(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Emre Özpeynirci" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Emre Özpeynirci" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Emre Özpeynirci

Bambudan otomobil üretmek için Türkiye’de yatırımcı aranıyor
12 Nisan 2011
Her yıl birbirinden ilginç tasarımlarıyla dikkat çeken İsviçreli Rinspeed firması bu kez adını ve kullanılan malzemesini bambu ağacından alan ‘Bamboo’ modelini vitrine çıkartmıştı. Hatta daha fuar öncesinden Bamboo’nun birbirinden renkli fotoğralarını hazırladığımız eklerin kapaklarında kullanmıştık.

Retro tasarım
/images/100/0x0/55eb43eef018fbb8f8b601cc
Pop sanatçısı James Rizzi tarafından 1970’lı yılların St Tropez sahillerini anımsatmak için özel olarak tasarlanan araç, o yıllara ait renk ve görünümüyle fuarda büyük ilgi görmüştü. Retro tasarım mantığı çerçevesinde şekillendirilen araç, bambu ağacı ve kompozit malzemelerden imal edilmiş. Elektrik motoru sayesinde 120 km/s hıza ulaşabilen ve 105 kilometrelik menzile sahip olan aracın koltukları yerinden sökülüp sahilde şezlong olarak bile kullanılabiliyor. Aracın motor ızgarası yerindeki ekran üzerinden internete de girmek mümkün. Ayrıca araçta JBL ses sistemi yer alıyor.

Yatırımcı arıyorlardı

Bu aracın üretimi için Rinspeed firmasının yatırımcı aradığını duymuştum. Ama pazartesi sabahı gelen elektronik postaya kadar bu yatırımcının Türkiye’de arandığını bilmiyordum. Yönetim danışmanlık şirketi A.T. Kearney’in Türkiye şubesinden Serkan Somer, gönderdiği elektronik postada bu araç için Türkiye’de yatırımcı arandığını ve bu konuda bazı girişimcilerle de bu hafta içinde görüşeleceğini belirtince dikkatimi çekti.

3 saatte üretiliyormuş

Türkiye’de otomotiv son dönemde o kadar popüler oldu ki, Rinspeed firması da bunun bilinciyle ilk hamleyi Türkiye’ye yapmış. Bu hafta kimlerle görüşeleceğini bilmiyorum ama bunlardan birinin Alphan Manas olabileceğini de düşünüyorum. Herneyse bu sahil kesimlerine özel ilginç araç tam 2 milyon adetlik bir niş pazara hitap ediyormuş. Yer aldığı pazarın potansiyeli bu kadarmış. Danışmanlık şirketinin raporunda böyle yazıyor. Aracın fiyatının 10 bin Euro olacağı ve bir tanesinin 3 saatte üretilebilen modüler bir yapıya sahip olduğu da belirtiliyor. Bamboo isimli bu araçın 3 farklı versiyonu bulunuyor. Aracın Türkiye dışında Brezilya ve Afrika gibi sıcak ülkelerde de üretilebileceğinden bahsediliyor.

18 ay içinde piyasaya sunulması hedefleniyor

Elektrikli bir internet aracı olan Rinspeed BamBoo, sürücü araç kullanırken ona gelen e-postaları ve mesajları okuyor ve sürücünün kendi ses komutlarıyla araç içinde internette surf yapmasına olanak sağlıyor. Araç kullanırken son derece dikkatli olması gereken sürücünün, tüm bunları gerçekleştirmesi için öncelikle ya bir akıllı telefona ya da tablet bilgisayara sahip olması gerekiyor. 18 ay içinde piyasaya sürülmesi beklenen Rinspeed BamBoo’nun hangi fiyatla tüketiciye sunulacağı şimdilik bilinmiyor.

Otomotivin geleceği 3 bakanla tartışılacak

OTOMOTİV Yetkili Satıcılar Derneği (OYDER) “otomotiv sektörünün geleceği” kongrelerinin üçüncüsünü, 27 Nisan 2011 tarihinde “Bugünden 2023’e” vizyonu ile Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayında gerçekleştirecek. Hürriyet’in de sponsor olduğu ve toplam 6 konuşmacının yer alacağı Kongre’de 3 adet de panel gerçekleştirilecek. Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ve TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun da konuşma yapacağı kongreye, otomotiv sektörünün tüm paydaşlarından oluşan binin üzerine izleyicinin katılması bekleniyor. Konu başlığı “Otomotivi Geleceğe Nasıl Hazırlıyoruz“ olan panele; ODD Başkanı Mustafa BAYRAKTAR, OSD Başkanı Kudret ÖNEN, OYDER Başkanı H.Şükrü ILISAL ve TAYSAD Başkanı Celal KAYA panelist olarak katılacaklar. Doğuş Otomotiv’in CEO’su Ali BİLALOĞLU, Ford Otosan Genel Müdürü Nuri OTAY, Renault Genel Müdürü İbrahim AYBAR ve Toyota CEO’su Ali haydar BOZKURT’un katılacakları diğer bir panelde ise “Distribütörlerle Geleceğimiz Nasıl Gelişecek?” konusu masaya yatırılacak. Kongrede ayrıca, Hexagon Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Jan NAHUm’ da “Geleceğin Türkiye’sinde Otomotiv” konulu bir sunum-gerçekleştirecek.
Yazının devamı...
Satışa değil imaja döndü, gerçek anlamda uluslarası bir fuar oldu
26 Ekim 2010
Modeller kadar hemen hemen her firmanın standında ilginç şovlar ve tabiki fuarların olmazsa olmazı güzel mankenlerde size büyük bir görsel ziyafet sunmaya hazırlanıyor. Bizde bu doğrultuda sizin için Autoshow fuarına özel katolog gibi bir gazete hazırladık. İç sayfalarda, fuarın en pahalı otomobillerinden, tüm elektrikli ve hibrid araçlara, yarışcı modellerden dikkat çeken konseptlere kadar her türlü ayrıntıyı bulabilirsiniz. Bu yıl ayrıca bir ilke daha imza atarak 3 Kasım’da sizin için bu kez tamamı fuardan güncel görünteler ve haberlerden oluşan ikinci bir Autoshow özel gazetesi daha yayınlayacağız. Bizi takip etmeye devam edin.

50 milyon dolarlık şov

120 bin metrekarede yapılacak büyük şov için firmalar iyi giden satışlarında etkisiyle kesenin ağzını açarak 25 milyon dolarlık bir harcama yaptı. 3’üncü kez uluslararası takvimde yer aldığı için tüm markalar stantlarını da bu doğrultuda görkemli bir şekilde hazırladı. Zaten yapılan 25 milyon dolarlık yatırımın da büyük kısmını bu yeni nesil standtlar oluşturdu. Bunun haricinde CNR’a ödenen metrekare kiraları, elektrik, catring, personel ve manken ücretleri de yatırımın geri kalan kısmını oluşturdu. Fuarda 500’e yakın modelin sergilendiğinden de yola çıkarsak, bunların da değerini ortaya koymak lazım. Kabaca bir hesapla firmalar bu yıl fuarda 25 milyon doların üzerinde değere sahip araç sergiliyorlar. Yani toplamında 50 milyon dolarlık bir şovdan bahsediyoruz. Bu da kuşkusuz bu yıl beklentilerin yüzde 70 üstünde büyüyen bir sektöre yakışır bir düzeyde.

Cenevre’den farkımız olmamalı

Bu yıla kadar İstanbul’da düzenlenen Autoshow fuarları sektör adına hep bir kurtarıcı görev üstlenmişti. Çünkü satışların düşük olduğu veya krizde olduğumuz yıllarda, fuar sektöre satış anlamında hep bir doping etkisi yaratıp, önemli bir güç olmuştu. Bu yıl ise fuarın işlevi iyi giden pazar neticesinde biraz değişti. Çünkü satışlar beklentinin o kadar üstünde arttı ki fuar ilk kez satış için de değil imaj için yapılır duruma geldi. Tabi durum böyle olunca da bir çok firmadan, ‘Keşke bu yıl fuar olmasaydı. Bu kadar masrafa gerek yoktu. Nasılsa araç satıyoruz’ yorumları da yükselmeye başladı. Bence tam tersine böyle bir bir dönemde fuarın yapılması ve firmaların fuarda satış kaygısı olmaması bana göre ilk kez Autoshow’u uluslararası ölçekte bir fuar kimliğine bürünmesini sağladı. Zaten sergilenen yeni modeller, konspetler ve uluslararası düzeyde yöneticilerin katılımı da bunun en büyük göstergesi. İnşallah önümüzdeki yıllarda pazarın büyümesi aynı şekilde devam eder de, Autoshow’un Avrupa’daki etkisi daha fazla olur. Türk otomotiv sektörünün düzenlediği fuarın artık bir Cenevre fuarından farkı olmaması gerekiyor.

Temsa’yı kurtardık

Geçtiğimiz ay öyle bir haber yazdım ki, inanın ben bile etkisinin bu denli olacağını, bir şirketi ipten alacağımı düşünmemiştim. Özetlemem gerekirse, haber Sabancı Grubu’nun otomotivdeki amiral gemisi Temsa’yı satacağına ilişkindi. Bunu da son 11 yıldır Temsa’nın Genel Müdürlüğünü ve CEO’luğunu yapan Mehmet Buldurgan’ın ağzından yazmıştım. Zaten hikayede bu açıklamadan sonra büyüdü. Çünkü Buldurgan yaptığı açıklamada, Temsa’nın satılacağına ilişkin haberleri ikinci ağızlardan yurtdışında duyduğunu, yabancı müşterilerinin sırf bu yüzden siparişlerini iptal ettiğini söylemiş, bunun üstüne görevinden istifa ettiğini açıklamıştı. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Sabancı Grubu hemen ertesi gün borsa açıklaması yaparak Temsa’nın satışını kısmen yalanladı. Ardından her Sabancı Grubu toplantısında ana gündem CEO tarafından hep Temsa’ya getirildi ve satılmayacağı söylendi. Derken geçtiğimiz hafta Japon Toyota’nın ilk Türk CEO’su olduktan sonra emekliye ayrılan Tamer Ünlü’nün Temsa’nın başına getirildiği açıklandı. Mehmet Buldurgan gibi iyi bir Adanalı olan Tamer Ünlü, Türk otomotiv sektöründe etkili ve çok önemli bir yöneticidir. Bu noktadan sonra Tamer Ünlü’ye büyük iş düşüyor. Çünkü Temsa’yı yine ayaklandırıp, eğer satılacaksa da iyi bir fiyata gitmesini sağlamak artık Ünlü’nün elinde. Bekleyip bizi deği 11 yıllık CEO’sunu yalanlayan Sabancı Grubu’nun Temsa’yla ilgili kararını göreceğiz.
Yazının devamı...
Honda, Türkiye’de düğmeye bastı Yamada, 3 yıl dolmadan ayrılıyor
24 Ağustos 2010
Raporda Honda’nın 2012 yılından itibaren Türkiye’de kompakt SUV modeli CR-V’yi üreteceği ve 2015 yılında 118 bin adetlik kapasiteye çıkacağı belirtilmişti. Honda Türkiye’nin özellikle son genel müdürüyle birlikte son 2 yıllık performansı göz önüne alındığında bu öngörü ilk etapta hiç inandırıcı gelmese de biraz düşününce aslında Honda’nın başka seçeneğinin olmadığını ortaya koyması açısından önemli. İlerleyen saatlerde Honda’dan JD Power’ın raporuna ilişkin yalanlama geldi ama son 2 yıldır iletişimin tamamen koptuğu Japon markayı mercek altına almaya karar verdim. İçinden çok enteresan gelişmeler çıktı.

Bütün taşlar oynadı

Öncelikli olarak 2007 yılında Katsumi Sawai’nin emekli olmasının ardından, Genel Müdürlüğe atanan Hajime Yamada’yla birlikte Honda Türkiye’de bütün taşların yerinden oynadığını hatırlatmam gerekir. 2008-2009 yıllarında krize bağlı olarak Honda Türkiye, gönüllü işten çıkartılma operasyonuyla 1200 çalışanın neredeyse yarıya yakınıyla ilişiğini keserken, o dönemde başta Genel Müdür Yardımcısı Ümit Karaarslan olmak üzere şirketteki bir çok yöneticiyle de yollar ayrıldı. Çok net hatırlıyorum Honda Türkiye, işçi çıkarttığına ilişkin basın bülteni bile yapıp, gururla medyaya göndermişti.

3’te 1’İ kullanılıyor

Honda Türkiye bilmeyenler için 2006 yılı sonunda 100 milyon dolarlık yatırımla kapasitesini 50 bin adede çıkartmış, hatta Rusya’daki artan talebe bağlı olarak kapasitenin 70 bin adede çıkartılması bile gündeme gelmişti. Krize bağlı olarak 70 bin adetlik kapasite rafa kalksa da sonuçta Honda, Türkiye’de daha fazla büyümek isteyen bir yapı içindeydi. 2008 yılında hem Civic Sedan hem de City üretimiyle Honda Türkiye tarihinde ilk kez 50 bin adetlik bir üretime ulaşmasına rağmen o yılın sonunda City’nin Türkiye macerası sona erdi. Honda Türkiye’nin 2009 yılında elinde bir tek ağırlıklı olarak iç pazar için ürettiği Civic Sedan kalmıştı. 2009’da Honda’nın toplam üretimi yanlızca 18 bin adet seviyelerinde kalırken bu yılın 7 ayında toplam üretim 11 bin 500 adet olarak gerçekleşti. Yani bir taraftan 100 milyon dolarlık yatırımla kapasiteyi 50 bin adede çıkartıyorsunuz diğer taraftan bu kapasitenin maksimum 3’te 1’ini kullanıyorsunuz.

Yükü Civic ne kadar taşır?

Sonuçta Türkiye’de böyle bir üretim yapısına sahip Honda’yı iç pazarda herşeye rağmen ayakta tutan ‘Civic Sedan olmasa neler olurdu?’ demekten de kendinizi alamıyorsunuz. Bugün gerçekten Civic modeli tek başına Honda’yı sırtlamış ve yıllardır ilk 10 marka arasına sokmuş çok başarılı bir model. Ama Civic Sedan daha ne kadar bu yükü sırtında taşıyabilecek. Alternatif modeller olmayacak mı, fabrika kapanacak mı? İşte kafada bu soru işaretleri varken, JD Power’ın raporu olaya yeni bir bakış açısı getirdi. Sonuçta, Honda bugüne bugün Türkiye’de 200 milyon dolara yakın bir yatırımla 50 bin adet kapasiteli bir fabrikaya sahip. Bu fabrika öyle kolay kolay kapatılıp lojistik merkezi haline gelmez. Sonuçta ortada Civic Sedan’ın iç pazar başarısı varken, bu riske girilmez. Çünkü bugün yerli Civic Sedan olmasa, Honda bu yönetim tarzıyla satışlarda çok ama çok gerilere düşebilir.

3 yıldır tek bİr İletİşİmİ yok

Bunun bilincinde olan Japon Honda da düğmeye basmış durumda. Düğmeye basmış diyorum çünkü çok önemli kaynaklardan daha 3 yılı dolmadan Hajime Yamada’nın ay sonunda görevi bırakacağını öğrendim. Demek ki sadece biz değil herkes ortada bir sorun olduğunu görmüş ve sonunda Honda merkezinden operasyon başlatılmış. Basınla 3 yıllık görev süreci boyunca hiç görüşmemiş Yamada’nın görevi bırakacağını öğrendikten sonra JD Power’ın raporunu tekrar düşündüm. Bugün Honda’nın Türkiye’de ilk etapta 50 bin adetlik atıl kapasiteyi kullanması, sonra da bunu büyütmesi için önünde tek seçenek var. Hem iç pazar ve çevre ülkeler için Civic Sedan üretmeye devam edecek, hem de katma değeri yüksek Avrupa’ya ihraç edeceği önemli bir modelin üretimini Türkiye’ye getirecek. Bu noktada CR-V tam da bu planla uyuşan bir model. Zaten bundan 3 yıl önce Honda Türkiye yetkililerinin de böyle bir talebi olduğunu biliyorum.

Neden CR-V üretİlmelİ

Peki niye CR-V diye düşünebilirsiniz. Ekonomik ölçek açısından bakınca Avrupa’nın CR-V talebi yaklaşık 60-75 bin adet civarında. Yani bu segmentte üretim adedi verimli olacaktır. Yani Civic Sedan üretilmese dahi, CR-V’nin katma değeri daha fazla olduğu için üretilmesi Honda Türkiye’ye önemli güç katacaktır. Bugün Toyota’nın geldiği noktayı hatırlayın. Sadece iç pazar için 20-30 bin Corolla Sedan üretilirken, daha sonra devreye giren katma değeri yüksek Verso ve Auris’le kapasite 150 bin adetlerin üzerine çıktı. Şimdi Honda benzer yapıyı Türkiye’deki fabrikası için kullanabilir. Sonuçta iki Japon şirketin Türkiye’deki yapıları birbirine çok benzediği için Honda, Toyota’yı örnek alacaktır. Aksi takdirde, fabrikaya kilit vurup gitmesi gerekir.

Yamada’nın yerine Toyota gibi Türk CEO atamalılar

ÇALIŞMA hayatına 1974 yılında Honda’nın Tokyo’daki merkez ofisinde başlayan Hajime Yamada, sırasıyla Brezilya, Venezuella ve Hindistan’daki Honda ofislerinde çeşitli görevlerde bulundu. Yamada Honda Türkiye’ye atanmadan önce, merkez ofiste Ortadoğu, Yakın Doğu ve Afrika Bölgesi Satış Operasyonlarından Sorumlu Genel Müdür olarak görev yapıyordu. 3 yıllık görev süresi boyunca, basından uzak duran, iletişimi tamamen kesen Yamada’nın Türkiye’den sonra nereye atanacağı merak konusu. Yamada’nın yerine ise bence Japon Toyota’nın yaptığı gibi radikal bir kararla bir Türk yöneticinin atanması gerekiyor. Böyle olursa Honda Türkiye’de daha hızlı bir gelişme sağlar. Ama tabi Yamada’dan önce Honda Türkiye’de 7 yıl Genel Müdürlük yapan Katsumi Sawai’yi de unutmamak lazım. Sawai’nin Türkiye’de bulunduğu süre içinde Honda’nın Gebze fabrikasındaki yıllık üretim miktarının 30 bin adetten 50 bin adede yükseltilme çalışmaları da başladı. Gebze fabrikasında üretilen ikinci model olan City de Katsumi Sawai’nin genel müdürlüğü döneminde Türkiye’de üretilmeye başlandı.
Yazının devamı...
Bayraktar, Citroen’e FRANSIZ kalmadı
28 Temmuz 2009
Çok tartışılan başlığımı da hatırlarsınız; "Peugeot Türkleşirken Citroen Fransız mı kalıyor?’ Bu yazım hem Bayraktar Grubu içinde hem de sektörde çok ses getirdi ama aksi bir açıklamada yapılmadı. Çünkü yazım ODD’nin verdiği rakamlar üzerinden yapılmış çok net bir analizdi.

Bu yazımdan 4-5 gün sonra hükümet ÖTV oranlarını 3 ay süresince indirdiğini açıkladı. Otomotivde satışlar patladı ve 3 ayda 230 binden fazla araç satıldı. Peki bu dönemde Citroen ve Peugeot’nun performansları nasıldı. Şimdi Ocak ve Şubat aylarına tekrar bakalım. Citroen yılın ilk iki ayında binek ve hafif ticari araç olmak üzere toplam 939 araç satarken aynı dönemde Peugeot 2 bin 358 araç satmıştı. Citroen’in pazar payı yüzde 2.2, Peugeot’nun ise 5.7’ydi. ÖTV indirimiyle birlikte Mart ayından itibaren ise firmalar için adeta bayram havası yaşanmaya başladı. Bu dönemi iyi değerlendiren Peugeot tam 13 bin 195 araç satarken, Citroen ise yanlızca 5 bin 335 araçta kaldı. Böylece yılın ilk altı ayında Citroen 6 bin 274 araç satarken Peugeot 15 bin 553 araçla farkı oldukça açtı. Pazar payları ise Ocak-Şubat olduğu gibi yüzde 2.2 ile yüzde 5.7 olarak gerçekleşti.

Sonuç olarak benim 4 ay önce iki Fransız kardeş arasında yaptığım karşılaştırmalı analizin sonuçları ÖTV indirimi süresince Peugeot lehine katlanarak artınca Bayraktar Grubu’ndan 7 Temmuz’da beklenen açıklama geldi. Açıklamada, daha Citroen Genel Müdürlüğünde 1 yılını doldurmayan Müfit Ataseven’in yerine Subaru’nun Genel Müdürü Bahaettin Tataoğlu’nun atandığı açıklandı. Tataoğlu’nun yerine ise Citroen’in Genel Müdür Yardımcısı Murat Gürünlü geldi. Ataseven’in ise Grubun yönetim kurulu üyesi olduğu belirtildi. Şu anda Adana ve İstanbul’da 2’nci el şirketi kurup kendi işini yapan Bayraktar Grubu’nun eski Otomotiv Grubu Başkanı Sami Nacaroğlu’nun da yönetim kurulu üyesi olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Geçtiğimiz günlerde Bayraktar Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bayraktar’a ’Bu değişim Citroen’in performansından mı kaynaklandı’ diye sorduğumda cevabı, "Bu değişim grup içinde her zaman olan rutin bir gelişme. Müfit Bey hala bizimle birlikte. Biz ayrıca Citroen’in performansından memnunuz. Grup içinde yeniden yapılanıyoruz" oldu. Umarım yenilikçi modelleriyle Citroen, hakettiği yere kısa sürede gelir.

Toyota’nın Türkiye’de distribütörü değişir mi

UZUN
süreden beri Japon Toyota’nın Türkiye’deki distribütörlüğü ile ilgili ortada çok fazla söylenti dolaşıyor. Özellikle izinde olduğum son iki haftada bu söylentiler ayyuka çıktı. Efendim söylentiler şöyle: "Sabancı Grubu, Toyota’nın Türkiye temsilciliğini Toyota, Lexus ve Daihatsu’nun dünyadaki en büyük satıcılarından biri olan Ortadoğulu ALJ Grup’a satacakmış." Bilmeyenler için ALJ Grup, aynı zamanda Daihatsu’nun da Türkiye temsilcisi. Türkiye’yi Avrupa bölgesinin merkezi yapan şirket geçtiğimiz günlerde 12 milyon dolarlık yatırımla Çekmeköy’de dünyanın en büyük Daihatsu tesisini inşaa etti. Ortadoğulu grup, Toyota’nın lüks markası Lexus’un Türkiye distribütörlüğü için de geçtiğimiz yıl 100 milyon dolarlık yatırım teklifinde bulunmuş ama Toyota Türkiye’deki ortağı Sabancı Holding’i tercih etmişti.

Şimdi bunların hepsini üst üste koyduğunuz zaman, ’ateş olmayan yerden duman çıkmaz’ diye düşünüyorsunuz. Sonuçta bir tarafta Toyota’nın dünyadaki en büyük ortaklarından biri, diğer tarafta Türkiye’de üretim alanında ortaklığını bitirmiş, bir tek satışta ortak kalmış Sabancı Grubu. Ortada kriz de varken acaba Sabancı Grubu, Toyota temsiliğini Ortadoğulu grup iyi para verirse satar mı diye düşünmeden edemiyorsunuz. Bunun üzerine ben dahil bir çok otomotiv editörü arkadaşım konuyla ilgili istihbarat toplamaya başladı. Arapça olarak ALJ’nin genel merkezine bile bir iki kez elektronik posta atan bile oldu.

Sonuçta ALJ Grup’un Türkiye temsilci olan Daihatsu’nun Türkiye ve Avrupa Genel Müdürü Ali Haydar Bozkurt, böyle bir planın bilgisi dahilinde olmadığını söyleyerek şu açıklamayı yaptı: "Ben de son dönemde bana gelen telefonlardan böyle bir söylentinin olduğunu öğrendim. Ama böyle bir şey yok. Olsa haberim olurdu." Sabancı Grubu da Bozkurt’a benzer açıklama yaptı: "Böyle bir şey söz konusu değil. Bu konuda basında haberler çıkarsa hemen yalanlarız." Yani ortada iki tarafında yalanladığı bir söylenti var. Ama yine tekrarlıyorum, "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz." Bekleyip göreceğiz.

Eksikliğimiz sektörde çok net hissedildi

TÜRKİYE’
nin ilk ve tek haftalık gazetesi Otoyaşam, 6 yıllık yayın hayatında ilk kez yaz tatiline girdi. Bu aslında satışların düştüğü, ilanların azaldığı bir dönemde bizim için biraz zorunlu bir tatil oldu. Eylül ayında tüm hızıyla kaldığımız yerden yolumuza devam edeceğiz. Tabiki 3 aya yakın arada, bu hafta olduğu gibi gerekli zamanlarda özel dosyalarla yine karşınızda olacağız. Bu süreçte Hürriyet ana gazetede ’Otoyaşam’ ismiyle yazılar yazmaya devam ediyorum ama kuşkusuz kısıtlı yer olduğu için ’Otoyaşam gazetesi’ gibi tüm gelişmelere geniş yer ayıramıyorum.

Bu bir aylık süreç içinde bir kez daha anlaşıldı ki ’Otoyaşam’ tüm sektör için çok önemli bir güç. Satışlarda, üretimde, lobi faaliyetlerinde, motorsporlarında, motosiklette ve hatta yan sanayi için vazgeçilmez bir kaynak. Yayınlanmadığımız her hafta, siz okuyucularımız bir çok gelişmeden haberdar olamazken, sektör de önemli bir gücünü kaybetti. Çünkü yazdığımız haberleri, yorumları başka hiç bir yerde bulamazsınız. En basit örneği vermem gerekirse, hükümet nezdinde lobi çalışmaları son 1 aydır neredeyse tamamen durmuş durumda. ÖTV’nin kademeli artışıyla ilgili gelişmeler basında çok fazla yer bulamıyor. Sektörü nasıl derinden etkilediği analizlerle ortaya konulamıyor. Halbuki Otoyaşam olsaydı her hafta bu konuyu tüm yönleriyle ortaya çıkaracağını hepiniz biliyorsunuz. ÖTV indiriminin çıkmasında nasıl etkin bir rol oynadığımızı hatırlıyorsunuz. Otoyaşam’ın olmayışı, bugün sizlerden daha fazla otomotiv sektörü için büyük bir eksikliktir. Bu hafta bu özel sayıyla yeniden karşınızdayız ama emin olun Eylül ayında eskisinden daha güçlü bir şekilde kaldığımız yerden yolumuza devam edeceğiz.
Yazının devamı...
Yeni yatırımlar rafa kalktı mevcutlardaki sıkıntı büyük
16 Haziran 2009
2015 yılında 2 milyon adet üretim ve 50 milyar dolarlık ihracat hedefleyen sektörün bunu gerçekleştirmesi için mevcut yatırımların dışında yeni otomotiv yatırımlarını çekmesi şart. Bu noktada son yıllarda sektörü umutlandıran iki önemli yatırım beklentisi vardı. Bunlardan biri Peugeot diğeri de Magna. Çinlileri ve diğerlerini saymıyorum bile.

Peugeot, Türkiye’de orta sınıfta bir sedan araç üretmek, Magna’da Türkiye’de yedek parça üretimi yapmak istiyordu. Yatırım konusunda Magna oldukça büyük aşamalar kaydetmiş, arsalar bulunmuş yatırım için son aşamaya gelinmişti. Peugeot’nun ciddiyeti de geçtiğimiz Mart ayında Cenevre fuarında yeni CEO’sunun açıklamalarıyla yeni bir boyut kazanmıştı. Türkiye’de orta sınıfta sedan bir otomobil üretmek istediklerini net bir şekilde dile getirmişlerdi.

Ama malumunuz küresel krizle birlikte bu iki yatırımın da seyri şu anda tam bir belirsizlik içinde. Sektöre yakın kaynaklardan edindiğim bilgiye göre her iki firma da şu an Türkiye’yi askıya almış. Aslında bir çok kişi Peugeot’nun Avrupa’daki fabrikalarında büyük kapasite boşluklarının olduğunu belirterek, Türkiye’ye ilişkin yatırım planını iptal ettiğini kaydediyor. Bu beni inanın hiç şaşırtmaz. Magna ise Türkiye yatırımı konusunda süresi belli olmayan bir erteleme yapmış. Malumunuz Magna bu aralar tamamıyla Opel’e yönlenmiş durumda. Yani sonuçta iki yatırımda Türkiye’ye ilişkin projelerini rafa kaldırmış durumda. Tabi bu noktada Türk hükümetinin yeni yatırım teşviklerinin etkisi olacak mı onu bu yıl sonuna kadar göreceğiz.

FORD’DA YENİ YATIRIM GÖZÜKMÜYOR

Böyle olunca Türk otomotiv sektörünün en büyük kozu yine mevcut yatırımları. Yani yeni yatırım gelmeyecekse hiç olmazsa eldeki yatırımları tutup, büyütmek gerekiyor. Sırayla Türkiye’de fabrikaların durumuna bakalım. Ford Otosan, Transit ve Transit Connect üretimiyle son yılların en önemli üreticisi pozisyonunda. Ama krizle birlikte hem Avrupa hem de Türkiye’deki talebin düşmesiyle, Ford Otosan üretimde ciddi kayıplar yaşamaya başladı. İşte tam bu sırada devreye giren Amerika ihracatı şirkete bu yıl için bir nebze de olsun nefes aldırdı. Ama biliyorsunuz Ford kriz nedeniyle 2011 yılında devreye girecek yeni Transit yatırımını süresiz bir şekilde erteledi. Bunun olumsuz etkileri önümüzdeki süreçte net olarak ortaya çıkmaya başlayacak. Ama önümüzdeki 1-2 yıl içinde Ford Otosan’da yeni bir yatırım gözükmüyor.

TOFAŞ’IN EN BÜYÜK KOZU DOBLO

Tofaş, içinde bulunduğumuz bu kritik dönemde en iyi durumda yer alan üretecilerden biri. Bu da hem otomobil hem de ticari araç üretmesinden kaynaklanıyor. Talebe göre esnek üretim şekli Tofaş’a büyük avantaj yaratırken, Fiat, Peugeot ve Citroen için alım garantili Minicargo üretimi de elini kuvvetlendiriyor. Tofaş’ın krize rağmen 400 milyon Euro’luk yatırımla yeni Doblo projesini devreye sokması da gücünü net olarak gösteriyor. Tamamen yepyeni bir araç olarak geliştirilen yeni Doblo bu yıl sonuna doğru gün ışığına çıkacak ve Tofaş için büyük koz olacak.

YENİ CLIO BURSA’YA GELECEK Mİ

Tofaş gibi Türkiye’deki güçlü üreticilerden biri olan Oyak Renault da krize rağmen hem üretimini devam ettiriyor hem de yeni yatırımlar yapıyor. Yatırım kararı kriz öncesinde verildiği ve devreye girdiği için Yeni Megane Sedan’ın geliştirilme süreci ara verilmeden sürüyor. Yeni araç Eylül ayında dünyaya tanıtılacak. Ancak Oyak Renault’un şu an halihazırda ürettiği diğer modellerinin seyri ise belirsizliğini koruyor. Elde ettiğim bilgilere göre Bursa’da üretilen Clio 3’ün 2011 yılında devreye girecek yeni jenerasyonunun Türkiye’de üretilip üretilmeyeceği henüz belli değilmiş. İmzalar atılmamış. Fransız şirketin aynı Peugeot gibi kendi ülkesindeki fabrikalarında kapasiteler boşken, bu modeli Türkiye’de üretmeyebileceği konuşuluyor. Ne kadar doğru göreceğiz ama böyle bir riskin olduğu çok net. Yani Oyak Renault’un önünde de kolay bir süreç yok.

HYUNDAI’NIN UMUDU i20

Gelelim Hyundai Assan’ın durumuna. Biliyorsunuz Türkiye’de Accent Era ve Matrix’i üreten şirket küçük sınıfta yer alan yeni i20 modelini de üretmek istiyor. Karar Koreli şirketin merkezinden geleceği için bu konuda Türk hükümetinden yeni model üretimi için destek bekleniyor. Hyundai Assan, 75 milyon dolarlık yatırımla bu modeli üretebileceğini söylüyor ama karşısında yine en büyük rakip Çek Cumhuriyeti. Bu modelin seyrinin ne olacağı belirsizliğini korurken, Matrix’in yeni jenarasyonun da artık İzmit’te üretilmeyeceği söyleniyor. Yani sonuçta, Hyundai Assan i20 üretimini alsa bile Matrix gideceği için ürettiği model sayısını artıramayacak. Bu da İzmit’teki fabrikanın daha uzun bir süre mevcut kapasitesinin üstüne çıkamayacağı gösteriyor. Eğer i20’de alınmazsa o zaman kapasite yarı yarıya düşmüş olacak.

TOYOTA’NIN TİCARİ PROJESİ YOK

Türkiye’deki fabrikasında ürettiği Auris ve Verso’nun yüzde 98’ini Avrupa’ya ihraç eden Japon Toyota ise en kapalı kutulardan bir tanesi. Mevcut modellerinin üretimine tüm hızıyla devam eden Toyota, uzun zamandır gündemde olan hafif ticari araç üretimi konusunda ise belirsizliğini koruyor. Yine şirkete yakın kaynaklardan elde etitğimiz bilgilere göre yakın zamanda ticari araç konusunda bir yatırım ve üretim planı yokmuş. Ama hiç olmazsa Verso ve Auris üretiminin uzun bir süre daha Türkiye’de üretileceğine kesin gözüyle bakılıyor.

HONDA İYİCE KÜÇÜLDÜ

Türkiye’de iyiden iyiye küçülen Japon Honda ise 50 bin adetlik üretim kapasitesini 26 bin adede çekerek tehlike sinyalleri veriyor. City’nin gitmesiyle yoluna sadece Honda Civic’le devam eden Japon şirketin ihracatı da önemli ölçüde azaldı. Honda’nın Türkiye’deki mevcudiyeti bu yıl sonuna kadar netlik kazanacak.

Yani bugün Türkiye’deki 6 önemli uluslararası otomotiv markasının mevcut yatırımlarını önümüzdeki bir kaç yıl içinde büyütmeyeceği ortada. Zaten şu an bırakın büyütmeyi mevcut kapasiteyi nasıl doldururuz onun telaşındalar. Bu nedenle yeni yatırımlarda eğer gelmezse Türkiye mevcut yatırımlar ve kapasiteyle otomotivde inanın 2008 yılı seviyelerine bile 3-4 yıldan önce ulaşamaz. Bu da 2015 yılındaki 2 milyon adetlik üretim hedefini neredeyse imkansız hale getiriyor.
Yazının devamı...
Otomotive desteğin devamı yine bir gece ANSIZIN olacak
9 Haziran 2009
Bu noktada tekrar tekrar söylüyorum, ÖTV indiriminin devam etmemesi veya ekstra bir teşviğin yürürlüğe girmemesi, yönetimsel bir hata olur. Geçtiğimiz hafta Başbakanı dinledikten sonra böyle bir hata yapmayacaklarını çok net anladım. Beklenti yaratmamak için mevcut ÖTV indiriminin bitmesini bekledikleri anlaşılıyor. Bence doğrusunu da yapıyorlar. Sebebi açık... Şimdi çıkıp destek sürüyor deseler, hemen yurtdışına siparişler verilecek, ithalatın payı artaracak, Türk otomotiv sanayi son 2 aydaki çıkışını sürdüremeyecek. Eğer hükümet 15 Haziran’da ’bir gece aniden’ devam karanın açıklarsa, bu işten kuşkusuz yerli sanayi kárlı çıkacak. ÖTV indiriminin açık ara şampiyonu olan Tofaş’ın CEO’su Ali Pandır da, "Hükümet desteğe devam edecekse son ana kadar açıklamamalı" diyerek, yerli üretimdeki artışın devam etmesi gerektiğini söylüyor.

Şimdi tabi ÖTV indiriminin ilk çıktığı 15 Mart’a baktığımızda hükümetin yerli veya ithal ayrımı gibi bir düşüncesi yoktu. Amaç sektörün üzerindeki stok baskısını azaltmaktı. Bu amaç daha ilk ay sonunda gerçekleşti. Stoklar eridi. Bu noktadan sonra devreye Türkiye’deki fabrikalar girdi. Çünkü 15 Mart’ta sipariş düğmesine basılsa bile yurtdışından araçların gelmesi en az 1.5-2 ay sürüyor. Bu bile iyimser bir süre. Birde Avrupa’daki teşviklerin de etkisiyle yurtdışında araç sıkıntısı yaşanınca, ithalatçılar satacak araç bulamadı. Bu da Tofaş ve Renault gibi binek otomobil üreten fabrikaların, piyasaya yerli araç bombardımanı yapmasını sağladı. Hükümet stok eritmek için devreye soktuğu ÖTV indirimiyle, çok daha önemli bir şeyi gerçekleştirdi. Fabrikalar çalışmaya, vardiyalar artmaya, işçiler geri çağrılmaya başladı. Şimdi hükümet bunu kesmemek için desteği son anda açıklayıp noktayı koyacak.

FABRİKASI OLMAYANLAR

Bu noktada ÖTV indiriminin devreye girdiği Mart-Mayıs dönemine ilişkin sonuçlara baktığımızda, Tofaş’ın 27 bin 491 adetlik satışla açık ara lider olduğunu görüyoruz. Tofaş’ın toplam satışlardaki yerlilik oranı ise tam yüzde 88. Renault, 3 ayda 21 bin 935 adetlik satışla ikinciliği göğüslerken yerlilik oranı da yüzde 75’e yükseldi. Bu noktada sadece Tofaş ve Renault’un bile toplam satışlarda ithal oranını düşürdüğünü görebiliyoruz. Ford, Mayıs ayındaki atağıyla 21 bin 457 adetlik satışla üçüncü sıraya yükselirken, Türkiye’de sadece ticari araç ürettiği için yerlilik oranı yüzde 48’de kalmış. Hyundai ise yüzde 62’lik yerlilik oranı ile 3 ayda toplam 18 bin 665 adet satış gerçekleştirerek 4’üncü marka oldu.

3 aylık döneme baktığımda ilk 10 marka arasında sadece Volkswagen ve Opel, sadece ithalat yapan marka olarak öne çıkıyor. Tabloda en ilginç olanı ise Türkiye’de fabrikası olmayan Peugeot’nun yerlilik oranında fabrikası olan Toyota ve Honda’yı geçmiş olması. Peugeot, hem Karsan’dan hem de Tofaş’tan aldığı araçlarla yerlilik oranını yüzde 24’e çıkartırken, Toyota’nın fabrikası olmasına rağmen yerlilik oranı 20, Honda’nın ise 12. Bu da Japonların ÖTV indirimi konusunda diğer fabrikalar kadar esnek olmadığını ortaya koyuyor.

Durak, Mart’a kadar OSD Başkanı

Koç Holding’in Mart ayında yeni CEO’su olacak Turgay Durak’tan boşalan Koç Holding Otomotiv Grup Başkanlığına geçtiğimiz hafta Otokoç’un Genel Müdürü Cenk Çimen atandı. Öncelikli olarak Çimen’e yeni görevinde başarılar dilerim. Bu atamadan sonra şimdi gözler son 5 yıldır Turgay Durak’ın Başkanı olduğu Otomotiv Sanayi Derneği’ne (OSD) çevrildi. Durak, kuşkusuz yeni görevi nedeniyle bu koltuğunu da bırakacak. Geçtiğimiz günlerde Durak’a bu konuyu sorduğumuzda cevabı çok netti: "OSD’nin Genel Kurulu Mart’ta. O zaman belli olacak." Yani bir olağan genel kurul olmazsa OSD Başkanlığı için büyük mücadele Mart ayında yaşanacak. Yeni başkanı bekleyip göreceğiz.

Türklüğünden gurur duyanların sayısı artacak

GEÇTİĞİMİZ haftalarda Türkiye’ye gelip çalışan ve burda kazandığı tecrübelerle yurtdışında çok yüksek pozisyonlara geçen bir çok yabancı yöneticinden bahsetmiştim. Türkiye’nin onların mesleki yaşamlarında önemli bir basamak olduğunu ama asıl önemlisinin bu kişilerin bizim dünyadaki en büyük gönüllü elçilerimiz olduğunu yazmıştım. Türkiye’ye gelip çalışanların gerçekten döndükten sonra tam bir Türkiye fanatiği ve aşığı olduğunu verdikleri mülakatlarda bile artık çok net görebiliyoruz.

MADOLYONUN DİĞER YÜZÜ

Tabi bir de madalyonun diğer yüzü var. Yurtdışında Türk veya Türk kökenli (annesi veya babası Türk) olmasına rağmen Türkiye’yi tanımayan, Türkçe bilmeyen, Türk olduğunu saklayanlar da karşılaşıyoruz. Halbuki bugün Türkiye artık dünyanın en önemli ülkelerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor. Uluslararası markaları satın alıyor, büyük yatırımları çekiyor, dünyaya yönetici ihraç ediyor. Düşünsenize bugün dünyanın en değerli markalarından biri olan Coca Cola’nın en tepesinde Muhtar Kent isimli bir Türk var. Yani artık ’Türk’ olduğumuzu dünyada gururla söyleyeceğimiz bir dönemdeyiz.

İşte böylesine bir ortamda son dönemde otomotiv sektöründe Türk kökenli iki önemli yöneticiyle görüştüm. Yaptığımız görüşmelerin ardından ikisi hakkında da haber yazmadım. Aynı şekilde bir çok meslektaşım da yazmadı. Çünkü bu iki kişinin Türk olmaktan çok mutlu olmadığı izlenimini edindik. Bu bizi rahatsız etti. Benzer bir elektriği yıllar önce Volkswagen Grubu’nun Tasarım Başkanıyken Murat Günak’tan da almıştım. Günak ilk dönemlerinde, Türkçe bilmesine rağmen konuşmak istemiyor, Türkiye’yle ilgili sorulan sorulardan rahatsızlık duyuyordu. Biz ise bir Türkün böylesine önemli bir pozisyona gelmesinden gurur duyuyorduk. Günak, VW’den ayrılmadan kısa bir süre önce, herhalde bu konuda Türk yöneticilerden uyarı almış olmalı ki, bize daha yakın davranmaya, en azından bizimle Türkçe konuşmaya başladı. Kendi aramızda, "Günak ne kadar değişti’ bile dediğimizi hatırlıyorum.

TÜRKİYE DEĞİŞİK BİR YERMİŞ

İşte bu noktada geçtiğimiz günlerde yine VW’nin İtalya’da gerçekleşen yeni Polo lansmanı sırasında karşımıza Türk kökenli bir yönetici çıktı. Aslen Manisa Turgutlulu (hemşehrim) olan Aykut Günderen, Volkswagen’in Araştırma-Geliştirme Bölümü’nde Avrupa’daki Polo model ailesinden sorumlu direktör olarak görev yapıyormuş. Bir Türk’ün üst düzey görevlerde olması gerçekten bizi heyecanlandırıyor. Günderen’le aynı masaya da oturunca, doğal olarak Türkiye’yle ilişkisi hakkında sorular sormaya başladık. Günderen’in artısı iyi Türkçe bilmesiydi. Almanya’da doğup büyümesine rağmen, ailesi Türkçe konusunda etkili olmuş. Ama Günderen daha ilk sorumda beni hüsrana uğrattı. ’Türkiye’ye sık sık geliyormusunuz’ diye sorunca, "Çoçuklarım Türkiye’yi çok değişik buluyor o yüzden bazen yazları tatile geliyoruz" oldu. Ben tabi bu cevaptan kısa süre sonra masadan kalktım. Bazı arkadaşlar, ’Yeni Polo’ya Türk eli değdi’ tarzı başlıklar atmasına rağmen, benim açıkçası vatanını sadece değişik olduğu için ziyaret eden biri hakkında yazı yazmak içimden gelmedi.

ANNE DOMİNANT DEĞİLMİŞ

Günderen’le böylesine bir tecrübe yaşadıktan sonra geçtiğimiz hafta Formula 1 için Türkiye’ye gelen Ferrari’nin Başkan Yardımcısı Dany Bahar’la kısa bir görüşme imkanı bulduk. Soyadından da anlayacağınız gibi Dany Bahar, Türk kökenli. Daha doğrusu annesi Türkmüş. Soyadını annesinden aldığı için ben kendi adıma Türk olmayı önemsediğini zannetmiştim. Bahar’la konuşmaya başladığımızda böylesine önemli bir markada ikinci adam olmuş birinin Türk kökenini sordum. Annesi Türkiye’den 1960’lı yılların sonlarında İsviçre’ye göç etmiş. Kendisi İsviçre’de doğmuş. 5 dil biliyor. Ama ne yazık ki bu dillerin arasında Türkçe yok. İşin daha komik tarafı, Dany Bahar, ne Türkiye’yi ne İstanbul’u tanıyor. Tek söylediği, "İstanbul güzel bir şehir.’ Ben de bunun üzerine sorumu patlattım: "Annen aile içinde anladığım kadarıyla pek dominant değilmiş." Cevap bile vermedi.

MERAK BİLE ETMİYORLAR

Bu soru da aklıma, 2-3 yıl önce bugün Audi, Lamborghini, Bentley ve Bugatti’nin Türkiye Genel Müdürü olan Gino Bottara’yla yaptığımız söyleyişiden geldi. Babası İtalyan annesi Türk olan olan Bottara espriyle karışık, "Annem o kadar dominant ki vallahi tek kelime İtalyanca öğrenemedim" demişti. Bende bunun üzerine Gino hakkında ’İtalyanca bilmeyen İtalyan Genel Müdür’ başlığını atmıştım. Bahar’ın durumu ise görülüyor ki tam tersi. Hatta Bahar, Türkiye ve kökeni ile ilgili sorularımızdan hiç mutlu olmadı. Halbuki annesi Türk olan ve Türk soyadı taşıyan birinin en azından İstanbulla veya Türkiye’yle ilgili bir takım şeyleri bana göre merak etmesi gerekir di diye düşünüyurum. Aşırı milliyetçi biri değilim ama yanlış mıyım.

Not: Bu arada yanlış anlaşılmasın. Yurtdışında doğup, orda büyüyen ve Türklüğünden gurur duyan önemli kişilerin sayısı da oldukça fazla. Benim ilk aklıma Ford Avrupa’nın Tasarım direktörü Murat Güler geliyor. Güler, tamamen bizden birisi. Ailesiyle ilişkileri, fırsat buldukça Türkiye gelmesi, Türkçe hakimiyeti olağanüstü. Ben Güler gibi Türklüğünden gurur duyan kişilerin sayısının artacağına inanıyorum.

İlk mezuniyet

Bu hafta ilk defa köşemde sektör dışında benim için çok özel bir konuya yer vermek istedim. Dünyadaki en değerli varlığımız ve gurur kaynağımız ’Deniz’imiz Bahçeşehir Bilfen Anaokulu’ndan mezun oldu. ’Anaokulundan da mezun mu olunur muş’ demeyin. Artık günümüz çocukları, okumayı, yazmayı, İngilizce’yi anaokulunda öğrendiği için mezun olup, kep ve cüppe bile giyiyorlar. Okulun başarılı yöneticisi Ayşe Nur Avcı’nın elinden diplomasını alan kızımı inşallah üniversiteden mezun olurken de görürüz. Başlama saatine kadar içeriği tamamen süpriz olan töreni adeta ağzımız açık seyrettik. 5.5-6 yaşındaki çocukların yaptıkları inanılmazdı. Tüm okul yöneticilerini ve öğretmenleri emeklerinden dolayı tebrik ederiz.
Yazının devamı...
Nahum olsaydı F1 ateşi söner miydi
2 Haziran 2009
Ancak hepinizin de yakından şahit olduğu gibi ilk iki yıldan sonra Türkiye’de Formula 1 rüzgarı kesildi. Yollara asılan bir iki afişin dışında tanıtımlar neredeyse tamamen sona erdi. Özellikle bu yıl Türkiye’de F1 tamamen unutuldu. Bunda kuşkusuz global krizin payı büyük. İstanbul Park İşletme Müdürü Can Güçlü, çok açık bir şekilde zarar ettiklerini bu yüzden belediyenin kendilerine tahsis ettikleri alanlara afiş asmak dışında başka bir tanıtım yapamadıklarını söylüyor. Güçlü, tanıtım adına tek suçlunun kendileri olmadığını, taşın altına elini sokmayan şirketlerinde bunda payı olduğunu belirtiriyor.
/images/100/0x0/55ea6618f018fbb8f87d5b1d
200 MİLYON KİŞİ İZLEDİ

Gerçekten bu yıl küresel kriz de olunca, Türkiye’deki şirketler F1 adına yatırım yapmaktan adeta kaçınıyor. Düşünün geçtiğimiz yıl hiç olmazsa çalışanları için 2-3 bin bilet alan şirketler bu yıl bu biletleri bile almaktan vazgeçmiş durumdalar. Bunun sonucunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e tribünlerdeki boşluğu gösterip dert yanan Ecclestone, bu yıl ne yapacak merak ediyorum. Halbuki geçtiğimiz yıl İstanbul’daki yarışları tüm dünyada tam 200 milyon kişi izlemiş. Böyle bir fırsat varken ve bu yıl rekabet daha yoğunken, firmaların krizi bahane edip bir köşeye çekilmesi, böylesine önemli bir değerin avucumuzun içinden uçmasını sağlayacak. Can Güçlü’yle konuşurken konu dönüp dolaşıp ’şansa’ geldi. Güçlü, ’Gerçekten şansımız yok. Şansımız olsaydı karşımıza Jan Nahum gibi biri daha çıkardı" diyerek, Türkiye’de F1’in Nahum döneminde nasıl zirveye çıktığını hatırlattı.

NAHUM DÖNEMİ BİR YIL SÜRDÜ

Jan Nahum, Tofaş ve Fiat’ın en tepesinde yöneticilik yaptıktan sonra 2005 yılında Petrol Ofisi’nin başına getirilmişti. Görevine çok hızlı başlayan Nahum, otomotivdeki tecrübesiyle birlikte Türkiye’nin akaryakıt devini uluslararası marka yapmak için kolları sıvamıştı. Formula 1, Nahum’un bu hedefi doğrultusunda büyük bir şans olmuştu. Adeta kısmet ayağına gelmişti. Nahum hemen harekete geçip 2006 yılı başında İstanbul Grand Prix’inin 3 yıllığına isim hakkını almıştı. Bu sayede Formula 1, Türkiye’de ikinci yılında Petrol Ofisi’yle birlikte büyük bir tanıtım atağına kalkmıştı. Yer gök adeta Petrol Ofisi ve Formula 1 tanıtımlarıyla kaplanmış, dünyaca ünlü isimlerin geldiği F1 partileri düzenlenmişti.

HONDA’YA SPONSOR OLDU

Nahum, sadece bununla yetinmeyip Formula 1’in alt kategorisi olan GP2’de takım sponsoru olmuş, takıma da bir Türk pilot yerleştirmişti. Formula 1’de yer alan bir takımı almak veya sponsor olmak için GP2’yle ısınma turları yaptığının mesajlarını veriyordu. Zaten İstanbul yarışında da Petrol Ofisi’nin Honda Racing takımına sponsor olduğunun açıklanması bunu doğrular nitelikteydi. O yarışta tüm dünya Honda takımının aracında Petrol Ofisi logosunu görmüş, Türkiye adına bir ilk gerçekleşmişti. Nahum, bu işbirliğinin sadece Türkiye’deki yarışta değil tüm yarışlarda süreceğinin mesajını da vermişti. Bugün bildiğiniz gibi o zamanki Honda Takımının ismi Brawn oldu ve Formula 1’de adeta fırtınalar estiriyor. Düşünsenize Petrol Ofisi’nin Brawn takımının sponsoru olduğunu. Sonuçta, Jan Nahum yönetimindeki Petrol Ofisi, kabul edin etmeyin, F1’in İstanbul’daki ikinci yılında büyük işler yaptı.

ING BANK KRİZE TAKILDI

Zaten Nahum’un bu başarısının ardından bir çok şirketin patronu da dünya markası olmak adına aynı yolu izlemek gerektiğini söylemiş, Efes Pilsen, Beko, Vestel, Temsa gibi Türk markalarından oluşan bir takımın kurulabileceğini ifade etmişlerdi. Ama Nahum, Formula 1’in üçüncü yılında Petrol Ofisi hakkında yürütelen vergi incelemeleri yüzünden görevinden istifa edince, Türkiye’nin Formula 1 macerası da adeta sona ermişti. Şöyle bir son 3 yıla baktığımda Nahumsuz Petrol Ofisi, isim hakkını 3 yıllığına aldığı için son iki yıl adeta zorla F1’de kaldı. Zaten kontrat bitince de hemen ayrıldı. Şimdi Petrol Ofisi’nin yerine isim hakkını ING Bank aldı. Ama kriz nedeniyle ING’nin de daha ilk yılı olmasına rağmen tanıtım adına hiç bir şey yapmadığını görüyoruz.

ADAM GİBİ ADAMLAR

Kıssadan hisse, Formula 1 ateşinin yeniden alevlenmesi için Jan Nahum gibi vizyoner yöneticilere veya patronlara ihtiyaç var. Dünya markası olma adına F1 gibi dünya çapında bir organizasyonu kullanmamak bence büyük bir kayıptır. İspanya, 10 yıl önce F1’e evasahipliği yapmaya başladığında bizden farklı bir durumda değilmiş. İlk 5 yıl çok fazla destek görmemiş. Ama şimdi F1 sayesinde pisti 140 milyon Euro, ekonomisi ise 300 milyon Euro’dan fazla gelir elde ediyor. Başbakan Erdoğan ne demişti; "Krizi fırsata çevirmek adam gibi adamların işidir." İnşallah F1 fırsatını görebilen adam gibi adamlar çıkarda bizde İspanya gibi sonradan açılırız.

Otomotivde son trend krizde çocuk yapmak

Son dönemde otomotiv sektöründeki bayan arkadaşlarımız sırayla çocuk doğurmaya başladı. Ekim ayında küresel krizi fırsat bilip, ’Nasılsa yoğunluk azalacak’ diye düşünüp hamile kalan arkadaşlardan adeta yarış yapar gibi doğum haberleri gelmeye başladı. Geçtiğimiz hafta ilk doğum haberi motosiklet yazarımız Ayşe Şule Bilgiç’ten geldi. Şarkıcı Kıraç’la evli olan Bilgiç’in ’Iraz Elif’ isimli kızı oldu. Arkasından Çelik Motor’un Basın ve Halkla İlişkiler Yöneticisi Nil Evin’den doğum mesajı geldi. Nil’in de ’Lila isimli bir kızı oldu. Her ikisini de canı gönülden kutluyorum. Bu aralar Çelik Motor’un Pazarlama Müdürü Örgen Atlan’dan da doğum haberi bekliyoruz. Eli kulağındadır. Nil Evin’le arasında bir iki hafta olduğunu hatırlıyorum. Ayrıca Ford Otosan’ın Ürün İletişim Müdürü Gonca Sofuoğlu da hamilelikte son döneme girdi. 1-2 ay içinde ikinci çocuğunu doğurmuş olacak. Atladığım başkaları varsa özür diliyorum. Ama kriz döneminde iş yoğunluğu düşecek diye çocuk yapmak otomotivde son trend. Kızmayın şaka yapıyorum...
Yazının devamı...
Sektörü zor duruma sokan bazı haberler hükümet desteğinin seyrini belirler
26 Mayıs 2009
ÖTV indiriminin sürmesi veya hurda teşviği gibi başka bir desteğin verilmesi için tüm sektör seferberlik halinde. Dernekler yeni kabineyi ziyaret ediyor, her ortamda desteğin devam etmesi gerektiğini anlatıyor. Bizlerde basın olarak bu konuda üstümüze düşeni yapmaya çalışıyoruz.

Geçtiğimiz hafta Ford Transic Connect’lerin Amerika’ya ihracat töreninde Ford’un Avrupa Başkanı John Fleming bile çıkıp Başbakan Erdoğan’a "Teşvikleriniz çok etkili oldu ama uzamalı. Ayrıca ticari araçları da kapsamalı’ diyerek bu durumun sadece Türkiye’yi ilgilendirmediğini, Türkiye’de yatırımı olan uluslararası markaların da yakın takibinde olduğunu net bir şekilde gösterdi. Erdoğan da bu mesajı aldığını belirtir nitelikte, "Verdiğimiz teşviklerin etkisini görüyoruz. Bu konuda hassasiyetimiz devam ediyor ve uzatılması konusunda arkadaşlarımız incelemeler yapıyor" açıklamasını yaptı. Yani sonuçta hükümet ÖTV indiriminin nasıl etkili olduğunu, kriz psikolojisinden nasıl kurtulunulduğunun farkında.

Burda hükümetin düşündüğü tek nokta bazı istismarlar. Aslında baktığımızda firmalar veya bayiler istismar yapmadı, bazı kendini bilmez, sektörden anlamayan basın kuruluşları veya gazeteciler ’ÖTV fırsatçılığı’ diye manşetler atıp, sektörü zor durumda bıraktı. Arada otomotiv firmalarından veya bayilerinden kendini bilmezler olmadı mı oldu ama çoğunluğa baktığımızda kimse bindiği dalı kesmedi. Sadece bazı firmalar zorunluluktan ÖTV indirimi sonrasında ithal ettikleri araçlara yüzde 2 veya 3 gibi oranlarda cüzzi döviz farkını ekledi. Bu da çok normal değil mi. Yani kimse çıkıp yüzde 14’lük indirim sağlayan ÖTV teşviği oranında fiyatlarına zam yapmadı. Eğer yaptı diyorsanız o zaman sizde o markanın aracını almak yerine zam yapmayan firmaya yönelseydiniz.

Burdan şuraya gelicem, bir çok otomotiv yetkilisi 15 Haziran sonrasını bu haberlerin etkileyeceği görüşünde. Şunu da belirtmeden geçemiyeceğim, Türkiye’nin en büyük gazetelerinde bu tip haberler çıkmadı. Bu tip haberleri yapanlar sektörü bilmeyen, tanımayan, kulaktan duyma bilgilerle haber yapan gazeteler veya internet siteleri oldu. Bu konuda sektörün yapması gereken şey, bu tip maksatlı haberleri hazırlayanları uyarmaktı. İnşallah şimdi hükümet çıkan ’ÖTV fırsatçıları’ veya ’Hemen zam yaptılar’ haberlerini dikkate almaz da, sektöre desteğini devam ettirir. Aksi takdirde o haberleri yazanlar bu sektörden ekmek yiyen yüzbinlerce insanın ahını alacak.

ABD ihracatının benim için ayrı bir önemi var

Gölcük’te üretilen Ford Transit Connect’in geçtiğimiz hafta Amerika’ya ilk ihracatıyla ilgili düzenlenen törenin, benim için ayrı bir önemi vardı. Çünkü bundan yaklaşık 2.5 yıl önce 29 Aralık’ta Hürriyet’in birinci sayfasında ’Ve ABD’ye otomobil ihraç ediyoruz’ başlığıyla bu haberi ilk yazanlardan biriydim. Ekonomi safyasının manşetine ise ’Ford’un anavatanına Ford satıyoruz’ başlığını atmıştık. Aradan geçen 2.5 yılın ardından geçtiğimiz Cumartesi günü Hürriyet’in birinci sayfasına bu kez ’Amerikalı Ford görsün’ başlığıyla Amerika’ya Transit Connect ihracatının başlaması manşet oldu.

Tören öncesi bir çok otomotiv yetkilisi ’2.5 yıl önce yazdığın haberin bir çıkışını alıp Turgay Durak’a hediye etsene’ diye espiri yapıp, yaptığım işin ne kadar doğru olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Tabiki böyle bir şey yapmadım ama söyledikleri biranda 2.5 yıl öncesine geri dönmemi sağladı. Koç Holding’e CEO olmaya hazırlanan Turgay Durak o dönem Ford Otosan’ın Genel Müdürüydü. 29 Aralık’taki Amerika ihracatı haberinden bir hafta sonra Ford Otosan’ın 2006 yılını değerlendirme toplantısında Durak, bu haberle ilgili soruları geçiştirmek için bize atıfta bulunarak, "Yazanlara sorun" şeklinde espri yapınca olanlar olmuştu. Ertesi gün bazı gazetelere ’Amerika’ya ihracat yapılmayacak’ şeklinde haberler yansıyınca hem haberi yazan biz zor durumda kalmış, hem de ihracatın olmayacağını söyleyenler doğru haberi yalanlamak zorunda kalmıştı. Sonuçta bizim 2.5 yıl önce yazdığımız haber Turgay Durak’la aramızın açılmasını sağlamış, otomotiv basınında gruplaşma yaşanmasına sebep olmuştu. Şimdi tabiki o günleri hatırlayıp gülüyoruz. Ama sonuç olarak ben bugüne kadar doğruluğuna inanmadığım hiç bir habere imza atmadım, atmamda. 2.5 yıl önce yazdığım haberin bugün törenine katılmak bu yüzden benim için çok anlamlı.
Yazının devamı...