(bu yazı, Fenerbahçe’nin müessese tekelini kırarak 16 yıl sonra kazandığı lig şampiyonluğu sonrası yazılmıştır. 3 Haziran 2007)
Her oyun durduğu an Mirsad’ın gözleri Aydın Örs’ün gözlerinde. Bahane arıyor yanına gitmek için. Azıcık ışık görsün kopup geliyor kenara. Atıyor elini Aydın hocanın omuzuna, başlıyor istişareye: “hocam Semih şuraya kaysın, tamam oldu değil mi hocam, oldu oldu... hadi beyler bakın hocamız neler söylüyor...”
Semih ve Oğuz'a saha içinde hata yaptıklarında fırça çekerken ise Aydın Örs oluyor birdenbire. Kaşları çatılıyor, gözleri yanıyor, yüzündeki çizgiler fazlalaşıyor.
24 sn süresi dolmuş, Kerem Gönlüm saha dışında topu çevirmeye çalışıyor. Tabi ki ilk yaygarayı koparan yine Mirsad. Hemen kanatlarını açıp uçuyor hakemin yanına. Çembere alıyor ki kimse yaklaşmasın ve kulis yapmasın diye! Oysa hakem çoktan 24 saniye kararını vermiş, bunu görüp kafayı "evet evet, bravo" diye sallayarak ve alkışlayarak tribünlere amigoluk yapmaya gidiyor.
Atılan her adrenalin, kopma anı basketinden sonra haykırarak, dudaklarını ve yumruklarını sıkıp kendi kendine kutlayışı, yakarışları, mest olduğu için bayılma ve erime noktasındaki halleri... Taraftar gibi.
Bir tek kendi sahasından driplingle topu sürüp Steve Nash’cilik yapmadığı kalmıştı, onu da 3. maçta gördük çok şükür.
Fenerbahçe savunmasıyla Efes’i boğuyor, topu kaybettiriyor. Mirsad tribünlere dönmüş, ama yan gözle de Aydın Örs’e bakıyor. Uyarıyı alınca hemen geri dönüyor. En büyük silahı o haşarı çocuk gülüşü. Muzipçe, gözlerini büyülterek Aydın Hoca’ya bakıp yüzünü şekilden şekile sokup derdini anlatmaya çalışıyor. Eller kollar sürekli hareket halinde: "Ya hocam bak ben onu tutmaya gitmiştim, o bana vurdu ya! Hakem vermedi faulü. Ben ne yapayım!" ...
Aydın Örs ona kızdığı için kenara aldığında önce yalvarıyor, derdini anlatmaya çalışıyor, nafile! Havluyu kaptığı gibi sırtını dönüp en uç noktaya gidiyor. Ağzı sürekli oynuyor, ama bu sefer yüz ifadesi "bana bulaşanı yakarım" diyor. Jet hızıyla geri dönüp önceki çocuk ifadesine bürünmesi ve Aydın hocaya ağlamaya başlaması arasında ise 3-5 saniye geçiyor. Aydın hoca bile bunu görünce yelkenleri suya indiriyor. Herkesin çekindiği baba ve patron, Mirsad'a geldi mi tartışırken bile aslında gülüyor. Görüyorum, hissediyorum. Seviyor onunla bu atışmaları. Belki de gülme duygusunu bastıramadığı, otoriter Aydın Örs imajını sahada terkettiği tek an.
3. maç... Bitime 3 dakika kala, takım eller belde dağılmış. maç bitsin diye bekliyor (dikkat ediniz tam Mirsad'ın oyundan çıktığı andır bu!) . Efes Pilsenli oyuncular atıyor basketleri birbir. Solomon orta sahadan 3’lük denemeleriyle Aydin Örs'un sinirlerini haşat ediyor (lafın gelişi. İlk defa Aydın hoca’nın buna tepkisiz kaldığını, sakin sakin durduğunu gördük). Mirsad sallana sallana benche geliyor. Şak şak yaparak. Reklam panoları arkasında 3 tane formalı miniğin yanına gidip başlıyor onlarla şakalaşmaya. Bir anda çerçeveye Nedim Karakaş giriyor (filmlerde otorite sağlamak için sert görünmek zorunda kalan babacan amca yani). Nedim Karakaş Mirsad'ı kulağından tuttuğu gibi (bakışlarıyla!) “geç yerine, otur şuraya" diyerek sandalyesine yolluyor.
Tabi Mirsad "peki Nedim ağbi peki" havasında uslu uslu yola koyuluyor elinde havlusuyla. Ama gözleri "ağzım kulaklarımda" diye parıl parıl parlıyor.
"Cuma 15 bin kişi olacak burada" diyor double double’ci Mirsad. İsteğine de kavuşuyor. Ne taraftar onu üzüyor ne de o taraftarı. Sus işareti bile yapıyor. Ya Aydın Örs?
Mirsad: Ya ben bir sey yapmadım hocam ya!!!
Aydın Örs: Geç geç, otur yerine. Bıktım senden (iki eliyle yaka silkme hareketi eşliğinde)…
Biz ise sizleri izlemekten bıkmadık.
Dost gibi görünüp insanları kandıran, dışarıya laf taşıyıp alt oyanı çok.
Dış nifakçıların sofrasında oturanı da çok.
Bu kulübün sorunları yönetme şeklinde değişiklik yok.
Suskunluğun, oluruna bırakmanın işi çözeceğine inanma hayalciliğinde de.
O yüzden kapıyı kilitleyip soyunma odasında takım arkadaşını adamakıllı dövenler, senin doğal futbol krizlerin kadar gündem olmuyor.
Adli suç olan böyle bir konu bile normalmiş gibi kamuoyuna kabul ettiriliyor. Medya “büyük yönetim başarısı” diye yedirebiliyor.
Fenerbahçe, onların belirlediği kriterleri kırmak yerine düzeni kabullenerek devam ettiği sürece uçurumun kenarında gezecek.
Fındık kabuğunu doldurmayacak meseleler, kulübün geleceğini etkileyecek büyük krizlere dönüşmeye devam edecek.
Alex-Aykut Kocaman-Aziz Yıldırım… Kim haklı kim haksız? Muhatapları meselenin hala bu olduğunu sanıyorsa yanılıyor.
Mesela Alex gittiğinde bugün içini döktüğünüz veya perde arkası gerçekleri paylaştığınız o medya, bir kaç ay sonra “şu zaman Aykut Kocaman yaptığı sohbet toplantısında Alex hakkında şöyle şöyle demişti zaten”, “Alex’i gönderemiyorlardı, taraftar önünde gözden düşürmek için uğraştılar” diye manşetler atacak.
Ya da Alex kalıp başkaları yem edildiğinde bu sefer “Alex bir vakit teknik direktör ve başkan hakkında yakın çevresine şöyle şöyle demişti” diye karalayacak.
Mahzenden belki de unuttuğunuz şeyleri çıkartıp rencide etmek, itibarı zedelemek için haberler hazırlayacak.
Duracaklarını mı sanıyorsunuz?
Evet, kişiler asla Fenerbahçe’nin üzerinde değildir. Devam eden 3 Temmuz operasyonuna Fenerbahçeli halkın gösterdiği tepkinin özü de buydu zaten. Ama emek veren kişiler yüreğinin en üstündedir.
Taraftar yıprandı. Hırpalandı. Öfkesi taze. O öfkenin kaynağı insanlar sistemin içinde. Birikti, birikiyor ve bu doğru yere akıtılmazsa gelip kendisini vuracak. Vuruyor.
O yüzden her iç mevzuya tepki anında alev alıyor, bir anda yakıyor etrafı.
O yüzden kışkırtılmaya bu kadar açık ve hassas Fenerbahçelilerin duyguları.
2 Temmuz 2012 sonrası, 3 Temmuz 2011 sonrasından daha haşin geçecek. Manevi birlik daha da hayati olacak.
Ama gelenekler silinemiyor. Teknik direktör veya futbolcular hedefe oturtuluyor. Onlara altından kalkmalarını bekleyemeyeceğimiz yükler bindiriliyor. Saygınlıkları zedeleniyor. Teknik direktör, otoritesini yıpratacak tercihler yapmaya itiliyor. Hamlede geç kalma, tarif olunmaz kayıpların sebebi kişilere aile içini anlatma ve özeli paylaşma yanlışları devam ediyor. O medyayı meşrulaştırıyor. 3 Temmuzu yaşayan bir kulüp, hala 3 Temmuzun ortağı medyaya konuşuyorsa “niye 3 Temmuz oldu” sorgusunu bırakmalı.
Fenerbahçe’nin 20, 30, 40 yıldır başa sarması ile sonuçlanan domino kuralıdır: Sorunu yönetemeyerek, kurbanlar vererek bir sonraki kurban için yolu açmak. Bugün futbolcu, yarın teknik direktör, haftalar sonra da yönetim. Ya da bugün teknik direktör, yarın futbolcu, haftalar sonra da yönetim.
Fenerbahçelilerin kendilerini birini seçmek zorunda hissetmesi korkunç. O sevginin bu zalimliğe dönüşmesi ise akıl almaz.
Alex-Aykut Kocaman-Aziz Yıldırım. Fenerbahçelilerin herhangi birini tercih etme lüksü olamaz.
Defans önündeki iki orta sahanın tutuculuğu devam ediyor. Geçen sezondan ve hatta öncesinden beri… O ikili maçın akışına göre hücum ve savunmada görev paylaşmalı. Sürekli biri ileriyi desteklemeli. Bu bölgede iki futbolcuya görev veriliyorsa ilk toplar daha hızlı çıkmalı (bunca yılda, onca isim içinde hala bunu en hızlı beceren adamın Murat Yakın olması?!). Stoperler topla, o iki isimden fazla oynamak zorunda kalmamalı. Oyunu stoperler kurmak zorunda kalmamalı. Alex geriye gelip ilk topu çıkarmak zorunda kalmamalı. Kalıyorsa, onun bölgesine de diğeri kaymalı. Yok. Sonuç: Sistem yerde.
Tüm takımın performansını kökünden vuran mevki kronikleşti: Dönen topları almak, hücuma kalkarken topu açma hızını artırmak için, orta sahayı risk alması için cesaretlendirecek forvetin eksikliği. Ortalama sertlikteki savunma içinde dahi kaybolan, pas dağıtımında kesintilere yol açan, tam takım yerleşmişken top kaybeden forvet kimliği takım bütünlüğünü temelden çökertir.
Her sezon, her teknik direktörle az veya çok yaşanmış bir zaafiyet: Hareketsizlik. Belki futbolculara görevlerini anlatırken tedbirli olma telkini aşırıya kaçıyor, insiyatif alma cesaretleri törpüleniyordur. Ama yine de açıklarla beraber 4-5 kişinin markajda dolaşması açıklanamaz.
Mesela ilk yarıda alan değiştiren tek adam Kuyt idi. Örnek: 18. dakikada sağ taraftan orta, sonra sola doğru kayarak bölgesinde kocaman alan yarattı. Ama kimse fırsatı değerlendirmedi. Kapanan rakibi ezberi dışına çıkartamazsanız pozisyon üretemezsiniz.
Emre varken de farklı değildi. Dünya futbolunda da bulunması zor tipte Emre. Pas ve yönetme kapasitesine sahip, hem de savunma yapabilen türden! Fark yaratıyordu. Ama sorun yine de oradaydı. Emre’nin birebir eşini bulamazsınız. Alex, zaten imkansız. Ancak birkaç mevkideki iyileştirmelerle geçişi sağlayabilirsiniz.
Belli ki Baroni ortadaki ikiliden ileriye daha yakın oynayacak isim. Sezonun tamamını yıkabileceğiniz güveni telkin ediyor mu? Duygusal iniş çıkışlarını fazlasıyla gördük. Oyunu zorlama, hücumda sorumluluk alma ve tempoda istikrarsız olduğunu da.
Üstüne: Eksiklerle girilen bir eleme turu daha. Geçtiğimiz yılda Fenerbahçe aleyhine yürütülen itibar zedeleme eylemlerini düşünürseniz anlayış gerekir. Ama eleme maçları “idare ederiz” maçları değil. Fenerbahçe en acısını Zico’nun geldiği sezon yaşamıştı.
İşte maçın daha 5. dakikasında öfkeli çığlıklarla “ah oh” ettiğiniz, “yavaşız, orta saha ile defans arası kopuk, pozisyon yok, ilk 45 dakikaları boşa harcandı, vb.” ne kadar şikayetiniz varsa bilin ki kökeni yukarıdaki mevzulardır.
Şimdi gelelim tum bu teknik gercekleri tartışmanın mantıklı olabilmesi ve iyileştirmelerin sonuca ulaşması için gereken “tek” şarta:
3 sezon üst üste Şampiyonlar Ligi’nde direk yeralması gereken takım ön eleme oynuyor. Birini resmi olarak haketmişti, masa başında gaspedildi. Fenerbahçe, bunları yaratan sebepleri bertaraf edemediği müddetçe sağlıklı planlama yapamaz. Yapsa da yürütemez. Baskı altında dağılan, fevri, rasyonellikten uzak genleri itibariyle planlarının dışına çıkmaya itilmesi çok kolaydır. Medyanın kamuoyuna enjekte ettiği tespitlerin ve klişelerin etkisinde kalır. Yanlış teşhisler koyar. İyi yola girmişken anında yanlışa sapar.
3 Temmuz ile altın vuruşunu yapanlar orada. Emir eri medya yerli yerinde duruyor. 2006, 2008, 2010, 2011 stratejileri fırına sürülmeye hazır. Linç, yanlış bilgi ve yalan, nifak, ve kurumlara medya üzerinden baskı mekanizmasını kıracak zeka gösterilemezse ne harcanacak milyarlarca dolar, ne getirilecek yüzlerce futbolcu ne de denenecek onlarca teknik direktör sürdürülebilir başarıya ulaştırabilir.
Bir kaç dakika önce feshine dair önerge mecliste kabul edilen mahkeme, son kararına imza attı. Müthiş tesadüf değil mi? Türkiye’de eşi benzeri görülmemiş hızla, tam da yargı paketine göre burun farkıyla sonuçlandırılması normal değil mi?
1 yıl boyunca yaşadığımız onca “tesadüf” gibi.
Bu davanın niye ÖYM’de görüldüğünü açıklayabilen hukukçu, siyasetçi, gazeteci var mı? Yok. Zaten artık ÖYM de yok.
Örgüt içinde gösterilmeyen onlarca sanığın dosyalarının niye ayrılmadığını izah edebilen var mı? Yok. Zaten artık ÖYM de ismen yok.
Yargıtay’ın işi zor. Savcı Mehmet Berk’in iki gazeteciye aralıklarla yaptığı açıklamalarla güvenirliği iyice zedelenen bir dava var. Üstelik görünen o ki usül ve anayasal haklar açısından da ihlallerle dolu.
Mantık ihlalleri ise delirtecek kadar yaralayıcı.
Şu soruların yanıtları verilmeli:
- Davanın genişletilmesi talebinin reddi en temel savunma hakkının reddi anlamına gelir. Gerekçeler mutlaka detaylandırılmıştır. Ama birçok konu aydınlatılamamış, 2010-2011 sezonuna ait kamuya da yansımış birçok itham mahkemeye dahi taşınamamıştır. Sadece Fenerbahçe yöneticileri aleyhine olacak tape ayıklaması ile oluşturulmuş görüntüsü vardır. Hem kamu vicdanı hem de savunma için bu hukuki yaradır.
- Verilen karar sadece kişileri değil, Fenerbaçe Kulübü’nü de zan altına sokmuştur. Genişletme talebinin reddi milyonlarca taraftarı olan, ülkenin sembollerinden bir kulübün kendisini savunma hakkını almak demektir. Yüzleşme talepleri karşılığını bulamadı. Bülent Ataman gibi ligde tartışmaların göbeğinde oturan kişiler yok sayıldı. Telefon kayıtlarında Korcan hakkında suçlamada bulunanlar mahkemeye çağırılmadı. Mahkemede aleyhine ithamlarda bulunulan sadece Trabzonspor ile ilgili kişiler iken bunun derinleştirilmesine şans tanınmadı.
- Savcının iddianameye koymadığı telefon konuşmaları ile ilgili isyana mahkeme “o savcının takdiri” cevabını vermiştir. Savcı Mehmet Berk’in sözleri de iddianamenin Fenerbahçe üzerine hazırlanmasına dönük motivasyona itildiğinin itirafıdır. Bu da soruşturma aşamasının adil ve sağlıklı yürütülmediğini gösterir. Amaç şike ile mücadele ise şampiyonluk yarışındaki diğer takım da detaylı teknik takibe tutulmalıydı. Ayrıca belirtildiğine göre bazı telefon kayıtları da savcı insiyatifi ve kişilerin talebiyle silindi. Bu takdir, sanıklar için savunma hakkının da yokedilmesi anlamına gelmez mi?
- Savcı Mehmet Berk, Zekeriya Öz’ün Galatasaraylı olmasının davanın sağlıklı yürütülmesine engel olacağı mantığıyla kendisinin atandığını belirtmiş. Muhtemelen bu bireysel değil yargıdaki genel bakış açısını yansıtıyor. O zaman tutuklama ve dinleme izinlerinde imzası bulunan hakimin davaya bakması daha büyük tarafsızlık ilkesi çelişkisi değil mi? CMK’nın “Soruşturma evresinde görev yapan kovuşturmada yer alamaz” özü ile ters değil mi?
- Madem medyada çıkanların %90’ı yalandı ve savcı Mehmet Berk de süreçten rahatsızdı niye onca talebe rağmen engel olacak hamlede bulunmadı? Fenerbahçe tarafından gelen taleplere rağmen niye yayın yasağı koymadı? Niye bu yayın yasağı tam Fenerbahçe’nin şampiyonlar Ligi’nden ihracının arefesine geldi? Bu yasağa rağmen tape yayınlayanlar hakkında cezai işlem uygulandı mı?
- Yargıtayın Aralık 2011’de verdiği karara göre “Önleme dinlemesi kayıtları delil olamaz. Sadece bir soruşturma açılmasında kullanılabilir”. Telefon konuşmaları zaten ana delil olamaz. Gerekçeli kararı bekliyoruz. Belki de gizli tanık(lar) var. Ama mahkemeye veya sanık avukatlarına yansımamış ne çıkacak bilemiyoruz.
- Bu aşamada sanık avukatlarından Ali Rıza Dizdar’ın mahkeme sonuçlandıktan sonra yaptığı açıklama ürkütücü. Müvekillerini ve dolayısıyla savunmalarını ilgilendiren bazı tanık ifadelerinin, kendilerine haber verilmeden alındığını iddia etti. Bu savunma hakkının ihlaline girmiyor mu?
- Sürecin başından beri sanıklar lehine olan delillerin yeterince göz önüne alınmadığı tablosu var. Adil yargılama ne olacak?
- Örgüt suçlamalarına maddi delil olmaması bir yana şeması nerede? Dava boyunca kamuya da yansıtılan algı “kulüp başkanı ve yöneticisi otomatikman örgüttür”. Zira Aziz Yıldırım’ın suçlanma sebebi olan maçlara ya da iddia edilen eylemlere dair telefon konuşmaları yok. Avukat Köksal Bayraktar’ın savunmada belirttiği gibi “10 kişinin telefon kayıtlarının tutulduğu tarih Kasım 2010. Ama o tarihte sporda şiddetin önlenme yasası (6222) yürürlükte dahi değil. Olmayan suçu nasıl 6 ay telefonla dinlersiniz? 6 ay henüz ne yapacağı belli olmayan bir grup dinleniyor . Silah kaçakçılığı yapan gruplar bile Yargıtay kararında ancak 15 gün dinleniyor!” Yine soruyor Bayraktar: “Örgütün buna uygun yapısı dikkate alındığında her an cebir, şiddet uygulanabilir” denmiş savcılıkta. Varsayımla suç olur mu? Biz sizin huzurunuza bir varsayım üstüne çıkarılıyoruz. Bu insan haklarına ne derece uyuyor”
-
- Yine Köksal Bayraktar’ın vurguladığı gibi kişi ve kulübün hesaplarında açık yok. Anlatılamayan para akışı yok. Mahkemenin kendisinin çağırdığı 20 kişiden aleyhe ifade veren yok. Fenerbahçe, Aziz Yıldırım veya yöneticiler aleyhine ifade yok. Aziz Yıldırım’ın, gözaltı süresi 4 gün olmasına rağmen 8 gün göz altında tutulması var. Telefon konuşmalarında nokta nokta ile kayda geçirilmiş yerler var. Maç sonrası yapılan konuşmaların suça delil yapılması var. İsim benzerliği ile karıştırılan kişiler, tarih tutarsızlıkları var.
- Davanın en önemli aşamalarından olan çapraz sorgular tamamlanmadan mütalaanın neredeyse hazır olması hangi hukukla bağdaşıyor?
- Teknik takiplerde suçüstü yapılmıyor ama şike parası varsayımı ile insanlara suç isnat ediliyor. İçinde ne olduğunu ispatlamak iddia makamının vazifesi iken tam tersi uygulanıyor. Bu hangi hukukla bağdaşıyor?
- Şike bu mahkemenin ihtisas alanı değil. TFF kurulları bilirkişi pozisyonunda ve onun raporu dikkate alınmalı. Ama bilirkişilerin mahkemede dinlenmesi talebi de reddedildi.
- Sonradan alınan dinleme izinlerinin önceki tarihteki olaylar için kullanıldığı belirtildi.
- Vb vb vb.
Dava tarihe geçti bile. Yıllar sonra bu dönem tartışıldığında yargının işleyişini gösteren örnek olacak, ama maalesef negatif anlamda.
Bu dava özelindeki çelişkiler diğer davaları da sorgulatıyor. Ya da sorgulayan sayısı tahmin edilmediği kadar artıyor. “İsimsiz ihbarla”, Giresunspor ve Olgun Peker üzerinden başlatılıp bir anda Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe’ye dönmesi, 6222’yi beklemesi, çete ve örgüt etiketi ile ÖYM’lere kaydırabilmek için gösterilen çabalar ile aklımızı zorluyor.
Ama en dehşet verici şey Fenerbahçeli olmayanların, ilkelerini, inançlarını, hak ve hukuk anlayışlarını sırf konu Fenerbahçe diye çiğneyip atmaları. Özsaygılarını yok eden bu inkarı midelerinin kaldırması.
Ve medya. Kendilerine verilen “kamuoyu algısını şekillendirme rolünü” gönüllü üstlendiler ve hükümde büyük katkıları oldu. “Kamuoyu tepkisi”ni hafifletebilmek, 1 yıldır boşuna mı bu denilmesin baskısı ile kurumları hukuk dışına itmeyi başardılar.
Fenerbahçe, başkanı ve yöneticileri 1 yıllık kara propaganda ile mahkum edildi. Şimdi sıra onlarda. Hukuki gerçekleri, savunmalarını satır satır anlatmalılar. Kamuoyunun damarına enjekte edilen yalanlara karşılık gerçekleri anlatmalılar. Her gün, bıkıp usanmadan. 2. kez yargısız infaza izin vermemek için.
Sözlerin ne anlama geldiğini yazayım, sayın vali farkında değil galiba: Galatasaraylılara dokunsak yanardık, Fenerbahçelilere ne yapılsa tepki gelmez. Başım ağrımaz. Sözde huzuru bir tarafı feda ederek sağlamayı düşünürüm..
Evet, aylardır yazdığımız doğrulanmış oluyor: Fenerbahçe hedef. Fenerbahçeliler hedef. Fenerbahçeliler harcanabilir. Fenerbahçelilere her şey mübah. 10 Temmuz’daki yürüyüşte kameralara takıldığı gibi gerekirse mermi bile kullanın. Neden? Siyasi otoriteye biat etmedi. Başkanını 11 aydır satmadı. Direndi. Oyunu bozdu. O halde pes etirmek için geriye tek şey kalıyor: Şiddet.
Bu kadar hayati karşılaşmada 90 dakika boyunca o berbat yönetimine rağmen ne Cüneyt Çakır’a ne Galatasaray’a küfür edildi. Hiç bir saha içi tehdit yoktu. Maç bitti, jet hızıyla çimlere dalan (nedense !) çevik kuvvetin ortasında zıplayan Galatasaray, kimsenin umurunda değildi. Stat sadece Fenerbahçesini alkışlıyordu, çağırıyordu. Hal böyle iken kale arkası tribünü önündeki tartışmaların parlaması pek “anlık” sayılmazdı (ilk biber gazı engelli taraftarların önünde atıldı). Anlık olsa biber gazı vahşeti maçtan önce başlamazdı. Anlık olsa bileti ve kombinesi ile kapıda kalanlar coplanmazdı. Anlık olsa Kadıköy sokaklarında, helikopterlerin ışıkları ve biber gazlarıyla insan avına çıkılmazdı. Stat içinde gaz verip dışarı sürülen taraftar, çıkışlarda da gazla karşılanıp sıkıştırılmaz, iki ateş arasında bırakılmazdı. Kurtulmak için sahaya girmek zorunda kalanlara şiddet uygulanmazdı. Yatıştırmak yerine insanlar mahsur bırakılmaz, böcek öldürür gibi biber gazı basılmazdı. 50 bin kişiye toplama kampı muamelesi yapılması vicdan, hukuk ve insanlık dışıdır. İş kazası değildir. Heysel faciasının eşiğinden dönülmüştür.
Aziz Yıldırım defalarca söyledi. “İçeride kalmam önemli değil. Fenerbahçe için her şeye razıyım”. Bu adamın dayanamayacağı tek şey Fenerbahçesidir, taraftarlarına uygulanacak organize zulümdür. 19 Mayıs’ta adayım dedi, vazgeçmiyorum dedi. Aday olursa zaten ömür boyu men etmek için hüküm giydirecekler. Kendisi çekilsin diye son kozu, yani taraftarının canını önüne koyuyorlar. Acaba bu hafta Metris’e kimler ziyarete gidecek?
Oysa Fenerbahçelilerin tek derdi bize karışmayın, başkanımıza-armamıza-kimliğimize dokunmayın idi. Hak, adalet idi.
Ama karşı taraf her şeyi ele geçirmeden, biat ettirmeden rahatlamaz.
11 aydır devirmek istedikleri adama sahip çıkar, diğerleri gibi başkanını kongrede alaşağı etmez isen coplar iner, biber gazı ile yaşarsın. Sahada ve salonda da takımının emeği gasp edilir.
Oysa bakın Galatasaray’a. Stat yapılır, başkanları köşke çıkar, başbakana telefon açılıp kupa töreni yaptırılır. AKP Kongresi’nin TT Arena’da düzenlenmesi sadece lojistik konu değildir. Başbakan unutmaz. Yuh’landığı yerde şimdi hepsine alkışlatacak.
Tekrar valiye dönersek. Demiş ki “Sayın Başbakan’a telefon edip bilgi verdim. Kendileri güvenliğin sağlandığı taktirde yasa ve yönetmelikler ne gerektiriyorsa onun yapılması gerektiğini söyledi.”
Bunun da ne anlama geldiğini yazalım: Galatasaray’ın kupa alması, onbinlerce insanın canından daha önemliydi. Yani çocuk, kadın, hamile, yaşlı, belki hayatında ilk kez maça gelmişlerden…
Biber gazı bombardımanı ve av saatlerce devam etti. Tabi aynı dakikalarda birileri de kutlama için otoyolu kesiyordu. Müdahale olmadan.
Ya yine kurguyu bozan şok bir gol gelseydi? Geçen sezon Gaziantepspor maçındaki gibi? B Planı neydi? Tahmin etmek bile istemiyorum.
Galiba kimse sayın başbakana o vahşeti anlatmadı. Haberi olsa onbinlerce insanın canını tehdit altına soktuğu için vali ve emniyete hesap sormak yerine kupa töreni yapılacak emri vermezdi.
Haberi olsa Fenerbahçe takım otobüsünün camlarının indirildiği, silah doğrultulduğu, maçta her türlü futbol şiddetinin yaşandığı Trabzon’da iken, Kadıköy’de canını kurtarma derdindeki Fenerbahçeli onbinlerce masum insana “terörü hakim kılmak isteyen zihniyet” demezdi.
“Terörist” nitelemesine muhatap kitlelerin sayısı artıyor. Şimdi elli bini buldu. Hatta stat dışındaki esnaf, maçla işi gücü olmayan vatandaşı sayarsak fazlası.
Bu sözler üzerine polis mesajı alır. Yaptığını haklı bulur. Bir sonraki randevu çarşambaya Ankara’da der. Artık polis Fenerbahçelileri sürekli şu sözle karşılıyor: Aziz kurtarsın sizi
Temmuzdan beri anlatıyoruz. Bu çok amaçlı bir plan. Türkiye’nin kalan son bağımsız gücünü ele geçirip başındaki insanı bitirmenin yanında devlet takımı yaratmak, Fenerbahçe’nin futbola hakimiyetini masa başında bozup o rolü ilk boyun eğen kulübe hediye etmek , tüm kulüpleri ekonomik sorunları kullanarak ele geçirmek, kendi adamlarını başkan ve yönetici yapmak, büyük kulüplerin rantını yurt içi ve yurt dışı sermaye babalarıyla paylaşmak, uluslararası organizasyonları almak, spor üzerinden halk sempatisi ve oylarını toplamak (Trabzon’a aktarılan inanılmaz paralar, seyirci ortalaması binleri geçmeyen ülkeye onlarca yeni stat, vb.)…
Hale bakın ki Fenerbahçe’ye hem iftira atılıyor, hem o iftira PFDK’nın hukuk dışı icraatıyla devam ettiriliyor, başkanı esir ve men ettirilmeye çalışılıyor, takımına saha içinde TFF eziyeti uygulanıyor. Direndiği için taraftarına da şiddet! Neyin karşılığı olarak? Bunları engelleyebilecek, insanların canının yanmasına dur diyebilecek başbakanın ricasıyla CAS çekiliyor. Fenerbahçe en kritik ve önemli kozunu bir kalemde siliyor. “13 Mayıs’a kadar çekilmeseydi Cüneyt Çakır daha adil yönetirdi miydi? Polis bu müdahaleyi yapar mıydı?” soruları ise ortada kalıyor.
Cumartesi Fenerbahçe takımı ve taraftarı, siyaset-polis-TFF üçgeninde tuzağa düştü. Artık açık şekilde öteki.
Ama bir şeyin farkında değiller. Spora politik, etnik, ekonomik, sınıfsal ayrımcılığı sokarsanız bu sadece yok etmek istediğiniz kulüp ve taraftarını değil tüm ülkeyi içine alır. O kadar ani ve hızlı yayılır ki hayal edemeyeceğiniz kadar tehlikeli noktalara taşınır. Sırf insanları sindirmek için çıkartılan 6222’ye rağmen önüne geçemezsiniz. Tüm dünyada olduğu gibi genç neslin dünyasını küçültüp pasifleştirirken aslında saf şiddet dolu bireyler yaratıyorsunuz. Amaçsız, kendisini sadece şiddetle ifade edebilecek nesiller geliyor. Futbolda o kapıyı açarsanız ki 3 Temmuz ile açtılar, kontrol edemezsiniz. 11 aydır şike sakızı ile her şey perdelendi. Çok ekmek yendi. Ama futbolu Fenerbahçe üzerinden böldüler. Ekonomik ve siyasi sorunlar artmaya başladığında gündemi futbol ile karartmak mümkün olmayacak.
Operasyonu yapanların en büyük zafiyeti, spor ve takım kimlikleri konusundaki bilgisizlikleriydi. Ama esas şaşırtan, hayatı boyunca futbolla iç içe yaşamış ve Fenerbahçeli bir başbakan’ın da gerçeklerden uzaklaşması . Ya onu da yanlış yönlendiriyorlar, ya da Aziz Yıldırım’ın varlığı, arka plandaki tabloyu görmeyi engelleyecek kadar öne çıkmış vaziyette.
Medya için söz kalmadı. Fenerbahçe taraftarı şubattaki ilk duruşmaya kadar huzurla mücadelesini veriyordu. Güvenlik kurumlarının gözünü yaşartacak kadar dirayetli ve sakindi. Kendisine yapılanlara bakıldığında insanüstü sabır sergiledi. Hala sergiliyor. Ama Çağlayan’dan beri sanki Fenerbahçe avı yapılıyor. Medya bunun parçası. Sansür uyguluyor. Yalan üretiyor. Çağlayan’daki mağduriyete, kuru yanında yanan yaşlara sesini çıkarmıyor. Fotoğraf, video yayınlamıyor. Haberleri manipüle edip çarpıtıyor. Cumartesi günü, kendileri mağdur olduğu için ilgilerini çekti! Ama o satırlar da vicdandan, omurgadan ve gerçeklerden uzak. Yakında bir avuç kişi veya belirli taraftar gruplarına mal etmek isteyecekler. Sürekli sizi besleyenlere yaranma korkusu taşırsanız, kaleminizden çıkan dönekliğin resmi olur. Gazeteciliğin değil.
En yaralayıcı ve saatlerce düşünsem de içinden çıkamadığım korkunç tablo ise şu: Galatasaraylıların anası, babası, kardeşi, canından çok sevdiği arkadaşları, hayatının büyük bölümünde beraber olduğu insanlar içinde Fenerbahçeli yok mu? Cumartesi günü 50 bin kişi içinde, aylardır Çağlayan’da biber gazı yiyen, belki canını zor kurtarıp ölümden dönen hiç Fenerbahçeli sevdiği yok mu? İlla ki vardır. Peki o sevdikleri acı içinde yaşarken, ötelenirken ve linç edilirken nasıl vicdan kırıntısı gösteremez? Ona sarılmak yerine, karşısına geçip şike yapsana diyenlerin çokluğudur ülke geleceğini umutsuz kılan.