(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Ebru Köksaldı" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Ebru Köksaldı" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Ebru Köksaldı

Muzip çocuk ve ustası
17 Eylül 2012

(bu yazı, Fenerbahçe’nin müessese tekelini kırarak 16 yıl sonra kazandığı lig şampiyonluğu sonrası yazılmıştır. 3 Haziran 2007)

Her oyun durduğu an Mirsad’ın gözleri Aydın Örs’ün gözlerinde. Bahane arıyor yanına gitmek için. Azıcık ışık görsün kopup geliyor kenara. Atıyor elini Aydın hocanın omuzuna, başlıyor istişareye: “hocam Semih şuraya kaysın, tamam oldu değil mi hocam, oldu oldu... hadi beyler bakın hocamız neler söylüyor...”
 
Semih ve Oğuz'a saha içinde hata yaptıklarında fırça çekerken ise Aydın Örs oluyor birdenbire. Kaşları çatılıyor, gözleri yanıyor, yüzündeki çizgiler fazlalaşıyor.

24 sn süresi dolmuş, Kerem Gönlüm saha dışında topu çevirmeye çalışıyor. Tabi ki ilk yaygarayı koparan yine Mirsad.  Hemen kanatlarını açıp uçuyor hakemin yanına. Çembere alıyor ki kimse yaklaşmasın ve kulis yapmasın diye! Oysa hakem çoktan 24 saniye kararını  vermiş, bunu görüp kafayı "evet evet, bravo" diye sallayarak ve alkışlayarak tribünlere amigoluk yapmaya gidiyor.

Atılan her adrenalin, kopma anı basketinden sonra haykırarak, dudaklarını ve yumruklarını sıkıp kendi kendine kutlayışı, yakarışları, mest olduğu için bayılma ve erime noktasındaki halleri... Taraftar gibi.

Bir tek kendi sahasından driplingle topu sürüp Steve Nash’cilik yapmadığı kalmıştı, onu da 3. maçta gördük çok şükür.

Fenerbahçe savunmasıyla Efes’i boğuyor, topu kaybettiriyor. Mirsad tribünlere dönmüş, ama yan gözle de Aydın Örs’e bakıyor. Uyarıyı alınca hemen geri dönüyor. En büyük silahı o haşarı çocuk gülüşü. Muzipçe, gözlerini büyülterek Aydın Hoca’ya bakıp yüzünü şekilden şekile sokup derdini anlatmaya çalışıyor. Eller kollar sürekli hareket halinde: "Ya hocam bak ben onu tutmaya gitmiştim, o bana vurdu ya! Hakem vermedi faulü. Ben ne yapayım!" ...

Aydın Örs ona kızdığı için kenara aldığında önce yalvarıyor, derdini anlatmaya çalışıyor, nafile! Havluyu kaptığı gibi sırtını dönüp en uç noktaya gidiyor. Ağzı sürekli oynuyor, ama bu sefer yüz ifadesi "bana bulaşanı yakarım" diyor. Jet hızıyla geri dönüp önceki çocuk ifadesine bürünmesi ve Aydın hocaya ağlamaya başlaması arasında ise 3-5 saniye geçiyor. Aydın hoca bile bunu görünce yelkenleri suya indiriyor. Herkesin çekindiği  baba ve patron, Mirsad'a geldi mi tartışırken bile aslında gülüyor. Görüyorum, hissediyorum. Seviyor onunla bu atışmaları. Belki de gülme duygusunu bastıramadığı, otoriter Aydın Örs imajını sahada terkettiği tek an.
 
3. maç... Bitime 3 dakika kala, takım eller belde dağılmış. maç bitsin diye bekliyor (dikkat ediniz tam Mirsad'ın oyundan çıktığı andır bu!) . Efes Pilsenli oyuncular atıyor basketleri birbir. Solomon orta sahadan 3’lük denemeleriyle Aydin Örs'un sinirlerini haşat ediyor (lafın gelişi. İlk defa Aydın hoca’nın buna tepkisiz kaldığını, sakin sakin durduğunu gördük). Mirsad sallana sallana benche geliyor. Şak şak yaparak. Reklam panoları arkasında 3 tane formalı miniğin yanına gidip başlıyor onlarla şakalaşmaya. Bir anda çerçeveye Nedim Karakaş giriyor (filmlerde otorite sağlamak için sert görünmek zorunda kalan babacan amca yani). Nedim Karakaş Mirsad'ı kulağından tuttuğu gibi (bakışlarıyla!)  “geç yerine, otur şuraya" diyerek sandalyesine yolluyor.

Tabi Mirsad "peki Nedim ağbi peki" havasında uslu uslu yola koyuluyor elinde havlusuyla. Ama gözleri "ağzım kulaklarımda" diye parıl parıl parlıyor.

"Cuma 15 bin kişi olacak burada" diyor double double’ci Mirsad. İsteğine de kavuşuyor. Ne taraftar onu üzüyor ne de o taraftarı. Sus işareti bile yapıyor. Ya Aydın Örs?

Mirsad: Ya ben bir sey yapmadım hocam ya!!!

Aydın Örs: Geç geç, otur yerine. Bıktım senden (iki eliyle yaka silkme hareketi eşliğinde)…

Biz ise sizleri izlemekten bıkmadık.
 

Yazının devamı...
İpin ucunu yakalamak
28 Ağustos 2012

Dost gibi görünüp insanları kandıran,  dışarıya laf taşıyıp alt oyanı çok.

Dış nifakçıların sofrasında oturanı da çok.

Bu kulübün sorunları yönetme şeklinde değişiklik yok.

Suskunluğun, oluruna bırakmanın işi çözeceğine inanma hayalciliğinde de.

O yüzden kapıyı kilitleyip soyunma odasında takım arkadaşını adamakıllı dövenler, senin doğal futbol krizlerin kadar gündem olmuyor.

Adli suç olan böyle bir konu bile normalmiş gibi kamuoyuna kabul ettiriliyor. Medya “büyük yönetim başarısı” diye yedirebiliyor.

Fenerbahçe, onların belirlediği kriterleri kırmak yerine düzeni kabullenerek devam ettiği sürece uçurumun kenarında gezecek.

Fındık kabuğunu doldurmayacak meseleler, kulübün geleceğini etkileyecek büyük krizlere dönüşmeye devam edecek.

Alex-Aykut Kocaman-Aziz Yıldırım… Kim haklı kim haksız? Muhatapları meselenin hala bu olduğunu sanıyorsa yanılıyor.

Mesela Alex gittiğinde bugün içini döktüğünüz veya perde arkası gerçekleri paylaştığınız o medya, bir kaç ay sonra “şu zaman Aykut Kocaman yaptığı sohbet toplantısında Alex hakkında şöyle şöyle demişti zaten”, “Alex’i gönderemiyorlardı, taraftar önünde gözden düşürmek için uğraştılar” diye manşetler atacak.

Ya da Alex kalıp başkaları yem edildiğinde bu sefer “Alex bir vakit teknik direktör ve başkan hakkında yakın çevresine şöyle şöyle demişti” diye karalayacak.

Mahzenden belki de unuttuğunuz şeyleri çıkartıp rencide etmek, itibarı zedelemek için haberler hazırlayacak.

Duracaklarını mı sanıyorsunuz?

Evet, kişiler asla Fenerbahçe’nin üzerinde değildir. Devam eden 3 Temmuz operasyonuna Fenerbahçeli halkın gösterdiği tepkinin özü de buydu zaten. Ama emek veren kişiler yüreğinin en üstündedir.

Taraftar yıprandı. Hırpalandı. Öfkesi taze. O öfkenin kaynağı insanlar sistemin içinde. Birikti, birikiyor ve bu doğru yere akıtılmazsa gelip kendisini vuracak. Vuruyor.

O yüzden her iç mevzuya tepki anında alev alıyor, bir anda yakıyor etrafı.

O yüzden kışkırtılmaya bu kadar açık ve hassas Fenerbahçelilerin duyguları.

2 Temmuz 2012 sonrası, 3 Temmuz 2011 sonrasından daha haşin geçecek. Manevi birlik daha da hayati olacak.

Ama gelenekler silinemiyor. Teknik direktör veya futbolcular hedefe oturtuluyor. Onlara altından kalkmalarını bekleyemeyeceğimiz yükler bindiriliyor. Saygınlıkları zedeleniyor. Teknik direktör, otoritesini yıpratacak tercihler yapmaya itiliyor. Hamlede geç kalma, tarif olunmaz kayıpların sebebi kişilere aile içini anlatma ve özeli paylaşma yanlışları devam ediyor. O medyayı meşrulaştırıyor. 3 Temmuzu yaşayan bir kulüp, hala 3 Temmuzun ortağı medyaya konuşuyorsa “niye 3 Temmuz oldu” sorgusunu bırakmalı.

Fenerbahçe’nin 20, 30, 40 yıldır başa sarması ile sonuçlanan domino kuralıdır: Sorunu yönetemeyerek, kurbanlar vererek bir sonraki kurban için yolu açmak. Bugün futbolcu, yarın teknik direktör, haftalar sonra da yönetim. Ya da bugün teknik direktör, yarın futbolcu, haftalar sonra da yönetim.

Fenerbahçelilerin kendilerini birini seçmek zorunda hissetmesi korkunç. O sevginin bu zalimliğe dönüşmesi ise akıl almaz.

Alex-Aykut Kocaman-Aziz Yıldırım. Fenerbahçelilerin herhangi birini tercih etme lüksü olamaz.

Yazının devamı...
Kontrol
20 Ağustos 2012
Artık Fenerbahçeli futbolcular, ileri bölgede rahatça pas atabilecekleri pozisyonda arkadaşları varken bile geriye veya yana dönüyor.

Neden? Ya Aykut Kocaman’ın istediğini anlamıyorlar, mesajı yanlış yorumluyorlar (ki öyle olsa idi bir sene boyunca devam etmezdi), ya da ürküyorlar.  Başarısız olma, hata yapma endişesi ile aralarında amaçsızca çevirmeyi tercih ediyorlar.

Ne yazık ki neredeyse tüm rakipler farkında. En alt seviyedeki takımlar bile stoperlere basmakla meşgul.

İkinci çıkmaz: Orta sahalar da gelip o topu almıyor. Neden? Onlar da mı kabına tıkılmayı riskli oyuna tercih ediyor? Arada derede kalıyor? İlerde yoklar, geride ilk topu çıkarmak için de yoklar, atakları erken kesmek için de doğru pozisyonda değiller.

Bu nedir biliyor musunuz? Virüs. Hızla yayılan, takımı solduran, yavaş yavaş ölüme götüren virüs.

Transferler ya da teknik direktör değiştirmenin işe yaramayacağı noktadır.

Geçen sezon insanüstü yük üstlendi Aykut Kocaman. Neredeyse kamuoyunun önündeki tek adamdı.  3 Temmuz’un uzantısı olarak kurgulanmış ligde TFF, hakemler ve medya ile uğraşan, püskürtüp takımını koruyan sadece oydu. Ne futbolcular ne de teknik direktörün bir sezon daha manevi ağırlığı taşıması beklenemez.

Durum şu: İlk resmi karşılaşmada (Vaslui) neredeyse geçen sezonki pek çok maçtan daha gergindiler.

Aykut Kocaman’ın ilk ve geçen sezonunun ilk yarısı da en büyük problemi kafasında taktiksel anlamda net olmamasıydı. Deniyor, istikrarı engelleyecek kadar fazla değişikliğe gidiyor, ama kimi zaman idealistliği gerçekçilikten uzaklaştığı için kağıt üstünde doğru görünenler sahada sonuçsuz kalıyordu. Bunları genelde ligin 2. yarılarında aştı. Ama şu an tekrar çıkmazda gibi. Sporcular, koçlarının fikirlerinde tereddüte düştüğünü hissederse onlar da aynı rüzgara kapılır. Emin olamaz, özgüvenini kaybeder, kaybettikçe risk almaya korkar, korktukça kendisini geri çeker, pasifleşir, paslarında-ileri çıkış ve geri dönüşlerinde-kaleye vuruşlarında kararsızlık yaşar. Topu ıskalar, boş kaleye atamaz, boş adama pası uzatamaz… Ne yapacağına karar vermekle uğraşırken rakip alıp topu gider. Özgüvenini yitiren bir takımın geriye düştüğü maçlarda ayağa kalkma karakteri sergilemesi imkansızdır. Maç içinde dönemsel baskılar kursa da skoru lehine çeviremezse süreklilik sağlayamaz. Her maçı, her dakikasında bıçağın ucundaymış gibi yaşar. Hatasını mimiklerle şikayet ederek kapatır, kendisine bahaneler üretip kolaya kaçar: Zemin, hava koşulları, sezon başı, takım arkadaşının hareketlenmemesi, vs… Bahaneler arttıkça sorumluluktan kaçma derecesi artar.

Bireysel performansların kötülüğü, sürekli aşağı gitmesi, sözde kondüsyon eksikliği, temposuzluk, ve benzerleri yukarıdaki sorunların ürettiği belalardır. Sunidir.

Risk almayan oyunculardan kurulu takım asla kazanamaz.  Futbolcuları yönetmek neredeyse imkansızlaşır. Teknik direktör istediklerini uygulatamaz. Maç öncesi analizler, taktik konuşmalar, stratejiler bir kulaktan girip öbüründen çıkar. Saha içi hakimiyeti gittikçe zayıflar.

Fenerbahçeli futbolcular, son gece sınava çalışan öğrencinin ruh halinde. Vicdan azabı yüzünden  kendisini uykusuzlukla cezalandıran, can havliyle konuları ezberlemeye çalışan; ama bunu yaparken çok iyi bildiği şeyleri dahi unutan öğrenci gibiler.

3 Temmuz mimarları eski taktiklere döndüler: Fenerbahçe geleneklerini kaşımak. Son bir kaç haftadır Aykut Kocaman aleyhine üretilen haberler, basın toplantılarında artan kışkırtıcı sorular, dedikodular... Tek çözüm teknik direktörü göndermekmiş kanaatini yerleştiriyor. Kamuoyu ikna ediliyor, yöneticiler de. Alıştırılıyorlar.

Ama çözüm değil. İspatı da futbol ve Fenerbahçe tarihidir. Değişimler anlık, öfke krizleriyle değil planlama ile sağlanır.

Fenerbahçe mevcut durumda, kendi içinde sorunu rahatlıkla çözebilecek noktada. Hem teknik ekibin hem de kadronun potansiyeli var. Madem Fenerbahçe, sırtından beslenen düzeni bozup dışına çıkmadı ve haksız rekabet ortamında debelenmeyi tercih etti, saha içinin esas mücadelesini kuvvetlendirecek araç olduğunu unutmamalı.

Elbette abluka derin. Ahtapot gibi sarıyorlar. Her noktadan. 3 Temmuz bitmedi. Yargıtay ayağına da yükleniyorlar. Bir yıl tutuklu kalan insanların toparlaması kolay değil. Üstelik ceza onanırsa tekrar hapise girme ihtimali var. Öte yandan operasyon amaçlarından birine ulaştı: İnsanları yönetici olmaktan kaçırmak, korkutmak, gözdağı.

Hepsini anlıyoruz. Ama Aykut Kocaman’ın üzerinden yükü alıp, kafasındaki tereddütleri gidermesi için nefes alanı yaratmalılar. Teknik ekip, futbolcular, yönetim, başkan herkes birbirini dürüstçe eleştirmeli. Görev alanlarını ihlal etmeden, gerçekçi olarak, medya palavralarına kanmadan!

Fenerbahçe yönetimi her şey normale dönmüş gibi davranamaz. 3 Temmuz’a hizmet eden medya ile ilişkilerini hiçbir şey olmamış gibi 2 Temmuz 2011’e çekemez. Stratejik olarak sabırlı ve soğukkanlı hareket etmek şart, ama yolu tamamen suskunluktan geçmiyor. Kamuoyu önünde sessiz kalarak, haklılığını ve mağduriyetini sansürleyen düzene meydanı bırakarak süreci tersine çeviremez.

3 Temmuz psikolojik harptir. Taraftar sokakta, hastane ve adliye önündeydi. Futbola ayırdığı zamanının neredeyse tamamını mahkeme, UEFA, CAS, iddianameye harcarken aniden hayatından bu kısım gitti. En azından yüzdesi çok azaldı. Boşlukta sarılacağı ilk şey de saha içi olacaktır. Bir yıldır öfke, acı biriktirdi. Nefreti boşaltacak yer olmadığı için odağı iç çekişmelerden uzaklaştırıp moral verilmez, takıma kusması engellenmezse o kusmuk denizi evladını yutar.
Yazının devamı...
Çark kırılmazsa
2 Ağustos 2012

Defans önündeki iki orta sahanın tutuculuğu devam ediyor. Geçen sezondan ve hatta öncesinden beri… O ikili maçın akışına göre hücum ve savunmada görev paylaşmalı. Sürekli biri ileriyi desteklemeli. Bu bölgede iki futbolcuya görev veriliyorsa ilk toplar daha hızlı çıkmalı (bunca yılda, onca isim içinde hala bunu en hızlı beceren adamın Murat Yakın olması?!). Stoperler topla, o iki isimden fazla oynamak zorunda kalmamalı. Oyunu stoperler kurmak zorunda kalmamalı. Alex geriye gelip ilk topu çıkarmak zorunda kalmamalı. Kalıyorsa, onun bölgesine de diğeri kaymalı. Yok.  Sonuç: Sistem yerde.

Tüm takımın performansını kökünden vuran mevki kronikleşti: Dönen topları almak, hücuma kalkarken topu açma hızını artırmak için, orta sahayı risk alması için cesaretlendirecek forvetin eksikliği. Ortalama sertlikteki savunma içinde dahi kaybolan, pas dağıtımında kesintilere yol açan, tam takım yerleşmişken top kaybeden forvet kimliği takım bütünlüğünü temelden çökertir.

Her sezon, her teknik direktörle az veya çok yaşanmış bir zaafiyet: Hareketsizlik. Belki futbolculara görevlerini anlatırken tedbirli olma telkini aşırıya kaçıyor, insiyatif alma cesaretleri törpüleniyordur. Ama yine de açıklarla beraber 4-5 kişinin markajda dolaşması açıklanamaz.

Mesela ilk yarıda alan değiştiren tek adam Kuyt idi. Örnek: 18. dakikada sağ taraftan orta, sonra sola doğru kayarak bölgesinde kocaman alan yarattı. Ama kimse fırsatı değerlendirmedi. Kapanan rakibi ezberi dışına çıkartamazsanız pozisyon üretemezsiniz.

Emre varken de farklı değildi.  Dünya futbolunda da bulunması zor tipte Emre. Pas ve yönetme kapasitesine sahip, hem de savunma yapabilen türden! Fark yaratıyordu. Ama sorun yine de oradaydı. Emre’nin birebir eşini bulamazsınız. Alex, zaten imkansız. Ancak birkaç mevkideki iyileştirmelerle geçişi sağlayabilirsiniz.

Belli ki Baroni ortadaki ikiliden ileriye daha yakın oynayacak isim. Sezonun tamamını yıkabileceğiniz güveni telkin ediyor mu? Duygusal iniş çıkışlarını fazlasıyla gördük. Oyunu zorlama, hücumda sorumluluk alma ve tempoda istikrarsız olduğunu da.

Üstüne: Eksiklerle girilen bir eleme turu daha. Geçtiğimiz yılda Fenerbahçe aleyhine yürütülen itibar zedeleme eylemlerini düşünürseniz anlayış gerekir. Ama eleme maçları “idare ederiz” maçları değil. Fenerbahçe en acısını Zico’nun geldiği sezon yaşamıştı.

İşte maçın daha 5. dakikasında öfkeli çığlıklarla “ah oh” ettiğiniz, “yavaşız, orta saha ile defans arası kopuk, pozisyon yok, ilk 45 dakikaları boşa harcandı, vb.” ne kadar şikayetiniz varsa bilin ki kökeni yukarıdaki mevzulardır.
Şimdi gelelim tum bu teknik gercekleri tartışmanın mantıklı olabilmesi ve iyileştirmelerin sonuca ulaşması için gereken “tek” şarta:

3 sezon üst üste Şampiyonlar Ligi’nde direk yeralması gereken takım ön eleme oynuyor. Birini resmi olarak haketmişti, masa başında gaspedildi. Fenerbahçe, bunları yaratan sebepleri bertaraf edemediği müddetçe sağlıklı planlama yapamaz. Yapsa da yürütemez. Baskı altında dağılan, fevri, rasyonellikten uzak genleri itibariyle planlarının dışına çıkmaya itilmesi çok kolaydır. Medyanın kamuoyuna enjekte ettiği tespitlerin ve klişelerin etkisinde kalır. Yanlış teşhisler koyar. İyi yola girmişken anında yanlışa sapar.

3 Temmuz ile altın vuruşunu yapanlar orada.  Emir eri medya yerli yerinde duruyor. 2006, 2008, 2010, 2011 stratejileri fırına sürülmeye hazır. Linç, yanlış bilgi ve yalan, nifak, ve kurumlara medya üzerinden baskı mekanizmasını kıracak zeka gösterilemezse ne harcanacak milyarlarca dolar, ne getirilecek yüzlerce futbolcu ne de denenecek onlarca teknik direktör sürdürülebilir başarıya ulaştırabilir.

 

 

Yazının devamı...
3 Temmuz’un galibi yok
8 Temmuz 2012

Bir kaç dakika önce feshine dair önerge mecliste kabul edilen mahkeme, son  kararına imza attı. Müthiş tesadüf değil mi? Türkiye’de eşi benzeri görülmemiş hızla, tam da yargı paketine göre burun farkıyla sonuçlandırılması normal değil mi?

1 yıl boyunca yaşadığımız onca “tesadüf” gibi.

Bu davanın niye ÖYM’de görüldüğünü açıklayabilen hukukçu, siyasetçi, gazeteci var mı? Yok. Zaten artık ÖYM de yok.

Örgüt içinde gösterilmeyen onlarca sanığın dosyalarının niye ayrılmadığını izah edebilen var mı? Yok. Zaten artık ÖYM de ismen yok.

Yargıtay’ın işi zor. Savcı Mehmet Berk’in iki gazeteciye aralıklarla yaptığı açıklamalarla güvenirliği iyice zedelenen bir dava var. Üstelik görünen o ki usül ve anayasal haklar açısından da ihlallerle dolu.
Mantık ihlalleri ise delirtecek kadar yaralayıcı.

Şu soruların yanıtları verilmeli:

- Davanın genişletilmesi talebinin reddi en temel savunma hakkının reddi anlamına gelir. Gerekçeler mutlaka detaylandırılmıştır. Ama birçok konu aydınlatılamamış, 2010-2011 sezonuna ait kamuya da yansımış birçok itham mahkemeye dahi taşınamamıştır. Sadece Fenerbahçe yöneticileri aleyhine olacak tape ayıklaması ile oluşturulmuş görüntüsü vardır. Hem kamu vicdanı hem de savunma için bu hukuki yaradır.

- Verilen karar sadece kişileri değil, Fenerbaçe Kulübü’nü de zan altına sokmuştur.  Genişletme talebinin reddi milyonlarca taraftarı olan, ülkenin sembollerinden bir kulübün kendisini savunma hakkını almak demektir. Yüzleşme talepleri karşılığını bulamadı. Bülent Ataman gibi ligde tartışmaların göbeğinde oturan kişiler yok sayıldı. Telefon kayıtlarında Korcan hakkında suçlamada bulunanlar mahkemeye çağırılmadı. Mahkemede aleyhine ithamlarda bulunulan sadece Trabzonspor ile ilgili kişiler iken bunun derinleştirilmesine şans tanınmadı.

- Savcının iddianameye koymadığı telefon konuşmaları ile ilgili isyana mahkeme “o savcının takdiri” cevabını vermiştir. Savcı Mehmet Berk’in sözleri de iddianamenin Fenerbahçe üzerine hazırlanmasına dönük motivasyona itildiğinin itirafıdır. Bu da soruşturma aşamasının adil ve sağlıklı yürütülmediğini gösterir.  Amaç şike ile mücadele ise şampiyonluk yarışındaki diğer takım da detaylı teknik takibe tutulmalıydı. Ayrıca belirtildiğine göre bazı telefon kayıtları da savcı insiyatifi ve kişilerin talebiyle silindi. Bu takdir, sanıklar için savunma hakkının da yokedilmesi anlamına gelmez mi?

- Savcı Mehmet Berk, Zekeriya Öz’ün Galatasaraylı olmasının davanın sağlıklı yürütülmesine engel olacağı mantığıyla kendisinin atandığını belirtmiş. Muhtemelen bu bireysel değil yargıdaki genel bakış açısını yansıtıyor. O zaman tutuklama ve dinleme izinlerinde imzası bulunan hakimin davaya bakması daha büyük tarafsızlık ilkesi çelişkisi değil mi? CMK’nın “Soruşturma evresinde görev yapan kovuşturmada yer alamaz” özü ile ters değil mi?

- Madem medyada çıkanların %90’ı yalandı ve savcı Mehmet Berk de süreçten rahatsızdı niye onca talebe rağmen engel olacak hamlede bulunmadı? Fenerbahçe tarafından gelen taleplere rağmen niye yayın yasağı koymadı? Niye bu yayın yasağı tam Fenerbahçe’nin şampiyonlar Ligi’nden ihracının arefesine geldi? Bu yasağa rağmen tape yayınlayanlar hakkında cezai işlem uygulandı mı?

- Yargıtayın Aralık 2011’de verdiği karara göre “Önleme dinlemesi kayıtları delil olamaz. Sadece bir soruşturma açılmasında kullanılabilir”. Telefon konuşmaları zaten ana delil olamaz. Gerekçeli kararı bekliyoruz. Belki de gizli tanık(lar) var. Ama mahkemeye veya sanık avukatlarına yansımamış ne çıkacak bilemiyoruz.

- Bu aşamada sanık avukatlarından Ali Rıza Dizdar’ın mahkeme sonuçlandıktan sonra yaptığı açıklama ürkütücü. Müvekillerini ve dolayısıyla savunmalarını ilgilendiren bazı tanık ifadelerinin, kendilerine haber verilmeden alındığını iddia etti. Bu savunma hakkının ihlaline girmiyor mu?

- Sürecin başından beri sanıklar lehine olan delillerin yeterince göz önüne alınmadığı tablosu var. Adil yargılama ne olacak?

- Örgüt suçlamalarına maddi delil olmaması bir yana şeması nerede? Dava boyunca kamuya da yansıtılan algı “kulüp başkanı ve yöneticisi otomatikman örgüttür”. Zira Aziz Yıldırım’ın suçlanma sebebi olan maçlara ya da iddia edilen eylemlere dair telefon konuşmaları yok.  Avukat Köksal Bayraktar’ın savunmada belirttiği gibi “10 kişinin telefon kayıtlarının tutulduğu tarih Kasım 2010.  Ama o tarihte sporda şiddetin önlenme yasası (6222) yürürlükte dahi değil. Olmayan suçu nasıl 6 ay telefonla dinlersiniz? 6 ay henüz ne yapacağı belli olmayan bir grup dinleniyor . Silah kaçakçılığı yapan gruplar bile Yargıtay kararında ancak 15 gün dinleniyor!” Yine soruyor Bayraktar: “Örgütün buna uygun yapısı dikkate alındığında her an cebir, şiddet uygulanabilir” denmiş savcılıkta. Varsayımla suç olur mu? Biz sizin huzurunuza bir varsayım üstüne çıkarılıyoruz. Bu insan haklarına ne derece uyuyor”

- Yine Köksal Bayraktar’ın vurguladığı gibi kişi ve kulübün  hesaplarında açık yok. Anlatılamayan para akışı yok. Mahkemenin kendisinin çağırdığı 20 kişiden aleyhe ifade veren yok. Fenerbahçe, Aziz Yıldırım veya yöneticiler aleyhine ifade yok. Aziz Yıldırım’ın, gözaltı süresi 4 gün olmasına rağmen 8 gün göz altında tutulması var. Telefon konuşmalarında nokta nokta ile kayda geçirilmiş yerler var. Maç sonrası yapılan konuşmaların suça delil yapılması var. İsim benzerliği ile karıştırılan kişiler, tarih tutarsızlıkları var.

- Davanın en önemli aşamalarından olan çapraz sorgular tamamlanmadan mütalaanın neredeyse hazır olması hangi hukukla bağdaşıyor? 

- Teknik takiplerde suçüstü yapılmıyor ama şike parası varsayımı ile insanlara suç isnat ediliyor. İçinde ne olduğunu ispatlamak iddia makamının vazifesi iken tam tersi uygulanıyor. Bu hangi hukukla bağdaşıyor?

- Şike bu mahkemenin ihtisas alanı değil. TFF kurulları bilirkişi pozisyonunda ve onun raporu dikkate alınmalı. Ama bilirkişilerin mahkemede dinlenmesi talebi de reddedildi.

- Sonradan alınan dinleme izinlerinin önceki tarihteki olaylar için kullanıldığı belirtildi.

- Vb vb vb.

Dava tarihe geçti bile. Yıllar sonra bu dönem tartışıldığında yargının işleyişini gösteren örnek olacak, ama maalesef negatif anlamda.

Bu dava özelindeki çelişkiler diğer davaları da sorgulatıyor. Ya da sorgulayan sayısı tahmin edilmediği kadar artıyor. “İsimsiz ihbarla”, Giresunspor ve Olgun Peker üzerinden başlatılıp bir anda Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe’ye dönmesi, 6222’yi beklemesi, çete ve örgüt etiketi ile ÖYM’lere kaydırabilmek için gösterilen çabalar ile aklımızı zorluyor.

Ama en dehşet verici şey Fenerbahçeli olmayanların, ilkelerini, inançlarını, hak ve hukuk  anlayışlarını sırf konu Fenerbahçe diye çiğneyip atmaları. Özsaygılarını yok eden bu inkarı midelerinin kaldırması.
Ve medya. Kendilerine verilen “kamuoyu algısını şekillendirme rolünü” gönüllü üstlendiler ve hükümde büyük katkıları oldu. “Kamuoyu tepkisi”ni hafifletebilmek, 1 yıldır boşuna mı bu denilmesin baskısı ile kurumları hukuk dışına itmeyi başardılar.

Fenerbahçe, başkanı ve yöneticileri 1 yıllık kara propaganda ile mahkum edildi. Şimdi sıra onlarda. Hukuki gerçekleri, savunmalarını satır satır anlatmalılar. Kamuoyunun damarına enjekte edilen yalanlara karşılık gerçekleri anlatmalılar. Her gün, bıkıp usanmadan. 2. kez yargısız infaza izin vermemek için.

Yazının devamı...
Tezgahlar Bitmez, Mücadele de
6 Haziran 2012
Başları döndüğü için hukuksuz, tutarsız bir tablo çıkarttılar:

• Şekip Mosturoğlu, futbolcunun kulübünün bilgisi varken yapılan transfer görüşmesi bir sebep olarak gösterilirken karşı tarafta cezalandırılan futbolcu-yönetici yok
• Şekip Mosturoğlu maç öncesi transfer görüşmesinde bulunması bir sebep olarak gösterilirken benzer eylemden Serdar Adalı ve Tayfur Havutçu’ya ceza yok
• İlhan Ekşioğlu Gençlerbirliği-Trabzonspor maçından dolayı ceza alırken, eylemin diğer tarafındaki Serdar Kulbilge’ye men yok, sportmenliğe aykırı hareketten 3 maç göstermelik ceza
• İbrahim Akın’ın savcı tarafından defalarca tehdit edildiğini belirttiği ifadesini referans alırken, kolluktaki ve mahkemedekini yok saymak
• Tüm rapor “makul şüphe”, “yorumlandı” , “böyle olduğunu düşündürtüyor” ile yazılmış. Ama delil yok. Niyet okuyarak kimi makul şüpheler ceza, kimilerine beraat.
 Bir de listeye girmeyenler var:
• Mahkemede bugüne kadar aleyhine ifade verilen, teşvik yaptığı iddia edilen tek kulüp Trabzonspor ve yöneticileri iken etik ve PFDK ‘dan nasıl temiz kağıdı aldılar?
• Etik kurulunun “bulamadık” dediği Trabzonspor-Ankaragücü-Gabric tape’leri sanal alemde elden ele dolaşıyordu. Mahkemede de gündeme geldi. Bu eksik değerlendirme ne olacak?
• Ellerinde tape dışında delil yok. Ceza verdikleri kişilere isnat ettikleri suçlara delil gösterdikleri telefon konuşmalarının vahimlerine sahip olanlar nasıl sevk dahi edilmez?
• vs vs

Tahkim, PFDK ve etik kurulu milyonlarca taraftarı olan, 105 yıllık kulübün adına gölge düşürecek eyyam ile vebal altındadır. “Tahkim son nokta” diyerek hukuğun önünü kapatmış olsalar da dava bitmez.  Anayasaya aykırılığı hala açık tartışma konusu. Devir döner, hukuk bu hukuksuzluğu cezalandıracak doğru yola girer. TFF de.

Peki tahkim ne yaptı? Geçtiğimiz hafta Perşembe açıklayacakları ayyuka çıkmıştı. Ve hatta basına “bazı cezaların kalkabileceği” sızdırılmıştı. Medya sinsi haberlerle tahkimi töhmet altına soktu. Peki ne değişti de karar pazartesiye bırakıldı? Yani Cuma günkü duruşma ve savcı mütalasının sonrasına?! Perşembe, Cuma, hafta sonu tahkime herhangi bir baskı geldi mi? Telefon geldi mi? Pazartesi açıkladıkları kararlar, gerçekten ilk kararları mıydı?

Engin Tuzcuoğlu tahkim başkanlığına geldiğinde hedef gösterildi, istifası için her türlü yol denendi. Ama Engin bey mesleğine ve kendisine saygılı ise esas şimdi istifa etmeli. O makama oturmadan önce televizyonlardaki, twitter’daki yorumlarının aksi tavrı niye sergilediğini, neyin değiştiğini elbet bir gün anlatacaktır.

Şike soruşturmasını başlatan TC özel yetkili savcısının TFF’yi ziyaret etmesi, bu ziyaretin etik kurulu raporunun bitme zamanına denk gelmesi bile tüm süreci hukuk dışına atmıştır. UEFA’ya not düşelim!
Kararın özeti şudur: Hiçbir şey yok, 11 aylık yaygara sonucunda Fenerbahçe’den kimseye ceza vermezsek olmazdı, birkaç kişiyi yem edelim kapansın gitsin dedik.  Bu, siyasi otoritenin diğer takım taraftarlarını memnun etmek ve zarar görmemek için yaptığı telkindi.  “Trabzonspor’u şampiyonlar ligine gidip taahhütname imzaladığı, TFF’yi de sorumlu olduğu için alacağı cezadan kurtaralım. Mahkemede açıkça teşvik göndermekle suçlansalar da PFDK’dan onları tertemiz çıkaralım.  Lime lime olan dava yüzünden mahkeme ve savcının itibarını koruyalım. Hepsini, TFF’yi, 2020’yi, koltuğumuzu kurtarmak için iftira atılan Fenerbahçe’nin yöneticilerinden bir ikisine de biz iftira atalım.”

Bilanço: UEFA’ya kurban edilen yine Fenerbahçe, UEFA cezalarından kurtarılan yine diğerleri ve insanların ceza davasındaki kaderlerini etkileyecek eyyam. Yani insanların özgürlüğü ve hayatıyla oynadınız sayın PFDK ve tahkim kurulları.

Ama gözden kaçmaması gereken bir detay var: Karar öncesi günlerce yapılan UEFA propagandası. “İçeriden birilerinin söylediğine göre” UEFA’nın ağır cezalar vereceği propagandası.

UEFA’nın ceza vermek için iki yolu vardır: Ya tahkim kararına göre kendi soruşturmasını açar, ya da TFF Fenerbahçe’yi göndermez.  2.si PFDK kararı sonrası ihtimal dışıydı. O halde bu iddiaları ortaya atanlar günler öncesinden, hatta tahkim duruşmasından bile önce kararları biliyorlardı?! Cezaların 58. Maddeye dayandırılarak verileceğini biliyorlardı?! (Serdar Kulbilge’nin cezasının 58’den çıkarılacağını da biliyorlar mıydı?)

Tıpkı Ağustosta’ki gibi:  UEFA gerçeklerini saklarlar. Milleti korkutup kandırırlar. Perde arkasında da UEFA’yı normal işleyişinin dışına çıkaracak fitne ve çalışmayı yürütürler.

Yine öyle olmuş görünüyor. Şaşırdık mı? Hayır. Peki aynı tuzağa ikinci kez düşen Fenerbahçe yönetimi? Belli ki şaşırmışlar.

Zira UEFA ve TFF arasında gidip gelen isim Şenes Erzik iken, Ağustostaki men kararının baş sorumluları hala UEFA komitelerinde iken,  diğer eski TFF yetkilileri Fenerbahçe aleyhine kulis için UEFA kapısından ayrılmıyor iken birilerine güvenebilmek büyük saflıktır.

Şimdi UEFA kendi soruşturmasını yürütecek.  Muhtemelen göstermelik. Kararı, kulisçiler çoktan vermiş! Normal şartlarda, bu soruşturma TFF’nin aldığı karara karşıdır. TFF’yi suçladığı için açılır. “kişilerle kurumların ayrılması” siyasetin telkini olduğu için TFF’ye ceza verme hakkı doğmuştur. Yani ülke ceza alır. Fenerbahçe’nin 2011-2012 sezonunda elde ettiği hakları, geçmiş sezonla ilgili karar üzerinden gasp edemezler. Ama normalde! Sadece PFDK ve tahkim kararlarına “yoğunlaşmaları” sağlanırsa (ki CAS’tan döner), Fenerbahçe yine seyrederse istedikleri gibi sadece Fenerbahçe’yi cezalandırırlar.  Günlerdir uğraşıyorlar.

Fenerbahçe Kulübü her yönüyle ikinci Ağustos 2011’i yaşıyor .

Stratejik hatalarla dolu

Fenerbahçe Kulübü,  PFDK’nın Trabzonspor kararlarına itiraz etmedi. Müdahil olmadı. PFDK kurulundaki Reha Alp’in yazıları sebebiyle taraflılığı belgeli iken onun soruşturma dışında kalmasını sağlayamadı. Yönetmeliklere göre böyle bir itiraz hakkı vardı oysa.

UEFA üzerinden Fenerbahçe’yi bitirme planına misilleme yapıp, UEFA soruşturmasının olması gerektiği gibi derinleştirilmesi ve esas suçluların cezalandırılması için çalışacaklarından emin değilim.
Olur da UEFA ceza verirse kararı temyiz ve CAS’a götüreceklerinden, İsviçre federal mahkemelerinde bu davayı  başından itibaren masaya yatırtacaklarından emin değilim.

UEFA Volou’ya bile sadece 1 yıl men uyguladı. 5 yıl içinde aynı eylemi tekrarlarsa katlanacak biçimde. Aksinin CAS’tan döneceğinin farkındalar mı bilmiyorum. Ya da CAS’ın UEFA’ya “TFF Fenerbahçe’ye ceza vermemiş. Hatalı ise niye TFF’yi cezalandırmadın” diyeceğinin farkındalar mı emin değilim.

UEFA’dan çıkacak kararın savcı ve Özel Yetkili Mahkeme’de sergilenen hukuksuzlukları kamuoyu gözünde örtecek bir bahane yapılacağının farkında olduklarını da sanmıyorum.

Tahkimin kararıyla TFF, geçen sezon Fenerbahçe’yi men ederek hata yaptığını resmi olarak kabul etmiştir. Yani Mehmet Ali Aydınlar, Lütfi Arıboğan, İlhan Helvacı ve emeği olan her federasyon  yetkilisine dava açılabilir. Bunun farkında olduklarını da sanmıyorum.

Şampiyonlar Ligi’nden men eden eski TFF yönetimi, CAS davası açıldığı andan itibaren Fenerbahçe ile çıkar çatışmasına girmişti.  Sezonun iptali için yeterli hukuki gerekçedir. Bunun da farkında olduklarını sanmıyorum.

“UEFA kişilerle kurumları ayırmaz” diyen UEFA ve medyaya , “yöneticiler ve başkan örgüttür” diyen Özel Yetkili Mahkeme ve yargıya karşı, “2006 sezonundaki kayıp 1 milyon dolarda nasıl kurum ve kişileri ayırırsınız” diye hukuk mücadelesine gireceklerini de sanmıyorum.
Yazının devamı...
Ötekiler
14 Mayıs 2012

Sözlerin ne anlama geldiğini yazayım, sayın vali farkında değil galiba: Galatasaraylılara dokunsak yanardık, Fenerbahçelilere ne yapılsa tepki gelmez. Başım ağrımaz. Sözde huzuru bir tarafı feda ederek sağlamayı düşünürüm..

Evet, aylardır yazdığımız doğrulanmış oluyor: Fenerbahçe hedef.  Fenerbahçeliler hedef.  Fenerbahçeliler harcanabilir.  Fenerbahçelilere her şey mübah. 10 Temmuz’daki yürüyüşte kameralara takıldığı gibi gerekirse mermi bile kullanın. Neden? Siyasi otoriteye biat etmedi. Başkanını 11 aydır satmadı. Direndi. Oyunu bozdu. O halde pes etirmek için geriye tek şey kalıyor: Şiddet.

Bu kadar hayati karşılaşmada 90 dakika boyunca o berbat yönetimine rağmen ne Cüneyt Çakır’a ne Galatasaray’a küfür edildi. Hiç bir saha içi tehdit yoktu. Maç bitti, jet hızıyla çimlere dalan (nedense !) çevik kuvvetin ortasında zıplayan Galatasaray, kimsenin umurunda değildi. Stat sadece Fenerbahçesini alkışlıyordu, çağırıyordu.  Hal böyle iken kale arkası tribünü önündeki tartışmaların parlaması pek “anlık” sayılmazdı (ilk biber gazı engelli taraftarların önünde atıldı). Anlık olsa biber gazı vahşeti maçtan önce başlamazdı. Anlık olsa bileti ve kombinesi ile kapıda kalanlar coplanmazdı. Anlık  olsa Kadıköy sokaklarında, helikopterlerin ışıkları ve biber gazlarıyla insan avına çıkılmazdı. Stat içinde gaz verip dışarı sürülen taraftar, çıkışlarda da gazla karşılanıp sıkıştırılmaz, iki ateş arasında bırakılmazdı. Kurtulmak için sahaya girmek zorunda kalanlara şiddet uygulanmazdı. Yatıştırmak yerine insanlar mahsur bırakılmaz, böcek öldürür gibi biber gazı basılmazdı. 50 bin kişiye toplama kampı muamelesi yapılması vicdan, hukuk ve insanlık dışıdır. İş kazası değildir.  Heysel faciasının eşiğinden dönülmüştür.

Aziz Yıldırım defalarca söyledi. “İçeride kalmam önemli değil. Fenerbahçe için her şeye razıyım”. Bu adamın dayanamayacağı tek şey Fenerbahçesidir, taraftarlarına uygulanacak organize zulümdür. 19 Mayıs’ta adayım dedi, vazgeçmiyorum dedi. Aday olursa zaten ömür boyu men etmek için hüküm giydirecekler.  Kendisi çekilsin diye son kozu, yani taraftarının canını önüne koyuyorlar. Acaba bu hafta Metris’e kimler ziyarete gidecek?

Oysa Fenerbahçelilerin tek derdi  bize karışmayın, başkanımıza-armamıza-kimliğimize dokunmayın idi. Hak, adalet idi.

Ama karşı taraf her şeyi ele geçirmeden, biat ettirmeden rahatlamaz.

11 aydır devirmek istedikleri adama sahip çıkar, diğerleri gibi başkanını kongrede alaşağı etmez isen  coplar iner, biber gazı ile yaşarsın. Sahada ve salonda da takımının emeği gasp edilir.

Oysa bakın Galatasaray’a. Stat yapılır, başkanları köşke çıkar, başbakana telefon açılıp kupa töreni yaptırılır. AKP Kongresi’nin TT Arena’da düzenlenmesi sadece lojistik konu değildir. Başbakan unutmaz. Yuh’landığı yerde şimdi hepsine alkışlatacak.

Tekrar valiye dönersek. Demiş ki “Sayın Başbakan’a telefon edip bilgi verdim. Kendileri güvenliğin sağlandığı taktirde yasa ve yönetmelikler ne gerektiriyorsa onun yapılması gerektiğini söyledi.”

Bunun da ne anlama geldiğini yazalım: Galatasaray’ın kupa alması, onbinlerce insanın canından daha önemliydi. Yani çocuk, kadın, hamile, yaşlı, belki hayatında ilk kez maça gelmişlerden…

Biber gazı bombardımanı ve av saatlerce devam etti. Tabi aynı dakikalarda birileri de kutlama için otoyolu kesiyordu. Müdahale olmadan.

Ya yine kurguyu bozan şok bir gol gelseydi? Geçen sezon Gaziantepspor maçındaki gibi? B Planı neydi? Tahmin etmek bile istemiyorum.

Galiba kimse sayın başbakana o vahşeti anlatmadı.  Haberi olsa onbinlerce insanın canını tehdit altına soktuğu için vali ve emniyete hesap sormak yerine kupa töreni yapılacak emri vermezdi. 

Haberi olsa Fenerbahçe takım otobüsünün camlarının indirildiği, silah doğrultulduğu, maçta her türlü futbol şiddetinin yaşandığı Trabzon’da iken,  Kadıköy’de canını kurtarma derdindeki Fenerbahçeli onbinlerce masum insana  “terörü hakim kılmak isteyen zihniyet” demezdi.

 “Terörist” nitelemesine muhatap kitlelerin sayısı artıyor. Şimdi elli bini buldu.  Hatta stat  dışındaki esnaf, maçla işi gücü olmayan vatandaşı sayarsak fazlası.

Bu sözler üzerine polis mesajı alır. Yaptığını haklı bulur. Bir sonraki randevu çarşambaya Ankara’da  der. Artık polis Fenerbahçelileri sürekli şu sözle karşılıyor:  Aziz kurtarsın sizi
Temmuzdan beri anlatıyoruz. Bu çok amaçlı bir plan. Türkiye’nin kalan son bağımsız gücünü ele geçirip başındaki insanı bitirmenin yanında devlet takımı yaratmak, Fenerbahçe’nin futbola hakimiyetini masa başında bozup o rolü ilk boyun eğen kulübe hediye etmek , tüm kulüpleri ekonomik sorunları kullanarak ele geçirmek, kendi adamlarını başkan ve yönetici yapmak, büyük kulüplerin rantını yurt içi ve yurt dışı sermaye babalarıyla paylaşmak, uluslararası organizasyonları almak, spor üzerinden halk sempatisi ve oylarını toplamak (Trabzon’a aktarılan inanılmaz paralar, seyirci ortalaması binleri geçmeyen ülkeye onlarca yeni stat, vb.)…

Hale bakın ki Fenerbahçe’ye hem iftira atılıyor, hem o iftira PFDK’nın hukuk dışı icraatıyla devam ettiriliyor, başkanı esir ve men ettirilmeye çalışılıyor, takımına saha içinde TFF eziyeti uygulanıyor. Direndiği için taraftarına da şiddet!  Neyin karşılığı olarak? Bunları engelleyebilecek, insanların canının yanmasına dur diyebilecek başbakanın ricasıyla CAS çekiliyor. Fenerbahçe en kritik ve önemli kozunu bir kalemde siliyor. “13 Mayıs’a kadar çekilmeseydi Cüneyt Çakır daha adil yönetirdi miydi? Polis bu müdahaleyi yapar mıydı?” soruları ise ortada kalıyor.

Cumartesi Fenerbahçe takımı ve taraftarı, siyaset-polis-TFF üçgeninde tuzağa düştü.  Artık açık şekilde öteki. 

Ama bir şeyin farkında değiller. Spora politik, etnik, ekonomik, sınıfsal ayrımcılığı sokarsanız bu sadece yok etmek istediğiniz kulüp ve taraftarını değil tüm ülkeyi içine alır. O kadar ani ve hızlı yayılır ki hayal edemeyeceğiniz kadar tehlikeli noktalara taşınır. Sırf insanları sindirmek için çıkartılan 6222’ye rağmen önüne geçemezsiniz. Tüm dünyada olduğu gibi genç neslin dünyasını küçültüp pasifleştirirken aslında saf şiddet dolu bireyler yaratıyorsunuz. Amaçsız, kendisini sadece şiddetle ifade edebilecek nesiller geliyor. Futbolda o kapıyı açarsanız ki 3 Temmuz ile açtılar, kontrol edemezsiniz. 11 aydır şike sakızı ile her şey perdelendi. Çok ekmek yendi.  Ama futbolu Fenerbahçe üzerinden böldüler. Ekonomik ve siyasi sorunlar artmaya başladığında gündemi futbol ile karartmak mümkün olmayacak.

Operasyonu yapanların en büyük zafiyeti, spor ve takım kimlikleri konusundaki bilgisizlikleriydi. Ama esas şaşırtan, hayatı boyunca futbolla iç içe yaşamış ve Fenerbahçeli bir başbakan’ın da gerçeklerden uzaklaşması . Ya onu da yanlış yönlendiriyorlar, ya da Aziz Yıldırım’ın varlığı, arka plandaki tabloyu görmeyi engelleyecek kadar öne çıkmış vaziyette.

Medya için söz kalmadı. Fenerbahçe taraftarı şubattaki ilk duruşmaya kadar huzurla mücadelesini veriyordu.  Güvenlik kurumlarının gözünü yaşartacak kadar dirayetli ve sakindi. Kendisine yapılanlara bakıldığında insanüstü sabır sergiledi. Hala sergiliyor. Ama Çağlayan’dan beri sanki Fenerbahçe avı yapılıyor. Medya bunun parçası.  Sansür uyguluyor. Yalan üretiyor. Çağlayan’daki mağduriyete, kuru yanında yanan yaşlara sesini çıkarmıyor. Fotoğraf, video yayınlamıyor. Haberleri manipüle edip çarpıtıyor. Cumartesi günü, kendileri mağdur olduğu  için ilgilerini çekti! Ama o satırlar da vicdandan, omurgadan ve gerçeklerden uzak. Yakında bir avuç kişi veya belirli taraftar gruplarına mal etmek isteyecekler. Sürekli sizi besleyenlere yaranma korkusu taşırsanız, kaleminizden çıkan dönekliğin resmi olur. Gazeteciliğin değil.

En yaralayıcı ve saatlerce düşünsem de içinden çıkamadığım korkunç tablo ise şu:  Galatasaraylıların anası, babası, kardeşi, canından çok sevdiği arkadaşları, hayatının büyük bölümünde beraber olduğu insanlar içinde Fenerbahçeli yok mu? Cumartesi günü 50 bin kişi içinde, aylardır Çağlayan’da biber gazı yiyen, belki canını zor kurtarıp ölümden dönen hiç Fenerbahçeli sevdiği yok mu? İlla ki vardır. Peki o sevdikleri acı içinde yaşarken, ötelenirken ve linç edilirken nasıl vicdan kırıntısı gösteremez? Ona sarılmak yerine, karşısına geçip şike yapsana diyenlerin çokluğudur ülke geleceğini umutsuz kılan. 

 

 

 

Yazının devamı...
Halk bırakmaz
6 Mayıs 2012
Evet. şike bulunamayan davanın sözde örgütünün mali sorumlusu(!) da tahliye edildi. 2. adam denilen Şekip Mosturoğlu’ndan sonra. Tabi hala bu örgütün hangi suçu işlediği, hangi suç için örgütleştiği belli değil. 10 ay ve öncesinde 7 aylık teknik takibe rağmen.

Peker’den başlayıp menajerlik sınav sorularına kadar uzatılan torbaya Fenerbahçe ve başkanı da atıldı. Tek bağımsız gücü alaşağı etmek için ne güzel fırsat! Ayıkla ayıklayabilirsen. 3 celse haftası geçti ve 2-3 ayrı konu olduğu için herkes mağdur. Zaman kaybı hat safhada. Ama operasyonu yapanlar için ne güzel. Aziz Yıldırım en az 1 ay daha tutuklu.

Tabi dosyalarda en açık teşvik, halkı örgütleyip galeyana getirme ve devlete karşı kışkırtma girişimine sahip olanlar ancak 28 Mayıs’ta dinlenecek. 3 celse haftasında teşvik göndermekle suçlanan tek taraf, ancak 28 Mayıs’ta teşrif ettirilecek.

Aziz Yıldırım ve yöneticiler ise hala hangi maçta kiminle nasıl şike yaptığı ortaya konamamışken 10 aydır tutuklu.

Strateji aynı: Tapelerle birilerini itham et, tutukla. Örgüt etiketi koy. Özel yetkili mahkemeye sevk et. Tutukluluğa koz çoğalsın. Delil aramayla geçsin.  Evrensel hukuğun tersi uygulanarak kişi, suçsuzluğunu ispatlamak için didinsin.
Dosyayı geniş tut, bir yığın kişi dahil olsun. Böylece onu dinleyeceğiz, bunu dinleyeceğiz, yeni belge gelmiş onu inceleyeceğiz diye yine uzat.

Her defasında “delilleri karartma, kaçma şüphesi” diye celseyi bağla.

Ama mevzu Fenerbahçe iken tabloda arızalar başlıyor. Tüm hukukçuların artık gerekçe kalmadı demesine rağmen tutukluluğun devamı kararı, “siyaset gereği tutuklu” itirafı gibi.

Bakılan ilk şey şike ve teşviğe dair maddi delildi. Çıkmadı. Savunma çürüttü. Sonra mali denetleme geldi. Savcının atadığı yetkililer bir kuruş açık bulamadı. Sonra bahis ile saha içine bakıldı. Maçlarda anormal bahis hareketleri de bulunamadı. Saha içini anlamak için otoriteye bile gerek yoktu! 3 celsedir tüm tanıklar Fenerbahçe başkanı lehine ifade verdi.

Peki neden hala tutuklular?

Aziz Yıldırım boyun eğmiyor. Yalvarmıyor. Stat için el etek öpmüyor. Aksine tüm benliğiyle diyor ki “derdiniz ben isem bari arkadaşlarımı bırakın. Tüm bedeli öderim”.
Türkiye’nin en güçlü figürünü alaşağı etmek için yanında bir yığın insanı da Metris’e, mahkeme salonlarına çeken bu operasyon delik deşik.

O direndikçe tutukluluğu uzuyor. Fenerbahçe’ye eziyet katlanarak artıyor.
Fenerbahçe, AKP içindeki cemaat ve merkez eksenli güç savaşının kurbanı olmaya devam ediyor.

Cemaat bırakmıyor. Muhabirleri topluma nifak ekiyor.  Kışkırtıyor. Adeta sokaklara taşsın, ülke futbol yüzünden şiddeti ve bölünmeyi yaşasın diye yükleniyor.  Aynı şahısların başbakana hakaret etmelerinden, PFDK ve tahkim üzerine baskı kurma çabalarınden, Demirören’e tehditlerinden geri adım atmaya niyetli olmadıklarını anlıyoruz.  Başladıkları işin yarım kalmasını kaldıramazlar. Aziz Yıldırım’ın kellesi alınmadan rahatlamayacaklar. Kazanırlarsa, başbakan kaybetmiş olacak.

Başbakan da Aziz Yıldırım’ın gücünden hoşnut olmayabilir. Aziz Yıldırım yönetilmeyi kabul etmez. Ama  Fenerbahçe’ye müdahale olmadıkça kimseyle de sorun  yaşamak istemez.

Bu oyunda son bomba CAS idi. Özel ricayla CAS davasını çekmek Fenerbahçe için intihara yakın riskti. Neden mi? 2020’nin hükümet için inanılmaz değerde olduğu ortamda, suçsuz Fenerbahçe’nin adil yargılamayı bulabilmesi için koz olacaktı. Bu teklifin kabul edilebilir tek karşılığı vardı: 10 aydır haksız yere hayatı çalınanların canı.  Ama şimdi ne olacağı belirsiz.

İlk günden beri amaç Aziz Yıldırım’ı spor dünyasından ömür boyu men etmekti. Gaza bastılar. 19 Mayıs’ta seçilse bile mahkemede hüküm giydirip (suç nerede?!), başkanlığını düşürme niyeti bitmedi. İlhan Ekşioğlu üzerinden yüklenme amaçları da bu.

PFDK-etik raporu hakkında bu yüzden kavga gürültü kopuyor. Aziz Yıldırım ile ilgili en ufak itham, mahkemede karar için referans yapılacaktı.  İtham yok. Peki bunu sanık lehine kullanmak isteyecekler mi? Emin değiliz!

TFF’nin Ağustos kararının yanlış olduğu ortaya çıktı. Fenerbahçe ile ilgili suçlamaların boş olduğu da. Çorbaya dönen bu tabloyu düzeltmek isterken “diğerleri bağırmasın diye ucundan Fenerbahçe’ye veya yöneticilerine şüphe yükleyelim” denirse Fenerbahçeliler yutmaz.

Bekliyoruz. Tek tek bakacağız. 7000 sayfalık klasörde tespit ettiğimiz bin beter konuşmalar da etik raporuna konuldu mu? Yoksa internette herkesin elinde dolaşan kayıp dedikleri Ankaragücü tapeleri gibi komediler mi var? Trabzonspor kısmı ne kadar detaylandırılmış, tespit edeceğiz. Diğer kulüplerin mali raporları ciddiye alındı mı? Göreceğiz.

Tekrarlıyorum: Trabzonlu bürokratlarca tetiklenen, medya ile körüklenen operasyonla Fenerbahçe’ye iftira atılacak; milyonlarca insana zulm edilecek; 6222 Fenerbahçe dışında kimseye uygulanmayacak; UEFA ile Fenerbahçe yüzünden değil Trabzonspor ve Beşiktaş taahhütname imzaladığı, Beşiktaş’ın yanlış mali bildirimini TFF onayladığı için başlar belaya girecek, UEFA soruşturma başlatmasın – Bochum olayı kaşınmasın diye paçayı kurtarmak için Fenerbahçe’den CAS’ı çekmesi istenecek... Yani mağdur Fenerbahçe mağdur bırakılacak, başkanı ve yöneticilerinin esareti dahi bitirilmeyecek.

Vicdansızlık ve adaletsizliği Fenerbahçe halkının sessizce kabul etmesini mi bekliyorsunuz? Yaşadığınız ülkeden bu kadar mı kopuksunuz?

Bu dava Ergenekon, Balyoz, veya diğer davalara benzemez. Bu davalarda halkın ideolojisi, particiliği, tutuculuğu ve bağnazlığı, adalet duygusunun önüne geçer. Sorgulamaz. Rahatsız olmaz. Ama Fenerbahçe’sine dokunursanız kadın, çocuk, başı örtülü-açık, genç-yaşlı, zengin fakir, işçi köylü, imam, öğrenci öğretmen, sanatçı, omuz omuza yürür, Çağlayan’da birikir. Hayatında tek bir 90 dakika izlememiş kadınlar statlara koşar. Parti tabanınızdaki en koyu üyelerinizin bile gözü sadece Fenerbahçe’yi görür. Ambleminizi değil.

Yandaş ve biat etmiş patronların medyası, Fenerbahçe taraftarını polise hedef yaptı. Fenerbahçelilik kimliği hedef oldu. 1 Mayıs’ta kamu malına zarar verenlere müdahale etmeyip, Çağlayan gibi etrafı boş alanda töleransı minimumda tutan yaklaşım, bunun sonucu. Saldıranları bir tarafa ayırmak yerine her randevuda kamyonla biber gazı bastıkları topluluğun içinde laf ettirmedikleri makamların partisinin sempatizanı da dolu. Belki çocukları, akrabaları, arkadaşları orada! Yani diğer davalarda yaptığınız gibi bu insanları ötekileştiremezsiniz.

Başbakan’ın durumu farkettiğine eminim. Yoksa tanıdığımız başbakan, Lefter’in cenazinde yükselen protestolara sinirlenip terkederdi. Ama Fenerbahçeli olarak soğukkanlı karşılayıp, töreni sonuna kadar takip etti.
Ve yine biliyorum ki başbakan, Aziz Yıldırım ile Fenerbahçe’nin asla ayrılamayacağına kanaat getirecek kadar Fenerbahçe’yi ve ülkeyi tanır.  Bir siyaset adamı olarak da parti içi güç savaşında kaybetmek ve karşısına almak istemeyeceği şey Fenerbahçeli halktır.

Muhalefet partileri mi? Lafını etmeye bile değmez. 10 ay susup şimdi Fenerbahçe üzerinden rant peşindeler.

Bakalım PFDK kararları, 19 Mayıs kongresi, ve 28 Mayıs’taki celseler ne gösterecek. Ülke menfaati için kendisini ateşe atanların uğradıkları haksızlık bitecek mi, yoksa 1 yıla yakın zamandır direnip taviz vermeyen halkı yola getireceğini düşünenler kendilerini mi ateşe atacak? Zira Fenerbahçe ne kadar darbe yese de yaralarını sarıp devam edecek. İsviçre ve yerel mahkemelerde, UEFA ve eski TFF (gerekirse disiplin kurullarındaki kişiler hakkında) davalar açacak.  Gerekirse CAS’ı tekrar açacak. Medyanın tümüyle davalık olacak. Yabancı kamuoyuna kendisini anlatacak. Ülke futbolunu anlatacak.Kongrede kulübünü teslim etmeyecek. Etmeye çalışanların karşısına dikilecek. Ama önce en büyük tezgahı bozmak zorunda: Aziz Yıldırım’ın başkanlığını düşürmek.
Yazının devamı...