Hamdi Bey'e sordum, ‘‘Ekonominin tıkanmasını aşacak bir çıkış yolu var mı?’’ diye.

‘‘Maalesef gelinen nokta çok acı. İki alternatifli yolları kaldı. Ya bu Hükümet hayali ihracata gözyumacak, ya da farklı kur politikası uygulayacak. 20 milyar doların gelmesi lazım. Haziran ayına kadar tedbir almazlarsa ilk etapta mutlaka yüzde 7.5 arkasından biraz daha fazla devalüasyon yapmak zorunda kalacaklar’’ diye özetledi.

(Bir zamanlar merhum Turgut Özal'ın yaptığı hayali ihracata göz yumma olayı! Olacak iş mi? Böyle bir şey olamaz tabii.)

Hamdi Akın'ınki bir öneri değil kuşkusuz, ekonomik saptamalarını yapıyor. Akın'ın görüşlerini detaylandıralım. Hamdi Akın diyor ki:

- Normal ihracat yapacak ne malınız ne de haliniz var. İhracatı teşvik edemiyorlar. Öyle bir heves de yok. Ama ihracatı artırıcı tavizleri vermek zorundalar. Acil tedbir almak zorundalar. Aksi halde ehveni şer ne yapacağız Allah kahretsin dışarıdaki dövizleri bir yolla getirmek zorundayız. Türkiye'nin kurtuluşu bu dövizlerde.

İhracatı artırmadan, ithalatla farkı kapatmadan ve ülkeye taze döviz sokmadan bu işin çözümünü bulmaya imkan yok. Ya hayali ihracata göz yumacaklar dediğim gibi ya da ihracat yapana farklı kur uygulayacaklar. Yoksa zaten devalüasyon kaçınılmaz geliyor...

Böylelikle ihracata yüklenilecek. Üretim ayaklanacak. Mart sonuna kadar da uygulanacak politikayı ilan etmeleri gerekiyor. Ne bileyim ya da turizmden 5 milyar dolar artı gelir elde etmemiz lazım. Bu da çok zor görünüyor.

Akın'ın görüşleri özetle böyle.

Mal çıkarmadan döviz getirme, yani hayali ihracat ve tabii vergi iadesiyle devletin söğüşlenmesi yoluna göz yumulacağına ihtimal vermiyorum. Hükümet'in farklı kur uygulamasına geçeceğini de sanmıyorum. Ama devalüasyon için bir şey diyemeyeceğim!

Dar alanda kısa paslaşmalar

O filmden söz etmeyeceğim. Hani dedim ya Hükümet yetkililerinin, iş dünyasının bazı temsilcileriyle yaptığı toplantı sırasında, ben de önde gelen bazı işadamlarıyla konuştum diye. İşte bu toplantılara ilişkin bakışlarını aktarmak istiyorum sizlere.

Dar alanda kısa paslaşmalar diye tabir etti bir işadamı bu görüşmeleri. Bir diğeri ‘‘Geyik muhabbeti’’ dedi. Bir başkası ‘‘O taplantıya katılanlar Hükümet'in sivil hayattaki temsilcileri zaten’’ demeye getirdi.

Biliyorsunuz bizim memleketimizde hep toplantılar yapılır, raporlar sunulur, kurullar kurulur, siyasiler vaadlerde bulunur falan. Ancak her ne hikmetse uygulamada yaya kalınır.

Örneğin yıllardır Ekonomik Sosyal Konsey diye bir kurul oluşturulmaya çalışıldı. Bozuldu, yapıldı. Ama toplanıp da uygulamaya geçirilen bir karar çıkamadı. Bu hükümet döneminde de söz konusu konsey hiç toplanamadı.

Bakalım ekonomimizin önde gelen bazı işadamları son günlerdeki zirve toplantılarına nasıl bakıyorlar? Aslında yukarıda özetlemeye çalıştığım gibi sonuç alınacağını sanmıyorlar. İster muhalefet deyin ister gerçekleri söylüyorlar deyin bakın neler diyorlar?

- Bu toplantılar geyik muhabbeti. Hiçbir şey olmaz. 50 kişi varmış, hükümet dinlemiş. Bir anlamda, bu noktada istikrar programı da bitmiş gibi görünüyor. Bağırışın çağırışın olmadığı yerden sonuç çıkmaz. Askeri disiplin esası içinde bakanların önünde ceketlerini ilikleyen işadamları demek lazım. Gösteri yapıyorlar, Hükümet işadamlarından onay aldık gösterisi yapıyor. O işadamları zaten onların sivil hayattaki temsilcileri.

(Devamı yarın)

Kupa finali Diyarbakır'a yakışır

TÜRKİYE Kupası final maçı, 11 Nisan'da oynanacak.

Fenerbahçe ile Gençlerbirliği karşılaşacak.

18 yıldır Türkiye Kupası yüzü görmemiş Fenerbahçe bu sefer kupayı alabilecek mi bilinmez ama Fenerbahçe Kulubü yetkililerinin bir atağı çok hoşuma gitti.

Galatasaray'ı yenerek final oynama hakkı kazanan Fenerbahçe yetkilileri, kararlarını maçtan hemen sonra açıkladılar. Final karşılaşması Diyarbakır'da yapılsın. (Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın Diyarbakırlı olmasının etkisi olmuştur herhalde)

İlgilenenler bilirler kupalarda final maçları tarafsız sahada yapılır. Hasılatın bir kısmı da o şehre gider. Fenerbahçe, Diyarbakır'ı öneriyor. Kendi payına düşen tüm hasılatı da vermek istiyor. Bir önemli gerekçe daha, şehit edilen Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ın anısı için olsa gerek. Rahmetli Okkan'ın, Diyarbakır'a, Diyarbakırspor'a çok emeği geçti. Bilebildiğim kadarıyla Okkan, Fenerbahçe Kongre Üyesi.

Dün duyduğuma göre, Gençlerbirliği ise İzmir'de oynanmasını istemiş.

Kararı Futbol Federasyonu verecek.

Diyarbakır'ın sahası küçük, 15 bin kişilik. İzmir'deki saha 70 bin kişilik. Ama olsun Gaffar Okkan'ın anısına, bir nebze de Diyarbakırspor'a katkı için final maçı Diyarbakır'da oynanabilir.

Sanırım Fenerbahçe, hangi saha olursa olsun final maçındaki gelirini Diyarbakır’a bırakacak.

Yazının devamı...
Oya Berberoğlu: Diplomatik statü ve ABD'nin rüşvet raporu
3 Şubat 2001





Oya BERBEROĞLU

ÖNEMLİ bir işadamıyla konuşuyordum. Ankara'yı iyi bilir. DGM Savcısı Talat Şalk'ın, ‘‘kriz!’’ yaratan, enerji kornusunda, IMF, Dünya Bankası ve AB gibi kuruluşlardan bilgi-belge istemesini içeren mektubuyla ilgiliydi sohbetimiz.

Mektup filan deyince, haber kaynakları sağlam olan bu işadamı tanıdığımız, ‘‘Duydun mu? Zekeriya Temizel'e, ABD Elçiliği'nden bir rapor ulaştırılmış. Bir aracıyla. Rüşvet alanları, verenleri de içeriyormuş. İçlerinde bazı önemli siyasetçiler varmış!’’deyiverdi.

ABD'nin mi, hangi kuruluşun resmi raporuymuş, bankalardan başka bir şeyleri de içeriyormuymuş diye sordum. Detay vermedi, ‘‘Gerisini sen hallet’’ dedi.

Böyle bir rapor gittiğini, başka bir kaynaktan doğrulattım. BDDK yetkilileriyle ise henüz görüşemedim. Detay alabilirsem aktaracağım.

Bir başka konuda önemli bir bilgi daha öğrendim. Hazine, Dünya Bankası, IMF, AB gibi kuruluşların Ankara'daki temsilciliklerine diplomatik statü vermişmiş. Devlete çalışan bir avukata danıştım. Hazine'nin böyle yetkisinin olmadığını söyledi. ‘‘Burası manda cumhuriyeti mi oldu’’ diye tepki gösterdi. Hazine, diplomatik statü konusunda bizi aydınlatır herhalde. Bakalım Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ne diyecek?

DGM Savcısı Talat Şalk'ın, sözünü ettiğimiz mektubuna karşılık dün aktardığımız, ‘‘Muhatabı biz değiliz, bizi pisliğe bulaştırmayın’’ diyen Dünya Bankası'nın direkt Enerji Bakanlığı'na, TEAŞ'a yazdığı bir yazı varmış. Bazı telkinleri içeren. Bu yazı kamuoyuna yansır mı dersiniz?

Gelelim bu önemli işadamımızın, Savcı Şalk'ın hükümet nezdinde tepki yaratan, inceleme konusu yapılan mektubuna ilişkin değerlendirmesine:

‘‘Bu kuruluşlar herşeyimizi didik didik ediyorlarsa ben adama sormaz mıyım senin temsilcilerin rüşvet verdi mi vermedi mi? Hangi şirketler için telkinde bulundun diye. Cevap verirler ya da vermezler. Biz bunların köpeklerimiyiz. Herkes haddini bilsin.

İşin garibi mesela bu Beyaz Enerji Operasyonu'nda Hükümet öyle ikili oynuyor ki. AA'nın, ifadeleri haber yapması konusunun perde arkasına bakın. Hükümet, ajansıyla karşı karşıya geldi gibi oldu. Yine bu operasyonda askerle karşı karşıya, son olarak da savcılarla. Bunlar tutuştukça tutuşuyorlar. Enerji işinin altından büyük rezalet çıkmasından korkuyorlar!’’

Bakan Yalova doğru söylüyor ama

Kısa süre önce, Özelleştirmeden ve Vakıfbank'tan Sorumlu Devlet Bakanı Yüksel Yalova'nın bazı sözleri yansıdı gazetelere. Söylediklerinin altına sanırım hepimiz imza atarız.

Bakan Yalova, ‘‘Türkiye'de esas yolsuzluk kaynakları, kamu ihaleleri, kamu bankaları ve özelleştirme alanına giren kuruluşlar’’ demişti.

Çok dürüst, doğru söyledi. Bunun üzerine bir iki noktayı yazmak farz oldu.

Demek istiyorum ki Bakan genel doğruları söylüyor da niye sorumluluğundaki kuruluşlarda buna göre hareket etmiyor?

Misal Vakıfbank. Bu banka tüzel kişilik olarak kamu değil ama sermaye anlamında kamu bankası.

Yalova'ya soralım. ‘‘Mahkemelere intikal etmiş hırsızlık, yolsuzluk dosyalarıyla tüm vaktimizi geçirmeyelim’’ diyorsunuz, tamam. Elbette yolsuzlukların üzerine gidilmesinden yanasınız. Peki mahkemelere intikal ettirilmemiş, bazı firmalarla ilgili dosyaların (Vakıfbank'tan kredili) zaman aşımına uğramasına niçin göz yumuyorsunuz? Misal Bayındır Holding'le, Antalya Havalimanı ihalesiyle, kredisiyle ilgili dosya (Başka bir bakanlık gönderdi) Başbakanlık'ta beklemede. Off-Shore konusunu yine soralım. Vakıf Off-shore'da hangi şirketlerin batık kredileri gizleniyor? Buradan kimlere, hangi firmalara kredi verildi, veriliyor? Bunların arasında batan bankaların patronlarıdan kredi almayan var mı acaba diye de sormak gerekiyor? İsimleri Bankalar Kanununa göre veremem diyebilirsiniz, sayısını söyleyin, risk tutarını açıklayın o zaman. Yıllardır ANAP'ın sorumluluğunda olan bu bankanın risk tutarını (off shore dahil) merak ediyoruz efendim...

İlk başlatan devlet

Bizde off-shore'u ilk başlatan devletti, Vakıfbank başlatmıştı.

Bu açıdan genelde paranın çalışma şekli şu oluyor. Örneğin Vakıfbank diyelim, parayı önce Kıbrıs'taki off-shore bankasına aktarıyor. Krediyi oradan veriyor. Ya da kredi vermek istedikleri şirketlerin faktöring, finansal kiralama gibi şirketlerine off-shore üzerinden kredi veriyor. Batakçılar da öyle korunuyor. Yani bu örnekte risk Vakıfbank üzerinden alınıyor, off-shore atılıyor. Vakıfbank'ın New York'taki şubesinden, off-shore'undan da keza.

Bankalar para satar, tamam da kime, hangi saikle verildiği, geri dönüşü önemlidir. Bankacılık bunu gerektirir. Vakıfbank'tan yap-işlet-devret modeline göre kredi kullanıp, ödemeyip, daha işletme aşamasına bile gelmeden Banka'ya çakılan otelcilikti, enerjiydi, madencilikti, havalimanıydı gibi işlere hiç girmiyorum. Yaz yaz bitmez. Bu mu özelleştirme, bu mu devletin yükünü azaltma, kaynakları heba etmeme.

Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu (BDDK) 'nun, kamunun off-shore işine el atmasını beklemekten başka çare yok gibi. Aman geç kalmasınlar, dosyalar zaman aşımına uğramasın.

Krediyi ben vermedim

Dünkü yazımızda Atlas Holding'in patronu Yunus Doğan'dan söz ederken, ‘‘Yeni naklenci eski Kombassan'cı’’ demiştik. Yunus Doğan'ın, Kombassan'ın Petlas şirketi'nde eskiden ortak olduğunu, ANAP’ın sorumluluğundaki Vakıfbank'tan, Hazine'nin ve bakanın ‘‘kredi verilemez’’ yazısına karşın, kredi verildiğini (1998) yazmıştım.Vakıfbank'ın eski Genel Müdürü Hasan Kılavuz yazılı açıklama gönderdi. Şöyle diyor: ‘‘Yazınız üzerine, benim dönemimde sözünü ettiğiniz kredinin kullandırılıp kullandırılmadığını merak eden, soran, çok sayıda telefon ve faks maruz kalmam hasabiyle açıklama yapma gereği duydum. 22.07.1997-10.03.1998 tarihleri arasında Vakıfbank Genel Müdürü olmam nedeniyle görev yaptığım süre içersinde, Kombassan'a veya Petlas'a herhangi bir kredi kullandırmam söz konusu olmamıştır. Kredi benim dönemimi içermemektedir.’’

Aşka dair

Yok yok aşk üzerine bence pek güzel düşüncelerimi yazıp, ahkam kesmeyeceğim... Azıcık dedikodu yapalım. Dedikodu dediysek her dedikodunun altında bir gerçek vardır...

Bu kişi çok ünlü bir avukat. Banka operasyonlarının kilit ismi. Sosyetenin ünlü güzel bir duluyla da gönül ilişkisi hep konuşulurdu zaten.

İşte şirketler hukukunda derin bilgisiyle ünlü bu avukat, bankalarını hortumlaktan, çete oluşturmaktan tutuklu sanıklarla da yakın dost. Çoğunun avukatı, bazılarının ortağı. Bu avukata geçenlerde bulunduğu cezaevinde bir hanım ziyaretçi gitmek istemiş. Ancak, ziyarete izin verilmemiş. Yüksek yerlerle akrabalık ilişkisi olan bu hanımla avukatımız arasında gönül ilişkisi de varmış.

Yazının devamı...
Oya Berberoğlu: Dünya Bankası: Pisliği bize bulaştırmayın
2 Şubat 2001





Oya BERBEROĞLU

SAVCI Talat Şalk'ın Dünya Bankası, IMF ve AB temsilciliklerine, Beyaz Enerji Operasyonu konusunda yazdığı mektup vardı ya. Bilgi, belge istiyordu. Hani siyasi kriz yaratan...

Önce şunu söyleyelim. Dünya Bankası'nın Türkiye'de neredeyse 20 yıldır temsilciliği var. AB keza. Sadece IMF temsilcilik açmak istemişti, izin verilmedi. Uluslararası Para Fonu (IMF) da Dünya Bankası'nın Ankara'daki bürosunda, onun kanatları altında.

Şalk'ın mektubu üzerine IMF'nin ve AB'nin cevapları basına yansıdı. AB, bröşür göndermiş. IMF de Fon'un yasal statüsü gereği arşivlerinin açılmasının ve isteyenlere belge verilmesinin mümkün olmadığını bildirmiş.

Acaba Dünya Bankası ne düşünüyor diye önceki gün o çevrelerle konuştum.

Özetle şu duygu ve düşüncedeler:

‘‘Türkiye'deki pislikler bize de bulaştırılmak isteniyor. İcraattan sorumlu olan Türk Hükümeti'dir. IMF gibi biz de dış kredidör kuruluşlarız, finansörüz. Enerji özelleştirmeleri konusunda da politikalarımız açıktır. Kurallarımız da açıktır. Dış kurumlar vasıtasıyla bu tür yolsuzluk operasyonlarını çözmek yanlıştır. Bu tür şeylerin bize sorulması saçmalıktır. Yolsuzlukların muhatabı biz değiliz.’’

İnce bir nüans unutuluyor gibi geliyor bana.

Dünya Bankası Türkiye'ye verdiği kredilerde (enerji, bayındırlık v.s.), yani kendi verdiği kredilerde, o ihalelerle ilgili şartanameleri düzenleme, onaylama, ihaleyi sonuçlandırma, kime verildiğini onaylama gibi işleri yapıyor. Kendi verdiği kredilerle ilgili ihalelerde yetki onlarda, onay mercii onlar. Yani ‘‘Bizi ilgilendirmez’’ diyemezler.

Yeni naklenci eski Kombassan’cı

İlk kez Atlas adını GSM 1800 İhalesi'nde duymuştum. Genpa ve Demirbank ile birlikte katılmışlardı ihaleye. Sonra Borsa bazında da bazı karışıklıklar olmuştu.

O zaman sormuştuk bu Atlas Yapı şirketi kimindir diye. Yunus Doğan'ın dediler. Öye iddialar olmuştu ki ‘‘paravan şirket, alavera dalavera’’ demişlerdi. MHP yanlısı diye devam etmişlerdi. Yunus Doğan, dünkü gazetemize verdiği demeçte ülkücülüğünü, şirketlerini, ne tür işler yaptığını anlattı.

Hafızamı yokladım bu Atlas'ı yıllar önce biryerlerden daha duymuştum sanki. Hatırladım sonra, evet Kombassan'ın ortağıydı Yunus Doğan. Petlas ihalesine beraber girmişlerdi. Yüzde 8'di sanırım ortaklığı. Sonra ayrıldılar, neden bilmiyorum.

Kombassan'ın ortağı olduğu zamanlar Vakıfbank'tan kredi işi vardı. O zaman Ekonomiden Sorumlu Bakan Güneş Taner idi. Bakan'ın, Hazine'nin kredi verilemez yasısına rağmen Vakıfbank'tan 30 milyon dolar kredi kullanmışlardı. Kredi geri ödendi mi acaba? Kredi alındıktan sonra ortaklıkları bitti diye hatırlıyorum. Çukurova Grubu'nun Digitürk firmasıyla beraber maç naklen yayın ihalesini alan Yunus Doğan, her işadamı gibi bazı özel bankalardan da kredi kullanıyor ve ödeme güçlüğü de çekebiliyor tabii. En azından bir tanesini ödeyemediğini biliyorum. Takriben 1 milyon dolarlık kredi. Ankara'daki iş merkezi de (Hattatlar'ın otelinin yanındaymış) ipotekli olduğu için bir bankaca alacaklarına karşılık el konulmuş.

Dün bir Bakan ile konuşuyordum. Işık TV'nin sahibi olan Yunus Doğan için şu yorumu yaptı:

‘‘Arkasındaki güç MHP. Neyin nesi neyin fesi pek bilmiyorum. Bunlar aslında bana göre MHP'nin parası. Her işe bu adamı yamıyorlar. MHP de herkese yakın...’’

MHP'nin de bir işadamı olacak, o da zenginini yaratacak öyle değil mi? ANAP'ın DYP'ninkiler say say bitmez zaten! Aile resimleri falan...

Savcı Şalk doğrusunu yapıyor

Terörist başı Apo'yu da sorgulayan yılların Savcısı Talat Şalk, Beyez Enerji Operasyonu adı verilen soruşturmayı yürütüyor.

Biliyorsunuz, ANAP'ın bakanlıklarından Enerji Bakanlığı'nda, bazı ihalelerde yolsuzluk, usulsüzlük iddialarında somut delillere ulaşıldı. Çıkar amaçlı suç örgütü iddiasıyla tutuklamalar oldu.

Savcı Şalk, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Birliği (AB)'ne mektup yazarak ‘‘Enerji konusuyla ilgili varsa belge ve bilgileri, 7 gün içinde iletmelerini’’ istedi. Enerji sektörünün özelleştirilmesiyle ilgili telkin ve tavsiyelerde bulunup bulunmadıklarını da sordu. Söz konusu yabancı kuruluşların Türkiye'deki temsilcilikleri de Başbakanlığa bu mektubu fakslayıp ‘‘Ne yapalım?’’ diye sorunca tabir yerindeyse kıyamet koptu! (Laf aramızda, Enerji Operasyonu tamamına erdirilebilirse asıl kıyamet o zaman kopacak. Bütün hezeyanlar bundan.)

İşte Savcının bu mektubuna Koalisyon Hükümeti çok bozuldu! Vay efendim nasıl sorarmış!

Başbakan Bülent Ecevit, ‘‘Bu eşi görülmemiş bir yöntemdir, devletimizin saygınlığına gölge düşürecek niteliktedir Savcı yetkisini aşmıştır’’ gibi açıklamalar yaptı.

Çok şaşırdım.

Devletimizin saygınlığı, temizlik operasyonlarının düzgün, hukuk içinde yürütülmesi ve sonuçlandırılmasıyla eksilmez, artar.

Savcı Şalk'ın Dünya Bankası, IMF, AB gibi kuruluşlardan bilgi, belge istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Türkiye yolsuzluklardan çürümüştür diyenler bunlar değilmidir. Kanıtlarını da biliyorlardır, cevaplarını da versinler o zaman! Telkin ve talimatları yok mu Allah aşkınıza. Kimse kimseyi kandırmasın. Kaldı ki Savcı Şalk, bırakın kanunlardan aldığı yetkiyi, teammüllere de uygun davranmıştır. Mektubunu bu kuruluşların Ankara'daki temsilciliklerine yazmıştır, yurtdışındaki merkezlerine değil.

DGM'ler olağanüstü durum mahkemeleridir. Bizde çok uzun yıllardır var. Kalkıp kalkmamaları ayrı tartışma konusu tabii. Cumhuriyet savcıları bütün kurum ve kuruluşlardan, şahıslardan bilgi belge isteyebilir. DGM kanunu da Ceza Muhakemeleri Usul kanunu da onlara bu yetkiyi veriyor.

Velhasıl Şalk, benim nazarımda hem doğru yapmış, hem de ciddi, onurlu bir ses yükseltmiştir. Türkiye'de temizlik yapılması gerektiğini her vesiliyle dile getiren bu yabancı kuruluşlar da karşılığını versinler. Onlar da onurlu bir ses yükseltsinler. Hükümet'in tepkisi ise adalete müdahale değil midir? Aklıma şu geliyor: Eski politikacılar kendilerine karşı yapılmış bir şeyi devlete karşı yapılmış gibi addediyorlar!

Adı avanta

BEYAZ Enerji ile ilgili Ankara'daki dedikodulara bakılırsa- ki TEAŞ'ın bazı bürokratları bu yönde ifade vermiş diyorlar- nükleer enerji, mobil santral, yap-işlet-devret ihaleleri gibi bazı ihalelerde ‘‘avanta’’ dağıtan ABD'li şirketler varmış. 20 milyar dolarlık pazardan ihale alabilmek için bazı siyasilere, bürokratlara 1 milyar dolar avanta dağıtıldığı kulaktan kulağa yayılıyor. İşte para geri istenip alamayınca da enerjide güya düğmeye basılmış.

Bu arada bir not vereyim. Bayındırlık dosyası da gündemde de. Söz enerjiden açılmışken Mavi Akım Projesi'yle ilgili dosya tamamlanmış. ‘‘Kara'nın Karası’’ tabir edilen Jandarma Komutanlığı'nda şu anda incelemedeymiş. Yakın zamanda bu dosya açılacakmış. (Beyaz Enerji'de onlar düğmeye bastı.)

Mavi Akım projesinde iki yanlış üzerinde duruldu hep. Bu işin ihalesiz verilmesi ve fiyatların diğer hatlara göre 3 misli pahalı olması. Bir de tabii Meclis'ten niye geçirildiği. Rus tarafı boru hattını bitirmeden sen niye acele ettin diye de soruyorlar. Enerji işi bazılarını fena tutuşturdu. Bir savaş var. Bu ülkede siyasetci siyasetciyi koruyor da nereye kadar korunabilecekler merak ediyorum...

Yazının devamı...