(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Gülçin Telci" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Gülçin Telci" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Gülçin Telci

Gülçin Telci: Amerikan ölçülerinde ihale
27 Mart 1999
Gülçin TELCİ

İş Bankası, İstanbul'da yaptırdığı yeni genel müdürlük binasının iç dekorasyonu için açtığı ihalede Amerikan standartları arıyor.

Banka tarafından hazırlanan şartnameye göz gezdirdiğinizde karşınıza hep Amerikan ölçüleri çıkıyor.

Örneğin şartnamede uzunluk ölçüleri metrik sistem yerine ‘‘foot’’ ya da ‘‘inch’’ gibi Amerikan ölçüleri ile tarif ediliyor.

İstenen mobilyalar için BIFMA ve ANSI standartlarına uygunluk aranıyor. Bu standartlar Türkiye ve Avrupa'da kullanılmıyor.

En ilginci, bütün elektrik sistemlerin New York kentinde kullanılabilecek ayarda olmaları isteniyor.

Ayrıca ihaleye girecek şirketlerin yıllık cirosunun 700 milyon doları aşmış olması koşulu aranıyor. (Bu ciroda bir Türk mobilya şirketi yok.)

Bir ayrıntı daha: teklif istenen şirketlerden Türkiye'de temsilciliği olması da istenmiş.

Görüleceği gibi şartname doğrudan Amerikan şirketleri için hazırlanmış. Şartname bu şekilde hazırlanınca, değil Türk şirketleri Avrupa şirketleri de dışlanmış.

Bu ihaleyle ilgilenen Amerikan şirketleri de şunlar: Knoll, Herman Miller, Unifor ve Steelcase...

İhale böyle giderken Türkiye'de ofis mobilyası alanında uzmanlaşmış şirketler devreye girerek, neden dışlandıklarını sormuşlar.

ŞARTNAME GÖNDERİLDİ

Bunun üzerine Türk şirketlerine de şartname gönderilmiş. Ancak şartnamede yine Amerikan standartlarına uygunluk aranıyormuş.

Konu İş Bankası'nın Yönetim Kurulu'ndaki CHP'li üyelerin de dikkatine getirilmiş. Bu seçimde CHP'den İçel liste başı adayı olan Yönetim Kurul üyesi Mustafa Özyürek de bu konuda şunları söylemiş:

‘‘Bu inşaatla ilgili olarak özel ilgim de bilgim de yok. Genel Müdürlüğe yetki verilmiş. Bilimsel ve teknik koşullarda iş yapılıyor. Bunlar teknik olaylardır. CHP'li üyeler nasıl bakıyor diye banka yönetimini ayırmak insafsızlık olur. Bu CHP'li üye, ANAP'lı üye meselesi değildir. Bu teknik bir iştir ve herkes sorumluluğuna göre iş yapıyor. Eğer bir yanlışlık veya usulsüzlük olursa yönetim kurulu bunun hesabını ilgililerden sorar. Herkesin bir yetki ve sorumluluğu vardır.’’

Küskünler neden dağıldı?

KÜSKÜNLER hareketi Türkiye'yi iki hafta süreyle gerdikten sonra başarısızlıkla sonuçlandı.

Perde kapandığına göre, bu hareketteki aktörlerin performanslarını kısaca değerlendirmekte yarar var.

Küskünler hareketi içinde yer alan isimlerin çoğu parlak kariyerleri, tecrübeleri, saygınlıkları ve laik kimlikleriyle tanınan parlamenterlerimizdi.

Hepsi farklı nedenlerle bu hareketin içinde yer almışlardı.

Ama kader onları Erbakan'la aynı ittifakın içinde birleştirdi.

Bir noktaya geldiklerinde Necmettin Erbakan'la kader birliği içinde olduklarını, Hoca ile el ele tutuştuklarını görmek herhalde onların da vicdanlarını sızlatmıştır.

Örneğin TBMM'nin en seçkin üyelerinden biri olan Emre Gönensay'ın bu kader çizgisine girmesine ne demeli?

Duyduğuma göre, Gencay Gürün başlangıçta bu harekete destek verirken FP'lilerle birlikte gözükmekten çok rahatsız olmuş ve hareketten koparak İstanbul'a dönmüş.

YA İSMET AĞABEY?

Hasan Denizkurdu harekete Adalet Bakanlığı döneminde hazırladığı DGM yasa tasarısının geçirilmesine katkıda bulunurum düşüncesiyle katılmış. Ancak o da işin mahiyet değiştirdiğini görünce Ankara'daki eşyalarını topladığı gibi İzmir'e dönmüş.

Aynı şekilde Bahattin Yücel de daha iki hafta önce panlemento muhabirleriyle vedalaşıp küskünlerden ayrıldığını kayda geçirmiş ve ardından İstanbul'un yolunu tutmuş.

Buna karşılık, seçimin ertelenmesine karşı çıkan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in küskünlerden Necdet Menzir'i hafta başında maiyetinde Bulgaristan'a götürmesi kendisini caydırmak bakımından yeterli olmamış.

Menzir, Baba'nın uçağıyla Ankara'ya döndükten sonra hemen küskünlerin bir toplantısına katılmış. Yani, hiçbir zaman toz kondurmadığı Baba'sına bu kez kafa kaldırmış.

Ya ‘‘İsmet Ağabey’’e ne demeli? O da en son aşamasına kadar bu hareketin içinde yer aldı. ‘‘İsmet Abi’’, özel sohbetlerinde kendisinden ‘‘Patron’’ diye söz ettiği Baba'sına tavır almış oldu.

Bakalım Baba, İsmet Sezgin'e ‘‘Sırtımdan hançeri çıkart İsmet...’’ diye seslenecek mi?

Genelkurmay'dan

AB’ye randevu yok

AVRUPALI diplomatlar, sık sık Ordu'nun rolünü eleştiri konusu yaparlar.

Bu eleştirilerde, Ordu'nun perde arkasından siyasete müdahil olması, Milli Güvenlik Kurulu içinde telkinlerde bulunması şikayet konusu yapılır.

Gelgelelim, bu eleştirileri yapanlar, ne yapıp yapıp Genelkurmay'la bir görüşmenin yolunu ararlar. Randevu için talepte bulunurlar, aracıları devreye sokarlar.

Randevu isteyerek Genelkurmay'ın rolünü kabullenirler, gelip görüştükten sonra da daha çok eleştirirler.

Genelkurmay'la görüşmek için çaba sarfeden yabancı diplomatların arasına bu kez Avrupa Birliği'nin Ankara'daki Temsilcisi Karen Fogg da katılmış.

Ama Genelkurmay'dan olumlu bir yanıt alınamayınca Karen Fogg'un girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış.

Sonuçta AB Temsilcisi Genelkurmay Karargahına adım atamamış.



Yazının devamı...
Gülçin Telci: Yılmaz, ÖDP'yi başarılı buluyor
26 Mart 1999
Gülçin TELCİ

ANAP Lideri Mesut Yılmaz, Özgürlük ve Dayanışma Partisi'ne nasıl bakıyor?

Yanıtı hemen vereyim: Yılmaz ÖDP'yi bayağı başarılı buluyor.

Mesut Bey, ÖDP'nin yüzde 2 sınırını zorladığını düşünüyor.

Mesut Bey, ‘‘ÖDP ülke toplamında yüzde 2 alırsa bu onlar için çok iyi bir sonuç olur’’ diyerek, ÖDP'den iyi bir performans beklediğini gizlemiyor.

Peki Mesut Bey, İstanbul'daki belediye başkanlığı seçimini nasıl görüyor?

ANAP liderine göre, şu an için İstanbul'da önde giden aday, Fazilet Partili Müfit Gürtuna.

Mesut Bey'e göre, İstanbul'da yarış FP'li Gürtuna ile ANAP'lı Ali Talip Özdemir arasında geçiyor ve FP'li aday birkaç puan önde gidiyor.

Mesut Bey'in bir iddiası da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığını ANAP'ın adayı Kutlu Aktaş'ın kazanacağını öne sürmesi.

Yılmaz, ‘‘Vali Bey diğer adayların önünde görünüyor’’ diyerek, bu iddiayı ortaya atıyor.

İZMİR DSP'NİN

Ancak konu İzmir'de milletvekilliği seçimine geldiğinde, Yılmaz DSP'nin birinci gittiğini kabulleniyor ve ‘‘İzmir'in birinci partisi DSP’’ diye konuşuyor.

DSP'nin İzmir'de ANAP'ın önünde olduğu, Başbakan Bülent Ecevit'in geçen pazar günü İzmir'e yaptığı gezide de belli olmuştu.

Ecevit, İzmir'e varışında yüzlerce arabadan oluşan iddialı bir konvoyla kente girdi. Oysa Mesut Bey bundan bir süre önce İzmir'e gittiğinde konvoy 100 arabayı aşmamış.

Bir de İzmirlilerin Ecevit ve Yılmaz'a gösterdiği ilgi derecesine bakıldığında da, ibrenin belirgin bir farkla Bülent Bey'den yana olduğu görülmüş.

Sonuçta Mesut Bey'in DSP'nin İzmir'deki birinciliğini gazetecilerin önünde kabul etmekten başka bir çaresi kalmıyor.

Kámran İnan, bir dahaki

seçimde İran'dan aday!

BİR de esprili bir liste anektodu aktarayım. Biliyorsunuz, Kámran İnan her seçimde Bitlis'ten değişmez liste başıydı. Bu kez Van'a liste başı olarak kaydırıldı.

Kámran İnan, Van'da liste başı olunca Yılmaz'a şöyle demiş:

‘‘Bu seçimde biraz doğuya kaydık. Böyle giderse bir sonraki seçimde herhalde İran'dan aday oluruz...’’

Kámran İnan'ın bu sözleri ANAP kulislerinde şu yorumlara yol açmış:

1) İnan, bu sözleriyle Yılmaz'a yalnızca latife yapmış olabilir.

2) İnan, aslında sitemini diplomatik bir espriyle kayda geçirmiş olabilir.

3) Bir sonraki seçimde İran'dan aday olursa, Kámran Bey Türkiye'nin bir başka ülkeye ihraç ettiği ilk milletvekili olur. İran Türkiye'ye İslam Devrimi ihraç etmeye çalışırken, Kámran İnan, İran Meclisi'nde Kemalist devrimi yayma faaliyetine girişir... Bu durum İran'da ılımlılarla radikaller arasındaki güç dengesini ciddi bir şekilde sarsabilir, jeopolitik dengeler altüst olur.

4) İran'dan aday olmasını Ankara'daki Yüksek Seçim Kurulu kabul etmeyeceğine göre, bundan Kámran İnan'ın siyasete veda edeceği anlamı çıkar...

Bir de bakarsınız, İran gerçekten Kámran Bey'e talip olur...

Kesici, Mesut Bey'e

nasıl rest çekti?

ANAP milletvekili aday listeleri açıklandığında Bursa Milletvekili İlhan Kesici'nin liste dışı kalması tartışma konusu olmuştu.

ANAP Lideri Yılmaz, Kesici'yi neden aday göstermediği yolundaki soruları yanıtlarken, ‘‘Kendisine bir öneri götürmediğim doğru değil’’ diye söze giriyor ve devam ediyor:

‘‘Ben kendisine Antalya'da üçüncü sırayı önerdim, ama kabul etmedi’’

Kesici'nin Yılmaz'ın önerisini geri çevirme gerekçesi de ilginç. Kesici, Yılmaz'a ‘‘Ben liste başı olmadığım bir adaylığı kabul etmem’’ demiş.

Sizin anlayacağınız resti çekmiş. Restin bedeli liste dışı kalmak olmuş.

Yılmaz, Kesici'yi Bursa'dan göstermeye de gönlü razı olmamış. Nedenini şöyle anlatıyor:

‘‘Bursa teşkilatı kendisine sıcak bakmıyordu. Bursa'ya üç yılda iki kez gitmiş. Ben bile daha fazla gittim...’’

HAKSIZLIK YAPTIK

ANAP lideri, liste dışı kalan bazı milletvekilleri için de üzüldüğünü de gizlemiyor, hatta ‘‘Maalesef, bazı arkadaşlara haksızlık yaptık’’ diyor.

Haksızlığa uğradığını düşündüğü isimlerin başında Adana Milletvekili ve ANAP grup başkanvekili Uğur Aksöz geliyor.

ANAP lideri, Aksöz için ‘‘Ancak yapabileceğimiz fazla birşey yoktu. Çünkü teşkilatların sesini dinlemek durumundaydık’’ diye konuşuyor.

Yılmaz'ın aday yapamadığı için üzüldüğü bir isim daha var. Bursa ANAP İl Başkanı Mehmet Gedik...

Hani, şu ünlü zeytinci işadamı Erol Evcil'in cep telefonunu kullanan il başkanı...

Doğrusu ben pek üzülmedim.



Yazının devamı...
Meğer Protonlar'ın trafik izni yokmuş
20 Mart 1999
Gülçin TELCİ

Jet-Pa'cı Fadıl Akgündüz'ü Siirt'te seçimlere ağırlığını koyma, gerekirse milletvekili satın alma iddialarıyla tanıyorsunuz...

Tabi son dönemlerde kamuoyunda adını daha çok futbolcu Sergen'i alıp, sonra da Fenerbahçe'ye kiralamasıyla da duyurdu...

Biliyorsunuz, futbola, siyasiyelere o kadar para döken Fadıl Akgündüz, o kadar büyük paralardan bahsetmesine rağmen, devlete sadece 5 milyar lira vergi ödüyor.

İşte bu durumu dikkate alan Maliye Bakanlığı, ekiplerini harekete geçirmiş, inceleme başlatmış. Sonuçta ortaya çok ciddi bir rapor çıkmış.

Maliye'nin hazırladığı rapora göre, Memet Fadıl Akgündüz'ün ortağı ve yöneticisi olduğu Jet-Pa, Jet-Kent konutlarında kendine ait olmayan konutları da satarak insanları dolandırıyor. Malezya'dan ithal ettiği Proton marka otomobillerin ise yurt içinde dağıtım ve trafiğe çıkış izni bile yok.

Jet-Pa, konut satışına ilişkin kampanyalarına ‘‘Jet-Pa'dan konut alana, hemen teslim bedava Proton’’ sloganıyla devam ediyor. Ancak Maliye'nin raporuna göre, Malezya'da üretilen Proton marka otomobillerin trafiğe çıkış izni yok. Çünkü Jet-Pa, ithal otomobillerle ilgili olarak yükümlülüklerini (servis ağı, yedek parça, bakım onarımı yapacak elemanların eğitimi...) yerine getirmediğinden bu araçların tüketiciye teslimi ve trafiğe çıkması mümkün değil. Durum böyleyken Proton marka bu otomobiller kampanyalarla satılmaya devam ediliyor.

ŞİRKETLERDE İŞÇİ YOK

Üstelik Jet-Pa'nın holding adı altında sıraladığı 10 şirketinin altısında hiç kimse çalışmıyor... Bu şirketlerin hepsinin faaliyet adresi olarak 20 milyon liraya kiralanan 100 metrekarelik bir bina gösteriliyor.

Maliye'nin raporunda, Jet-Pa'nın Jet-Kent konutlarıyla ilgili usülsüzlük yaptığı Ticaret Bakanlığı müfettişleri tarafından tespit edildiği belirtiliyor. Raporda, ‘‘Jet-Pa Sınai Ürünleri Üretim ve Pazarlama Limited Şirketi'nin, Jet-Kent 1 konutlarında S.S.Öz Gürtepe Konut Yapı Kooperatifi ile yapılan sözleşme gereğince kendi payına düşen konutlardan daha fazla sayıda konut yaptığı ve yine Jetkent 2 konutlarında S.S. Jet-Pa Toplu Konut Yapı Kooperatifi'nin müteahhiti olduğu halde konutları kendine aitmiş gibi sattığı Ticaret Bakanlığı müfettişleri tarafından tesbit edilmiştir. Jetpa tarafından satışı yapılan konutları alanları kooperatif üyeliğine geçirilmesine çalışılmaktadır’’ deniliyor.

Maliye Bakanlığı'nın bu konudaki yorumu ise şöyle:

‘‘Jet-Pa'nın kurduğu konut kooperatiflerinin varlıklarının ve kaynaklarının da Jet-Pa Sınai Ürünleri Üretim ve Pazarlama şirketine kullandırdığı hatta peşkeş çekildiğini göstermektedir.’’

RAPORDAN DETAYLAR

Maliye'nin incelemeleri sonunda Jet-Pa Şirketler Grubu ile ortaya çıkan tablo ise şu:

‘‘Jet-Pa Şirketler Grubu'nda Mehmet Fadıl Akgündüz ve Ailesi yüzde 80, Sacit Duran ve Ailesi yüzde 20 oranında ortak. Şirketlerin kararlarında ve faaliyetlerindeki tek başına temsil yetkisi ise Mehmet Fadıl Akgündüz'ün elinde bulunuyor. Jet-Pa Holding bünyesinde yer alan tüm şirketlerin kurulma nedeni Jet-Pa Sınai Ürünleri Üretim ve Pazarlama Şirketi'nin faaliyetlerinin yürütülmesine yardımcı olmak şeklinde açıklanıyor.’’

Maliye'nin raporuna göre faaliyetlerinin çeşitliliği, ilginç tanıtım kampanyaları ve de yaygın şubeleriyle irdelenmesi gereken Jet-Pa Sınai Ürünleri'nin faaliyetleri...

Jet-Pa'nın 48 aya varan taksitlerle yerli otomobil pazarladığı kampanyalarda taahhütlerini yerine getirmediğinin sık sık basına yansıdığına dikkat çekilen Maliye raporunda, ‘‘Tofaş ve Renault bu kampanyalar için araç vermediğini, Jetpa ile bayilik anlaşmaları olmadığını gazetelere verdikleri tam sayfa ilanlarla duyurmuşlardı. Jetpa yöneticileri ise vermeyi tahahhüt ettikleri otomobilleri spot piyasadan temin ettiklerini söylemişlerdi’’ denildi.

Jet-Pa'nın 1995 yılından itibaren Jet-Kent 1,2,3,4 projeleriyle ilgili kampanyalar düzenlediğine işaret eden raporda, konut satışı için bugüne 31 Ocak 1998 tarihine kadar 4 trilyon 947 milyar 608 milyon lira kaynak toplandığı belirlendiği kaydedildi. Raporda, bu kadar para toplanmasına rağmen Jetpa'nın Ekim 1997'de teslim edilmesi gereken konutları yüzde 70'i tamamlanmasına rağmen henüz teslim edemediğinin saptandığı belirtildi.

Maliye'nin raporunda, 1997 sonundan itibaren Malezya'dan ithal ettiği Proton marka otomobiller için de kampanya başlatan Jet-Pa'nın bugüne kadar otomobil teslimi yapmadığı vurgulandı.

Konut paralarıyla yem fabrikası aldı

Maliye'nin incelemelerinde ortaya çıkan bir çarpıcı sonuç da Jet-Pa'nın İstanbul Yem Fabrikasını, Jet-Kent konutları için topladığı 340 konutun sipariş parasıyla alması... Jet-Pa, Başbakanlık Kamu Ortaklığı İdaresi'nden Yem Sanayi ve Ticaret'e ait İstanbul Yem Fabrikası'nın bedelini ödemek için Jetpa Sınai Ürünler Üretim ve Pazarlama Ltd. Şirketinin alınan sipariş hesapları hesabında biriken kaynakları kullanmış. Üstelik Jet-Pa, Başbakanlık Kamu Ortaklığı İdaresi'ne ait fabrikasının borcu biter bitmez işçileri çıkartmış, Jetpa bünyesindeki şirketleri İstanbul Yem Sanayii'nin binasında toplamış.

Maliye'nin raporda dikkat çektiği bir başka nokta da şu: Jet-Kent 1'de kendi payına düşen konutlardan fazla konut satan Jet-Pa, Jet-Kent 2 konutlarında da S.S. Jet-Pa Toplu Konut Yapı Kooperatifi'nin müteahhidi olduğu halde, kendine ait gibi bu konutları satması... Bu konu Ticaret Bakanlığı müfettişlerince de saptandı. Üstelik Jet-Pa tarafından satışı yapılan konutları alanlar da kooperatif üyeliğine geçirilmeye çalışılıyor. Maliye'nin raporunda konuyla ilgiyi şu görüşlere yer veriliyor:

‘‘Bu durum S.S. Öz Gürtepe Konut Yapı Kooperatifi ve S.S.Jet-Pa Toplu Konut Yapı Kooperatifi'nin varlıklarının ve kaynaklarının Jetpa Sınai Ürünleri Üretim ve Pazarlama Ltd.Şti.'ne kullandırıldığı, hatta peşkeş çekildiğini göstermektedir. Ayrıca Jet-Pa Sınai Ürünleri Üretim ve Pazarlama Ltd. Şti. kendisine ait olmayan konutları satmak suretiyle müşterilerini dolandırmış, ev sahibi olma hayali içindeki insanlara taahhüt ettiği tarih geçtii halde konut teslim etmemiş, hatta inşaatı bitirmemiştir. Jetpa'nın Jetkent 1,2,3,4 adıyla pazarladığı konutlar kampanyalı satıştır. Ancak kampanyanın ne zaman son ereceği konusunda bilgi bulunmamaktadır. Jet-Kent 1 konutlarının teslim tarihi Ekim 1997 olarak belirtilmesine rağmen henüz bitirilen ve teslim edilen konut bulunmamaktadır. Jet-Kent 2 konutlarının henüz ne aşamada olduğu bilinmiyor. Ankara-Sincan'da henüz proje aşamasında olan konutlarıJetnekt 3, Antalya-Lara'da da yine proje aşamasında olan konutları Jet-Kent 4 adıyla pazarlıyor. Pazarlama faaliyetlerini ise henüz yurtiçinde dağıtımı ve trafiğe çıkış izni bulunmayan Malezya'dan ithal edilen Proton otomobillerle destekliyor.’’

Teşekkürler Çevik Paşa

Sonunda ben de kitap yazdım biliyorsunuz... Sanırım televizyon ekranlarından, gazete sütunlarından kitabın yayınlandığından haberdar olmuşsunuzdur...

Kitabımın adı:

‘‘Ben Gülçin’’

Haberdar olmayanlara bir kez de ben hatırlatayım istedim...

Kitabımın baskıdan çıkıp elime geldiğinde ne kadar sevindim bilemezsiniz...

Biliyorsunuz, daha önce bu köşede sıkça yazdım... Murat Bardakçı'yı, Enis Berberoğlu'nu yani, kitap yazmış birçok arkadaşımı kıskanırdım...

Ama artık benim de bir kitabım var...

Kitabımı elden geldiğince imzalayıp dostlarıma gönderiyorum. Kitap gönderdiklerim arasında 1'inci Ordu Komutanı Orgeneral Çevik Bir de vardı.

Çevik Paşa'dan çok hoş bir teşekkür faksı aldım:

‘‘Sayın Telci, göndermiş olduğunuz ve tarafınızdan kaleme alınan ‘Ben Gülçin' isimli kitabınızı aldım. Bu nazik davranışınız için çok teşekkür ederim. Bu vesile ile Kurban Bayramınızı kutlar, başarılı çalışmalarınızın devamını diler, en iyi dileklerimi sunarım.’’

Ömrümde ilk defa bir Paşa’dan böyle bir faks aldım. Çok duygulandım, hoşuma gitti.

Teşekkürler Çevik Paşa...



Yazının devamı...
Gülçin yazıyor
19 Mart 1999
Gülçin TELCİ

Gürel, büyükelçiyi nazikçe gönderdi

Ziyaretime gelen bir arkadaşım anlattı.

Terörist Abdullah öcalan'ın kendisine sığınacak bir yer bulmak için Avrupa hava sahasında mekik dokuduğu günlermiş.

Türkiye, Öcalan hakkında tutuklama kararı olmasına rağmen terör başını ülkesine kabul etmeyen Almanya'nın iki yüzlü tutumunu tartışıyormuş.

Tam da, Avrupa Birliği ile ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in, Dışişleri Bakanı İsmail Cem'e vekalet ettiği bir günmüş.

Gürel, Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Hans Joachim Vergau'yu yanına davet etmiş. Amacı, Almanya'nın neden böyle bir tutum takındığını öğrenmekmiş.

Gürel, Büyükelçi'ye ne içmek istediğini sormuş, ‘‘bir çay lütfen’’ karşılığını almış.

Gürel, Büyükelçi'den Almanya'nın tutumundaki değişikliğin nedenini öğrenmek istemiş.

Gürel'in yanına gittiğinde de aynı tavrını sergilemiş.

Bir yandan elinden düşürmediği purosunu tüttürürken, diğer yandan da Bakan Gürel'in sorusunu yanıtlayacağına, ders verir bir edayla söze girmiş:

‘‘Sayın Bakan, Türkiye'nin insan hakları konusunudaki...’’

Ancak Büyükelçi, Bakan Şükrü Sina Gürel'in Uluslararası İlişkiler alanında çok deneyimli bir profesör olduğunu unutmuş...

İnsan hakları konusunda Türkiye'nin en deneyimli isimleri arasında yer alan Prof. Gürel, Vergau daha lafını tamamlamadan eliyle bir dakika işareti yapmış.

Ardından büyükelçinin önündeki çaya bakmış, bir de yüzüne.

Ve eklemiş:

‘‘ Çayınızı içtiniz mi Sayın Büyükelçi?...’’

Vergau, hiç beklemediği bu tepki karşısında ne yapacağını şaşırmış.

Sıcak çayı hemen bitirmek ister bir havada büyük bir yudum almış.

Gürel, ise ayağa kalkıp, ‘‘Güle güle sayın büyükelçi’’ demiş.

Diplomasiden anlamayana...

Küskün milletvekilleri de birbirine küstü

Zapping yaparken baktım Meclis'te birşeyler oluyor...

Hafızamda Meclis'in tatile girdiği yönünde bilgi kırıntısı kaldığı için hemen Ankara Büro'daki arkadaşları aradım.

Dediler ki ‘‘küskünler hareketi’’ başladı, Meclis açıldı...

Ben de siyasetle ne kadar ilgili olduğumu o an anladım.

Zaten yeni yazdığım kitabımın tanıtımını yapmaktan başka işlerle ilgilenecek zamanım da yoktu. Ankara Bürodaki arkadaşları dinledikten sonra, cep telefonunu bildiğim birkaç milletvekilini çevirdim.

Ne olup bittiğini hemen anladım.

Efendim şimdi; Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun sevgili arkadaşım Sedat Ergin'e verdiği demeç var ya, o demeçten sonra ortalık birbirine girmiş.

Meclis'i açmayı başaran küskünler de paramparça olmuşlar.

Hatta küskünler arasında birbirlerine küsenler bile varmış.

Örneğin, DTP'nin eski Grup Başkanvekili Mahmut Yılbaş, ‘‘Sizi yeniden grup yapacağız’’ yönünde verilen söz yerine getirilmeyince küskünlere küsmüş.

Hatta oylamalardan birine bile katılmamış. Telefondaki milletvekilinin anlattığına göre, küskünler kendi içlerinde üç kategoriye ayrılmış.

Bu milletvekillerinin aralarında da ilginç konuşmalar oluyormuş.

Örneğin DSP'nin küskünü Zerrin Yeniceli, her oylamada yaptığı gibi, yine kendisine kılavuz aramış.

Oylama elektronik cihazlarla yapıldığı için önce bakmış el kaldıran yok, herkesin kafası masanın önünde birşeyler yapıyor.

Bunun üzerine yanında oturmakta olan ANAP'ın Samsun Milletvekili Adem Yıldız ile DYP'nin meşhur milletvekili Ömer Bilgin'e sormuş:

‘‘Şimdi nasıl oy kullanacağım...’’

Ömer Bilgin, 'küskün' olduğu için konuşmamış...

Adem Yıldız cevabını vermiş:

‘‘Bak Fazilet'e ona göre kullan...’’

Yeniceli, Fazilet'in adını duyunca tepki göstermiş:

‘‘Hani biz özgür irademizi kullanmak için öbür taraftan buraya gelmiştik...’’

Yıldız, sinirlenmiş:

‘‘Ne özgür iradesi ya!.. Bak Fazilet'e ona göre oyunu kullan dedik...’’

Yeniceli, ‘‘Peki o zaman.’’ deyip oyunu kullanmış.

Zerrin Yeniceli'yi artık ben kategorize etmek istemiyorum.

Onun hangi gruba girdiğinin taktirini size bırakıyorum...

Kim hangi gruba giriyor?

KURNAZ KÜSKÜNLER

Yaptığım telefon görüşmelerinden oluşturduğum sınıflamaya göre küskünlerin birinci grubunda ‘‘kurnazlar’’ yer alıyormuş... Bunlar geri planda kalıp, kendilerini ortaya çıkarmıyormuş. Ancak hareketi yönetiyor ve yönlendiriyormuş. Küskünler başarıya ulaşırsa lider olarak değerlendirilmeyi umuyorlarlarmış. Örnek mi arıyorsunuz; Yalım Erez, İlhan Kesici, Hasan Korkmazcan, Emre Gönensay...

SAF KÜSKÜNLER

İkinci grupta ‘‘saflar’’ varmış... Bunlar da ilk imzayı atanlar ve her fırsatta çıkıp demeç verenlermiş. Hareketin önderi gibi görünüyorlar ancak, kurnazlardan aldıkları talimatları yerine getirmekten öte gitmiyorlarmış. Örnek mi; kendilerini tanımam, isim hafızam konusunda da herkes beni tanır. Aldığım nottan yazıyorum; Ahmet Alkan, Selahattin Beyribey, Mahmut Işık, Ahmet Güryüz Ketenci, Erdoğan Yetenç, Abdulkadir Öncel....

KİM VURDUYA GİDENLER

Son grup ise ‘‘kim vurduya gidenler’’miş... Büyük bölümü bağımsız olan bu milletvekilleri, seçilememe korkusu nedeniyle harekete katılıyormuş. Bunların diğerleri gibi belirgin bir amaçları da yokmuş. Ancak hareketin içinde yeraldıkları için de sık sık eleştiri okları üzerlerine çevriliyormuş. Gencay Gürün, Hasan Denizkurdu, Cavit Çağlar, Aydın Güven Gürkan, İmren Aykut, Uğur Aksöz...



Yazının devamı...
Gülçin yazıyor
13 Mart 1999
Gülçin TELCİ

Abdi Bey, beni duyuyor musunuz

Bu yazıya karşı uzun süre direndim. Bir gazetecinin kendi yazısına direnmesinin ne kadar güç olduğunu en iyi siz takdir edersiniz, biliyorum...

Ama artık kendimi tutamıyorum.

Şimdi kullanacağım ifade için de ne olur beni bağışlayın.

Abdi Bey, bunlar sizin kemiklerinizi sızlatıyorlar.

Sizi öldüren bir adam var, Mehmet Ali Ağca adında. Hatırlayın o gün siz arabanızın direksiyonu başındayken yanınıza kadar sokulup üzerinize tam dokuz kurşun sıkmıştı.

Ve siz ölmüştünüz.

O katil yakalandıktan sonra hapishaneden kaçmıştı.

Onu Abdullah Çatlı adındaki biri evinde saklamıştı uzun bir süre.

Belki bilmiyorsunuz, sonradan bu Çatlı'yı muhtelif devlet işlerinde kullanmışlardı.

O da bir katildi. Bunu hatırlayacaksınız:

Sizin ölümünüzden bir yıl önce Ankara'da Bahçelievler'de yedi gencin ölümünü organize etmişti.

Hani şu gençlerin elleri bağlandıktan sonra rahat öldürülebilmeleri için eteri getirip Haluk Kırcı'ya veren adam.

Sonra biliyorsunuz, Milli İstihbarat Teşkilatımız utanmadan o Çatlı'yı bir süre kullanmıştı.

Avrupa'da uyuşturucu suçundan yakalanıp hapse girmiş, kaçıp Türkiye'ye geldiğinde de bu kez Emniyet teşkilatımız tarafından istihdam edilmişti.

Onlar da utanmamışlardı.

Utanma kalmadı ki Abdi Bey...

Belki bilmiyorsunuz, bir kazada öldü. Yanında bir emniyet müdürü ve DYP'li bir milletvekili vardı.

Yeri gelmişken söyliyeyim, o DYP'li milletvekili bu seçimde yine aday.

Çatlı'ya sahte kimlik belgesi veren o eski emniyet genel müdürü de aday.

Gerçi dokunulmazlıkları kaldırıldı, ama artık Türkiye'de böyle şeyler pek önemsenmiyor sevgili Abdi Bey...

Konuyu biraz dağıttığımı biliyorum. Ama siz öldükten sonra öyle garip şeyler oldu ki bu ülkede, size anlatmaya çalışırken ister istemez konu dağılıyor.

Neyse toparlamaya çalışayım. Sizin katilinizden söz ediyordum, daha doğrusu ona yardımcı olanlardan...

Benim için bir ayırım yok. Öldüren de, ona yardımcı olan da bir...

Sizin katiliniz İstanbul'dan kaçtıktan sonra Ağrı'ya gitmişti. Oral Çelik adındaki şahıs onu Ağrı'ya götürmüştü.

‘‘Çelik kim mi?’’ diye soruyorsunuz.

Canım, katiliniz sizi öldürürken yanı başında duran organizatör. O Türkiye'ye döndü ve ‘‘Türkiye seninle gurur duyuyor’’ diye karşılandı.

Evet, böyle şeyler de oluyor Türkiye'de Abdi Bey...

TİMUR SELÇUK

Neyse, Çelik Ağca'yı İran'a kaçıracaktı. Bunun için Timur Selçuk adındaki bir arkadaşından yardım istedi.

O müzisyen olan değil... Bu bir ülkücü. Sizin katilinizi İran'a kaçırdı.

Üstelik 12 Eylül'den sonra yakalandı ve katilinize yataklık etmek suçundan hapis cezasına çarptırıldı, mahkum oldu, hapis yattı.

Sizin katilinizin işbirlikçisini bu seçimde milletvekili adayı yaptılar Abdi Bey...

Üstelik aday olduğunda adam öldürdüğü iddiasıyla hakkında gıyabi tutukluluk kararı vardı bu şahsın.

‘‘Nasıl olur?’’ demeyin. Avukatları hakime gidip gıyabi tutukluluk kararının kaldırılmasını istemişler. Hakim de kabul etmiş. Herhalde hakimin bir bildiği vardır Abdi Bey...

Neyse, işte sizin o katilinizin işbirlikçisi Iğdır'da milletvekili adayı olarak seçim kampanyası yürütüyor Abdi Bey...

Gerçi listede ikinci sırada, ama hiç belli olmaz, bakarsınız Meclis'e giriverir ve Anayasaya bağlı kalacağına dair o yemini eder.

O yemin mi? Sizin zamanınızdaki gibi değil Abdi Bey. O yeminin cikletlerin içinden çıkan maniler kadar değeri kalmadı ki...

‘‘Bunlar nasıl oluyor?’’ demeyin, bal gibi oluyor Abdi Bey...

O adamı bile bile aday yaptılar size diyorum, niye bana inanmıyorsunuz... O beyaz elbisesinin üzerine kırmızı atkısını atan kadın yaptı bunu...

SAYGILARI YOK

Abdi Bey, bilmiyorsunuz. Bunların artık ölülere de saygısı yok...

Biliyorum, eşiniz Sibel Hanım ve kızınız Nükhet çok üzülüyorlar bu duruma...

Bütün bunlar onları sizin ölümünüz kadar yaralıyor...

Abdi Bey, bu ülkede artık acınızı bile size yaşatmıyorlar.

Biz artık kendimizi acılarımızdan arındırdık.

‘‘Benim meslekdaşlarım buna sessiz kalmaz...’’ mı diyorsunuz?

Abdi Bey, bana inanmıyorsunuz, onlar da bunu pek mesele etmiyorlar...

Abdi Bey, beni duyuyor musunuz?

Ne olur sesime bir cevap verin...

Abdi Bey...

Mendilimdeki kan seslerini duyuyor musunuz, Abdi Bey...

Yaşamaya dair

Diyelim ki hastayız

Hem de ağır, hem de ameliyatlı

Yani hiç kalkmamak ihtimali de var mermer masadan

Mümkün değilse de duymamak biraz erken gitmenin kederini

Biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına

Diyelim ki döğüşülmeye değer bir şeyler için

Diyelim ki cephedeyiz

O gün, daha ilk hücumda vurulup ölmek ihtimali de var

Acı bir hınçla bileceğiz bunu

Ama yine de çıldırasıya merak edeceğiz

Belki de yıllarca sürecek olan savaşın sonunu

Diyelim ki hapisteyiz

Yaşınız da elliye yakın

Daha da onsekiz sene olsun açılmasına demir kapının

Ama biz yine de yaşayacağız

Savaşı, suyu ve rüzgarıyla

Yani duvarın ardındaki dışarıyla

Yani nerede ve nasıl olursak olalım

Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak

NAZIM HİKMET

Polat, 4 milyon dolar harcayacak

SEÇİMLERDE oyumu Ecevit'e kullanacağımı geçenlerde yazmıştım. Bu fikrimde en ufak bir değişiklik bile olmadı. DSP'ye destek olacakların sayısı gün geçtikçe arttı. DSP oyunu artırdıkça, Faziletliler seçimlerin ertelenmesi için ellerinden geleni yapmaya başladı.

Adnan Polat, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde işadamı kimliğinden çok Alevi olmasına güveniyor. ‘‘Aleviler arkamda’’ diye ayin yapıyor. Aleviler'in bir kısmı, ‘‘Biz de aleviyiz, ama Adnan Polat'a oy vermeyiz’’ diyorlar.

Polat, giyimine çok önem veriyor. Hergün yeni bir takım elbise alıyor. Çok zengin olmalıki, etrafa seçimler için 4 milyon dolar harcadığını yayıyor. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmezmiş. Bizimki de tavuğu esirgemiyor.

ÖZDEMİR'E NAZAR

Polat, bundan kısa süre öncesine kadar Mesut Yılmaz'ın gözdesiydi. Daha sonra Deniz Baykal, Polat'ı kendi saflarına çekmeyi başardı. Mesut Bey de buna çok bozuldu.

ANAP'ın Belediye Başkan adaylarından Ali Talip Özdemir'e de nazar değdi. Özdemir'in makam arabası kaza geçirdi. Özdemir, akşam evine gidince komşularına çaktırmadan kurşun dökdürdü, tütsü yaktırdı ve içini rahatlattı. Ben de ona sormadan bir fal kapattım ve baktım. Evet falına göre yakında Başkanlık görülüyor. Anlaşılan Fazilet kavgaya girince, Ali Talip'in yolu açılıyor.

DSP'nin belediye başkanı adayı Zekeriya Temizel de ‘‘temiz’’ bir şekilde güçleniyor.



Yazının devamı...
Gülçin yazıyor
12 Mart 1999
Gülçin TELCİ

Gözlerim İ. Melih'i arıyor ama bulamıyor

Farklı zamanlarda televizyon izlerken ekranda bir şey dikkatimi çekti, nedenini öğrenmek için biraz araştırdım. Ankara'nın bütün Büyükşehir Belediye adayları topluca ekrana çıkıp tartışıyorlar.

Onları en son Hulki Cevizoğlu'nun Cevizkabuğu programında izledim.

Fakat bir şey dikkatim çekti.

Fazilet Partisi adayı İ nokta Melih bu tartışmaların hiçbirinde yok.

Acaba diğer adayları muhatap kabul etmiyor mu diye düşündüm.

Sonra öğrendim ki, İ nokta Melih korkuyormuş.

Hakkında pek çok yolsuzluk dosyası varmış.

Yakında mahkeme önünde hesap vermeye başlayacakmış.

Ayrıca pek çok ıvır zıvır işe trilyonlar yatırmış ve belediye bütçesini sıfırlamış.

Bir yakını, ‘‘Hesap vermekten çok korkuyor. Aslında bu kadar afra tafra yapanlar korkan adamlardır. Kazanma umudu kalmadı’’ diyor.

Şimdi Ziraat Bankası'nı ayarlamış.

2.5 TRİLYOR KREDİ

Devletin bankası İ nokta Melih'e tam 2.5 trilyon tutarında ticari kredi verip onu kurtarmayı amaçlıyormuş.

Vallahi bunları duyduğumda çok şaşırdım!

Kendi kendime söyledim;

‘‘Başbakanlık makamında galiba Bülent Ecevit değil, bir başkası oturuyor...’’

Kredi işi önümüzdeki hafta kotarılacakmış.

Bu arada, korkusundan ekrana çıkamayan İ nokta Melih seçim goygoyunu iyice hızlandırmış.

Seçim gününe kadar Ankara Belediyesi ekmek fabrikasını kendi oy hesabına göre çalıştırıp günde 1 milyon bedava ekmek dağıtmaya devam edecekmiş.

Ayrıca 60 bin öğrenciye pazartesi gününden başlayarak burs verecekmiş.

l9 nisan günü bütün bu uygulamalar sona erecekmiş.

Ankara halkının parası böyle çarçur edilirken, başta Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu olmak üzere devletin bütün yetkililerinin kış uykusuna yattığını düşünüyorum.

TOPLU DAVA AÇIYORMUŞ

Haaa, size bir de son dakika haberi:

İ nokta Melih Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na başvurmuş.

Kendisi aleyhine yazı yazan gazeteciler hakkında topluca dava açılmasını istemiş!

Ayrıca yaptığı ikinci başvuruda ise savcılığa iki çuval dolusu fotoğraf göndermiş.

Ankara'da Fazilet dışında bütün partilerin seçim afişlerinin ve posterlerinin kaldırılmasını istemiş...

Çünkü belge olarak gönderdikleri arasında Fazilet'in bir tek posteri ve afişi yokmuş!

Şu adam biraz mert olsa!

Diğer adaylarla karşılıklı ekrana çıkacak yüreği olsa da, ne olduğunu bir anlasak!

Bu kadar mı korkak bu?

Kendi yaptıklarından bu kadar korkuyor mu?

Vah Ankaram vah...

Jet-Pa Fadıl'ın perhizi ve turşusu

Hafta Sonu gazetemizi hep beğeni ile okumuşumdur. Baktım bu hafta yine bizim acar muhabirler çok güzel bir haber yakalamış...

Habere göre; Jet-Pa'nın sahibi Fadıl Bey özellikle Almanya'da yaşayan vatandaşlarımızdan ve ne idüğü belli olmayan bazı yerlerden 270 milyon mark para topladıktan sonra hayatını yaşamaya başlamış.

Biliyorsunuz, bu adam dini bütün bir müslüman (!) olduğunu hep söyler.

Hatta Caprice Otel diye beş yıldızlı bir de otelin sahibi.

DYP'ye aday yerleştirmeyi işten saymazsak, zaten başka bir iş yaptığı da yok.

Yanlış anlamayın Fadıl bey hayatını bu otelde yaşamıyor.

Çünkü bu otelde harem-selamlık uygulaması yapılıyor.

Oraya yolu düşen bir arkadaşım anlattı. İçeriye başörtüsüz kadın girince yadırganıyormuş.

Otelde alkollü içki kesinlikle yasakmış.

Kadınların ve erkeklerin hem yüzme havuzu, hem denizi ayrıymış.

Otele çarşafla giren kadınlar, havuza bikini ile giriyormuş.

Kadınlarla erkekler yüzerken birbirlerini görmüyormuş.

Jet-Pa Fadıl dini bütün bir müslüman ama gelin görün ki özel yaşamı hiç öyle değil.

Evli olmasına rağmen kendine İstanbul'da özel bir aşk yuvası tutmuş ve orada Rus uyruklu sevgilisiyle tatlı saatler yaşıyormuş.

Ondan çocuk sahibi bile olmuş.

Ne bileyim, belki de Rus uyruklu ile imam nikahı kıydırmıştır!

Belki de bizim Türki Cumhuriyetlerinden Rusça-Türkçe bilen bir imam bulup nikahı kıydırmıştır...

Hafta Sonu gazetesine sordum. Acaba bu haberle ilgili olarak Fadıl'dan açıklama gelmiş mi?

Emin Çölaşan'ın deyimiyle ‘‘Tık yok’’ dediler.

Oh, gel keyfim gel!

Bir yanda ‘‘müslümanlık’’ tasla, öbür tarafta gayrimeşru hayat yaşayıp metresinden çocuk sahibi ol.

Ah para, sen nelere kadirsin!

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu Fadıl Bey?

Vergisiz Fadıl Bey!

Maliye Bakanlığı uyusun da büyüsün ninni...



Yazının devamı...
Gülçin yazıyor
6 Mart 1999
Gülçin TELCİ

Tophane-i Amire sosyetenin emrinde

Tophane'deki birkaç yüzyıllık Tophane-i Amire binası, birkaç ay öncesine kadar askerlere aitti. Askeri Müze'nin deposu olarak kullanılıyordu. Sonra restore edildi, el değiştirdi ‘‘Tophane-i Amire Sanat ve Kültür Merkezi’’ adını aldı ve Mimar Sinan Üniversitesi'ne verildi.

Sonra, Üniversite'nin Yönetim Kurulu binanın kültürel amaçlı toplantılar için kullanılabilmesini kararlaştırdı ve bu iş için bir de ücret tarifesi belirledi. Binada üniversitenin onayıyla her türlü etkinlik yapılabilecek ve 8 bin ile 160 bin dolar karşılığında bir günden 30 güne kadar kiralanabilecekti. Bu kararla birlikte bina kullanıma açıldı, hatta Monik Benbaneste her yıl verdiği davetlerden birini birkaç ay önce burada verdi ve Tophane'de bin küsur kişiyi ağırladı.

Buraya kadar herşey iyi ve güzeldi. Hem İstanbul hoş atmesfere sahip bir tarihi mekána kavuşmuş oluyor, hem de üniversiteye gelir sağlanıyordu. Ama Mimar Sinan Üniversitesi birdenbire bina hakkında garip kararlar almaya başlayıverdi.

TIP KONGRESİ

20 Haziran'da İstanbul'da uluslararası düzeyde çok önemli bir tıp kongresi toplanacaktı:

Başkanlığını Türkiye'nin önge gelen belkemiği hocalarından olan Prof. Azmi Hamzaoğlu'nun yaptığı Uluslararası Omurga Cerrahisi Kongresi.

Dünyanın en büyük tıp otoriteleri İstanbul'da biraraya gelecek ve dört gün boyunca tıptaki son gelişmeleri ele alacaklardı. Kongrenin organizatörleri toplantıya katılacak olan yabancı bilim adamlarını eski İstanbul atmosferini hissettiren bir mekánda ağırlamak istedi ve Mimar Sinan Üniversitesi'nden Tophane binasını 20 Haziran akşamı üç saatliğine kiralamayı talep etti. Talebini resmen, yazılı olarak yaptı ve binanın o tarihte tahsisini rica ederken ne kadar para ödemeleri gerektiğini de sordu.

UYGUN GÖRÜLMEDİ

Üniversite'nin cevabı bir ay sonra geldi ve kongre düzenleyicilerini bir hayli şaşırttı. Cevap Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Özer'in imzasını taşıyor ve ‘‘talebiniz uygun görülmemiştir’’ deniyordu. Üniversite Yönetim Kurulu'nun Tophane binasını uluslararası düzeydeki bilimsel toplantı için tahsis edemeyeceği söyleniyor, ama hiçbir gerekçe gösterilmiyordu. Sosyetenin yıllık davetlerine mekán sağlayan üniversitenin aynı mekánı bir bilimsel toplantıdan kaçırmasının nedenini kimseler anlayamadı. Ortada ya üniversiteler arasında yaşanan bir rekabet vardı veya Mimar Sinan'daki hocalar böyle bir binaya sahip oluvermenin şaşkınlığı içinde mekánı ne yapacaklarını bilemez hale gelmişlerdi.

Ben, bu karardan Tophane-i Amire binasının bilimsel toplantılara kapalı ama her türlü davete ve eğlenceye açık olduğu sonucunu çıkartıyorum. Dolayısıyla kalabalık bir düğün, nişan, sünnet, doğum günü, konken, briç partisi vermek isteyenleri haberdar etmek istiyorum:

Mimar Sinan Üniversitesi'nin sahibi olduğu birkaç yüzyıllık Tophane binası bilimsel kimlik taşımaması şartıyla her türlü davetler için emrinizdedir ve rektörlüğe bir dilekçe káfidir.

Başyazar-Başyazarkasa

YENİ vergi yasasının uzantısı olarak çıkan uygulama tebliği gereği biliyorsunuz yazarlar, şairler başta olmak üzere birçok sanatçıya, telif gelirleri yüzünden defter tutma zorunluluğu getirildi.

Artık yıllık telif geliri 7 milyar lirayı aşan bütün sanatçılar, defter tutacak, gider makbuzu kesecek, sonra beyanname verip, gelir vergisi ödeyecek.

Oysa, eski uygulamada yine makbuz kesiliyor ve yüzde 11 stopaj deniyordu.

Birçok köşe yazarı bu konudaki eleştirilerini dile getirdi. Kimse vergi ödemeye itiraz etmiyor. Herkesi rahatsız eden, işin bürokratik yanı.

Geçen gün gazetemiz yazarları aralarında bu konuyu konuşurken, ilginç bir deyim ortaya çıktı:

- Yazarlar artık, ‘yazarkasa’ oldu...

Yani, gönder yazıyı, makbuzunu kes, paranı al...

Peki gazete başyazarlarının bu yeni düzende titri ne olabilir dersiniz?

Tabii ki ‘Başyazarkasa’...

Siyasi deterjanlığın bedeli

TBMM Milletvekili albümünü tarıyorum...

Yirmi dönemdir kimler gelmiş, kimler geçmiş...

Birçoğu hafızalarımızdan silinmiş. Ama silinmeyenler de var.

Bir sayfayı çeviriyorum, Naci Terzi ile karşılaşıyorum.

Hani şu ünlü detarjan reklamını yapan kişi...

Bu da nereden çıktı demeyin. Hemen deterjan reklamlarını hafızanızda canlandırıp artist aramaya kalkmayın.

Beyefendi siyasi deterjandı...

Hani, Tansu Çiller'in Mal Varlığı Araştırma Komisyonu Başkanı olan Fazilet Partisi Erzincan Milletvekili olan güler yüzlü zat...

Ne var bunda demeyin.

Partisi Çiller hakkında araştırma önergesi vermiş koalisyon ortaklığına girince de Naci Bey'e temizleme görevi düşmüştü.

Sonunda, da Naci beyin adı, ‘‘Refahmatik’’e çıkmıştı.

Şimdi Naci beye ne oldu biliyor musunuz? Partisi kendisini liste dışı bıraktı.

Nasıl mı?

Önce Erzincan'da seçilmesi zor görülen ikinci sıradan aday gösterildi. Sonra da Erzincan'ın MHP'li Belediye Başkanı Talip Kaban, ‘‘Hadi ben FP'ye geliyorum’’ deyince bu sırasından da oldu.

Yerine Kaban yerleştirildi.

Refahmatik lakabıyla hatırlarda kalacak olan Naci Terzi de siyaset sahnesinden bu dönem temizlendi.

Terzi'nin bu olayı da gösteriyor ki doğanın kanunu hep aynı yönde işliyor...

Ha çamaşır deterjanı olmuşsunuz, ha siyasi deterjan.

İkisinin de akıbeti aynı: Atık...



Yazının devamı...
Gülçin yazıyor
5 Mart 1999
Gülçin TELCİ

Ankara'nın taşına bak...

Baktım bizim Yalçın Bayer İstanbul'a el koymuş, ben de bari Ankara'ya doğru bir uzanayım dedim.

Ankara oldum olası sevdiğim kenttir... Hem dostluklarına, hem de yeşilliğine hayranımdır.

İstediğin yere iki adımda da ulaşırsın...

Baktım ulaşım rahat, Başkent siyasetinde neler oluyor diye koridorlara daldım...

Diğer yerlerde olduğu gibi, Başkent'te de belediye başkanlığı yarışı, milletvekilliğinden daha önde.

Hem de öyle bir yarış ki, kıran kırana...

Önce sağ partilerden başlayayım:

FP'NİN ADAYI

FP adayı yine aynı...

ANAP'tan MHP'ye meyil edip, oradan RP'ye kapağı atan, FP'li Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek...

Bana hemen Emin Çölaşan'ı hatırlattı. ‘‘İ’’ sini unutmuşum...

İ.Melih Gökçek, oturduğu koltuğun imkanlarını kullanmaya var gücüyle devam ediyor.

Belediye'nin malı olan Halk Ekmek Fabrikası'nı babasından miras kalmış gibi kullanıyor.

Halk Ekmek Fabrikası'ndan belediye hergün 100 bin ekmek alıyor ve Gökçek için propaganda malzemesi olarak halka bedava dağıtılıyor.

Yani belediyenin bir cebinden öbür cebine, oradan Gökçek'in cebine propaganda malzemesi olarak giriyor.

Ekmeğin bedava datılmasına diyeceğim yok. Ama bunu Gökçek'in siyasi propagandası için kullanmasına söyleyeceğim çok...

Haydi, Gökçek, Müslümanlıkta ‘‘nimet’’ olarak adlandırılan ekmeği de siyasete bulaştırıyor, peki Ankara Valiliği ne yapıyor?

DYP ADAYI

Gelelim DYP'nin adayına.

ANAP'tan ‘‘Hareket şimdi başlıyor’’ diye ayrılan, sonra MHP'ye geçen, ardından da hakkında TBMM'de soruşturma komisyonları kurduran DYP'den aday olan Halil Şıvgın'a caddelerde, sokaklarda pek rastlayamadım.

MHP ise Genel Başkanı'na uygun bir aday belirlemiş.

MHP lideri Devlet Bahçeli'nin diğer yerlerdeki ‘‘Hoca’’ tutkunluğu Ankara'da da geçerli kural olmuş. Ama, Şıvgın gibi MHP adayı Hüseyin Erdem'i de göremedim...

ANAP ADAYI

ANAP'ın adayı Vahit Erdem'e gelince.

ANAP İl Teşkilatı ilk kez, Genel Merkez ile Belediye Başkanlığı konusunda uzlaşmış.

İl teşkilatı geçmiş yıllarda olduğu gibi küsüp bir kenara çekilmemiş.

Ancak gelin görün ki teşkilat Çankaya'dan aday olan, il eski başkanı Mehmet Demirel'in yanına taşınınca, Erdem yalnız kalmış.

Unutmadan birşey daha söyleyeyim:

Erdem'in yanında Genel Başkan Yardımcısı Nejat Arseven ile Gaziantepli Mustafa Taşar'dan başka milletvekili de yok.

SOL PARTİLER

Gelelim sol partilere...

Murat Karayalçın'ın sıkıntılı olduğunu söylediler. Sorunu da partisi CHP ve lideri Deniz Baykal...

Her ikisinin adını ağzına dahi almıyormuş. Bırakın Genel Merkez'i, CHP il örgütünün bulunduğu sokaktan dahi geçmek istemiyormuş.

DSP adayına gelince...

İki dönem Çankaya Belediye Başkanlığı yapan Doğan Taşdelen, CHP'yi son anda bırakıp DSP'den aday olmuş.

Propaganda çalışmalarını da Ecevit ile başlatmış...

DSP rüzgarı Doğan Taşdelen'e yaramış.

Ama en büyük hadikapı Murat Karayalçın...

Karayalçın her yerde, ‘‘Genel seçimde kime verirseniz verin, ben belediyeyi istiyorum’’ dedikçe, oylar Taşdelen'den Karayalçın'a doğru kayıyormuş.

Taşdelen de bunu önlemek için bastırıyormuş...

Başkent'te dikkatimi çeken bir diğer unsur, sağ partilerin adaylarının eski MHP, sol parti adaylarının ise CHP tandanslı olması...

Her neyse ben yine Ankara'ya hayranım...

En çok da ‘‘Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak’’ şarkısını seviyorum...

Sekiz yıllık eğitim müziği fena vurdu

MİLLETVEKİLİ aday listelerinin açıklanmasından sonra siyasi partilerde yaşananlar ruhumu bunalttı, canımı sıktı, asabımı bozdu. Kendimi sanatın ve kültürün kollarına terkettim. Terkedince de bu alanlarda büyük bir tehlikeyle karşılaşmak üzere olduğumuzu gördüm ve uyarma görevimi yerine getireyim dedim.

55. hükümetin en büyük başarılarından biri, sekiz yıllık temel eğitimi yasalaştırmasıydı. Yıllardır tartışıp durduğumuz ama çözümünü bir türlü bulamadığımız birçok eğitim sorunu bu yasa sayesinde halledildi. Eğitimin kalitesinde ilk aşamalarda bile gözle görülür bir artış oldu, sonra okulların bilgisayarla donatılması çabasına girişildi ve işler bu hızla devam edecek olursa, eitimin kalitesi önümüzdeki yıllarda geçmişte örneğine rastlanmamış bir düzeye yükselecek.

BÜYÜK DARBE

Sekiz yıllık temel eğitimin böyle birçok yararları oldu, ama eğitimin bir başka alanına farkında olmadan tam bir darbe indi. Bazı yabancı okullarla müzik ve bale eğitimi veren konservatuvarlar sekiz yıllık yasayla çakıştıkları için kapılarına kilit vurma aşamasına geldiler. Öğrencilerini ilkokul yaşındaki çocuklar arasından seçen bu okulların çoğu, sistemleri sekiz yıllık temel eğitimle çakıştığı için şimdi öğrenci alamıyorlar. Yasaya göre ancak sekiz yıllık eğitimi tamamlamış öğrencileri kabul edebilecekler ve ortaya garip durumlar çıkacak.

Örneğin İstanbul'daki ünlü Robert Kolej. Bugüne kadar hemen her anne babanın çocuğunu verebilmek için uzun bir sınav yarışına sokmak zorunda olduğu kolej öğrencilerini ortaokul düzeyindeki öğrenciler arasından seçerdi. Yasanın çıkmasından buyana iki öğretim yılı geçti ama kolej yeni öğrenci almadı. Hazırlık ve ortaokul sınıfları kapatıldı. Öğrenciler şimdi sekiz yıllık eğitimi tamamlamış çocuklar arasından seçilecek ve 14-15 yaş gurubundaki gençlere yabancı dil öğretilmesine çalışılacak. Asıl sorun ise konservatuvarlarda yaşanacak. Bugün birçok konservatuvar artık ortaokul düzeyinde öğrenci almaları mümkün olmadığı için kapılarına kilit asmak üzereler. 15 yaşına basmış bir çocuğun balerin veya profesyonel olmaya çalıştığını düşünün. Hoca ‘‘Kızım, belini sona kıvırıver’’ diyecek ama çocuk bir kaç yıl önce yapması gereken hareketi yaşı gereği artık yapamaz olacak, beli yerine sadece gerdanını oynatabilecek. Bir başka öğretmen ‘‘Dooo’’ diye ses verecek, öğrenciden ‘‘mi bemoool’’ duyulacak. Dolayısıyla bu şekildeki imkánsızları başarmak mümkün olamayacağı için konservatuvarların kapısına da kilit vurulacak ve bazıları vurmaya başladılar bile. ‘‘Bana kaderimin bir oyunu mu bu’’ şarkısını söyleyebilecek yabancı müzisyenleri ithal edemeyeceğimize göre acele bir çare bulmak zorundayız.



Yazının devamı...