(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Kaan Koç" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Kaan Koç" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Kaan Koç

Yine El Clasico
28 Mart 2010

ANAFİKİR; Rijkaard’ın arka arkaya yaptığı 2 harakiri maçı F.Bahçe’ye getirdi. Daha 24. saniyede gole yaklaşan G.Saray’ın orta sahası rakibe teslim edilmişti. M. Topal ve M. Sarp’ın orta yuvarlağın gerisinde durup Elano’nun ileride yer almasıyla göbeği bomboş bırakan Rijkaard, F.Bahçe’nin her atağını kendi ceza sahası üzerinde gördü. Daum ise, Emre’nin yokluğunda Topuz’u ortaya çekip, omurga hattının ileri geri çalışabilmesini sağlıyordu. Rijkaard’ın bu ilk harakirisi, Güiza top kontrollerinde daha dikkatli olsa çok daha pahalıya patlayabilirdi. 18’de Güiza’nın temiz golüne ofsayt bayrağı kalkarken, G.Saray defansı henüz rakibi tartamadan oyunun ateşi içinde bulmuştu kendini.
 Zalim Franco
Bu kadar dağınık ve kötü oynayan bir G.Saray karşısında da F.Bahçe çok iyi oynuyormuş gibi göründü. Halbuki F.Bahçe’nin tek yaptığı saha kontrolünü rakibinden çok daha iyi sağlamasıydı. Ve cezayı 70. dakikada Selçuk’un, yaklaşık 35 metreden yaptığı vuruşu amatörce içeri alan Franco kesti takımına; 1-0. 90+5’e kadar G.Saray zorlar gibi göründü skoru ama olmadı. Sahadaki herkes F.Bahçe galibiyetini istedi ve maçın adamı da Selçuk’tu dün.

Rijkaard’ın telaşı

ORTA sahasını ve oyunu kendi evinde rakibine kolayca teslim eden Rijkaard, 56’da Arda’yı oyuna sürüp Elano’yu geri çekti. Elano hamlesi yerindeydi ama ısınırken bile zorlanan Arda’nın alınması faydadan çok zarar getirdi. Çünkü G.Saray’ın sorunu top tutmak değil, baskıda adam kaçıran F.Bahçe savunmasını hızlı adamlarla zorlayamamaktı.

Anlamsızlar kulübü

1- Daum’a karşı tutunduğu aşağılayıcı tavırla 4. hakem Süleyman Abay... F.Bahçe Kulübü’nün teknik direktörüne döver gibi davranan Abay, aynı hareketi Fatih Terim, Rijkaard ya da Zico gibi isimlere yapabilir miydi?
2- Güiza’nın ikinci yarıda Elano’ya bastığı tekmeye kırmızı kartın es geçilmesi.
3- Keita’nın tiyatroya devam etmesi.

 

Yazının devamı...
Sihirli sözcük: Limit yok
26 Mart 2010

BAHİS ve şike skandallarıyla çalkalanan gündemde herkesin aklında bir soru var; bu çark nasıl dönüyor? Ama bu sorunun cevabı, bilenler için çok kolay, uzaktan seyredenler içinse hayli karışık bir görüntü sunuyor önümüze. Ve bu çarkın nasıl döndüğünü anlamak için, önce “nerelerde bu tür skandallar yaşanmaz?” sorusunu cevaplamak gerekiyor.

Avrupalı büyük bahis şirketleri riske girmez

Avrupa’da yer alan William Hill, BetWin ve Ladbrokes gibi büyük bahis şirketleri, şike ve manipülasyon ihtimallerine karşı önlem almak durumunda kalıyorlar. Bunun sebebi ise, risklerini Reasürans şirketlerine satıp, sermaye piyasalarına kotalı olmaları. Ve bu yüzden riske giremiyorlar. Hal böyle olunca da, ister tek maç ister kombine kupon yapın, size belirli bir kota getiriyorlar. Yani, her ligin risk oranına göre günlük bir “kazanç” limiti koyuyorlar ve riskli ülkelerin limitlerini düşürüyorlar.

Mesela Türkiye ligleri üzerine oynanan kuponların toplam kazanç ihtimali 20 bin sterlini geçemiyor. Bu rakam Premier Lig için 100 bine kadar çıkabiliyor. Fakat yıllar önce yaşanan bir istisna da var. William Hill şirketi, özel bir izinle İngiliz bir işadamının İngiltere-Tunus maçına çok yüksek meblağ yatırmasına olanak sağlamıştı. İşadamına da, bahisi kazandıktan sonra parası çantayla verilmiş ve bu site, İngiliz basınında “çok kazandıran” imajıyla yer almıştı. Bunun başka örneği de görülmedi.

Anormal para yatırılan maç bahse kapatılıyor

Ayrıca, eğer bir maça kısa sürede çok fazla para yatırılıyorsa o maçın oranlarında da marjinal değişmeler yaşanıyor. Ve böyle olunca da, şirket o maçı bahislere kapatıyor. Örneğin, X-Y takımları arasında yapılan ve oranları ev sahibi 2,4; beraberlik 3,0; misafir takım 2,9 olan bir maçta ev sahibine 12 saat içinde toplamda 200 bin TL’lik bahis yatırılmışsa, ev sahibinin oranı doğal olarak 1,3’lere kadar düşebiliyor. Ve bu sıradışı görüntü karşısında, güvenlik önlemi olarak şirket bu maçı tamamen bahislere kapatıyor.

Kısaca bahsettiğim bu işleyiş, Avrupa kaynaklı bahis şirketlerinin usulsüz yollara karışmasını engelliyor. Ama Asya’da durum bambaşka...

Asya’da bahis telefonla dönüyor

NÜFUSU çok fazla olan ve kumarın büyük rağbet gördüğü Asya’da görüntü inanılmaz boyutlarda. Birinci ve en önemli nokta şu ki, diğer bütün şirketlerde bahisler internet üzerinden ya da bayilerden oynanırken, Asya’da işleyiş farklı.

Asya üzerinden oynayan kişilerin yapması gereken tek şey var; içerideki kredilerini kullanarak ya da güven ortaklığına dayanarak tek bir telefonla maçları söyleyip, oynayacakları miktarı bildiriyorlar. Fakat bu güven ortaklığını sağlamak o kadar kolay da değil. Yani her isteyen arayıp böyle bir işlem yapamıyor. Telefonla oynayabilecek kadar kredi kazanmanın yolunu da, Asyalı şirketlerin diğer ülkelerde yer alan aracıları, menajerleri ya da illegal bahis ofisleri sağlıyor. Telefonla yapılan bahislerde, güven kredisi olan kişi tercihlerini belirttikten sonra, bahis şirketi “Tamam, kazanırsanız şu kadar para elinizde” diyor ve telefon kapatılıyor. Oyuncu, bahsi tutmasa da oynadığı parayı yatırıyor. Çünkü bu kişiler genellikle bu yolu kullanıyor ve güven ortaklığının bozulmasına izin vermek istemiyor. 100 bin Euro’luk kupon yapan kişi, kaybetse bile maçtan sonra parayı havale ediyor.

Avrupa’daki önlemlerin hiçbiri yok

AVRUPA bahis şirketlerinin aldığı önlemlerin hiçbiri Asya’da yok. İstenilen maça, istenen şekilde, istediğiniz miktarda para basabiliyorsunuz. Limit yok. Maçların kapanma olasılığı yok. Hem zaten, bu tür yollarla oynanan bahislerde genellikle “ters sonuçlar” seçiliyor. Çünkü oranları daha yüksek.
Örneğin; ev sahibi takıma 1,4 verilen bir maçta deplasman ekibine 8,0 veriyor şirket. Favori 1. Fakat, büyük çoğunluk kuponuna bu favoriyi yazarken, manipülasyon yapan kişiler deplasman ekibine yatırıyorlar. Ve eğer manipülasyon tutar ve deplasman ekibi kazanırsa, hem bahis oynayan büyük çoğunluk “banko”dan yatıyor hem de şirket büyük pay kazanıyor bu bahisten. Oyuncunun kazancı da aynı oranda fazla oluyor. Yani, temel hatlarıyla; usulsüz bir “kazan-kazan” sistemi.

Manipülasyon nasıl yapılıyor?

1- Oyuncu önce örneğin 5 maç seçiyor. Bunların en fazla 2-3 tanesini manipülasyon için ayırıyor. Bahis şirketi de işleyişin farkında ve onların güvendiği de “3 maçın manipüle edilme ihtimali çok düşük” anlayışına dayanıyor. Yani burada bahis şirketi de bir nevi “bahis” oynamış oluyor. Ve oyuncunun verdiği maçlar, belirttiği miktarla sisteme giriliyor.

2- Duruma göre ya bahis şirketinin adamları ya da oyuncu, manipülasyon için seçtiği takımlara aracılar yoluyla yöneliyor. Oyunculara para teklif ediliyor ve anlaşma halinde 2. basamak da tamamlanmış oluyor.

3- Bazen, şike yapacak olan oyuncular da “Bu maçta ilk yarı 2 gol yiyeceğimize ben de 20 bin Euro basıyorum” diyebiliyor. Ve bu durum, asıl bahisçi için tam
bir güven ortamı doğuruyor.

4- Futbolcuların hiçbiri maçtan önce 1 lira almıyor. Tıpkı oyuncu ve şirket gibi, bütün ödemeler maçlar sonuçlandıktan sonra yapılıyor.

5-  Eğer manipülasyonlar başarıyla sonuçlanırsa, hem normal oynayan çoğunluğun parası şirkete kalıyor, hem manipüle yapanlar kazanıyor hem de şike yapan futbolcular. Tek kaybeden, sporun güzel ruhuna inananlar oluyor.

Şirketler kimi seçer

KARA para aklayan Asya piyasasında bahis oynanırken manipülasyonu kolay olan belirli noktalar var;

Avrupa’nın 2. sınıf ligleri; Finlandiya, İsveç gibi...

Diğer ülkelerin alt ligleri.

Manipülasyonda kullanılan futbolcular ise ya bir anda zirveden dibe düşmüş ya da kariyeri boyunca hep alt liglerde oynayıp büyük kazanç sağlayamamış kişiler
oluyor.

Genellikle manipüle edilecek takımda oynayan kaleci ve defans oyuncuları satın alınıyor. Böylelikle daha az futbolcuyla daha garanti sonuç alınabiliyor.

En çok oran veren, en uç ihtimaller hedeflenir. Örneğin, ilk yarı 1 maç sonucu 2 ya da ilk yarıda +5 gol olur.

2002’deki bütün maçlarda oynadı

ŞİKE soruşturması kapsamında tutuklanan Fatih Akyel, Türkiye’nin en kariyerli futbolcuları arasında yer alıyor. 2002 Dünya Kupası’nda üçüncü olan A Milli Takım’da forma giyen Akyel, elde edilen bu başarının ardından verilen ‘Devlet Üstün Hizmet Madalyası’ ödülünü, takım arkadaşlarıyla birlikte almıştı. Soruşturma kapsamında ifadesi alınan İstanbul Büyükşehir Belediye futbol takımının yardımcı antrenörü Arif Erdem de aynı ödülün sahiplerinden biriydi.

26 Aralık 1977’de doğdu, Galatasaray altyapısında yetişti. 1996-97 sezonunda A takım kadrosuna yükseldi. Sarı kırmızılı kulübün ardından Real Mallorca, Fenerbahçe, PAOK, Bochum, Gençlerbirliği, Trabzonspor, Ankaragücü, Gençlerbirliği ve Kasımpaşa’da oynayan Fatih Akyel, son olarak TFF 2. Lig takımı Tepecikspor’da forma giyiyordu.

UEFA Kupası kazandı

G.Saray’da iken UEFA Kupası ve Avrupa Süper Kupası kazanan efsane kadroda yer aldı. 2002 Dünya Kupası’nda ve 2003 FIFA Konfederasyonlar Kupası’nda üçüncü olan A Milli Takım’da forma giydi. Akyel, 2002’deki Dünya Kupası’nda tüm maçlarda 90 dakika sahada kalmayı başardı. 

Yazının devamı...
Kırık bir aşk hikayesi
18 Mart 2010

FB basına ihtiyaç duyuyor
Ama bu “uyarı” mektubunun 2 sureti var. Birincisi, Fenerbahçe Kulübü, geri adım atmayıp yine “etik değerlere” yöneltmeye çalışıyor basını. İkincisi ise; spor basınıyla arasındaki köprüleri uzun zaman önce atan yönetim, işlerin artık düzelemez duruma geldiği günlerde, gizliden bir barış eli uzatıyor. Sadece o yazının son 2 cümlesine bakmak bile bunu anlamaya yeter; “... Ancak her şeye rağmen Türk spor basınının içinde de görevini layığıyla yerine getiren kişiler ve kurumlar da vardır. Fenerbahçe Spor Kulübü sayıları maalesef az da olsa bu kişi ve kurumların yanında olacak onları kasıtlı yalan yanlı ve masa başı haberler yapanlardan ayırt edecektir.”
Yazıda sık sık “bize sorulmadan” deniliyor. Çünkü artık yönetim basına ihtiyaç duyuyor. Çünkü atı alanın Üsküdar’ı geçmeye başladığı günlere girildi. Artık hiçkimse eleştiri oklarından kaçamıyor. Durum kritik. İyi günde düşman bellenen basın, kötü günde dost olsun isteniyor. Çünkü 3 sene üst üste şampiyonluk sözüyle başlanan sezonda, ezeli rakibin şimdilik favori... Ve GS Store’larda yeni tişörtler hazırlanıyordur mutlaka; “Her sene söz verin, biz gerçekleştirelim!” diye...

Korku imparatorluğu

BASINLA olan ilişkinin vehametini anlamak için ufak bir örneğe bakmak yeter; Fenerbahçeli bir sporcuyla konuştuğunuzda, ağzından bir şey kaçırırsa ikinci cümlesi şu oluyor; “aman başkan duymasın n’olur adımı yazma!”...
Başkanın çevresindekiler, onun yanında yapamadığı eleştirileri basınla paylaşıyor ve son söz yine aynı; “adımı yazmayın”. Tıpkı bir süre önce yazdığım “Yalanlama Makinası” başlıklı yazımda eleştirip örnek gösterdiğim durumun bir süre sonra fenerbahce.org’da “Transfer Spekülasyonları” adlı bölümün ana sayfada açılmasını sağladığı gibi, Fenerbahçe Yönetimi basında çıkan doğru eleştiri ve haberlere önem verip hataları en aza indirebilirdi. Ama bu “Yalanlama” konusunda yaptıklarını ne yazık ki daha mühim konularda başarmadılar, başaramadılar.
Belki de camia içindeki herkesten çok Fenerbahçeli olan başkan, bu tür noktalarda bir stratejist gibi değil de koyu Fenerbahçeli damarıyla davranıp uzun vadeyi planlamadı.
Bütün ipleri koparttı
Yeni yönetimiyle birlikte bütün basın mensuplarını Çırağan’da yemeğe davet eden Yıldırım Demirören gibi başarılı olamadı. Ya da Galatasaray yönetimlerinin her zaman tutturduğu o güçlü bağları öremedi. Aksine bütün ipleri koparttı. Ve bundan sonra başkan olacak kişiye de bir yıkıntı kaldı; basınla yaşanan bu iletişim ve imaj sarsıntısı düzeltilmeye çalışılacak. Ve bu yapılırken de bu sefer bağ kurmak için taviz vermesi gereken taraf kulüp olacak. Çünkü ülke basınında yer alan kurumların “marka değeri”, üst üste ölüm korkularıyla geçen ligimizin sanırım biraz üzerinde...

Gemi su alırsa...

NAPOLYON’dan Hitler’i doğuran adam J. Goebbels’e, Mourinho’dan Alex Ferguson’a kadar basınla kavga etmek yerine onu zekice kullananları unutup, aslında bir nevi fazlaca ahlaklı bir şekilde davranıp (!) basına “küsen” Fenerbahçe Yönetimi bir şeyin farkına iyice varmış. Gemi su almaya başlayınca, bilgi sızdıranların sayısı artar. Bu sızmalara tampon çekmek istiyorlar haklı olarak. Ve son günlerde yalanlanan kimi haberlerin de aslında gerçek olduğu gün gibi ortada. Bunu da hem haberleri yapanlar hem de camia içindeki herkes biliyor...
İlk düğme yanlış iliklenirse artık çok geçtir. Napolyon’un “Yukarı çıkarken durabilirsiniz, aşağı inerken asla” sözü bu günlerde her şeyin özeti. Yukarı çıkarken durup başka kulüplerin yaptığı basın çalışmalarını yapamayan ve o ilk düğmeyi yanlış bağlayan Fenerbahçe, kırdığı dallara inerken tutunmaya çalışıyor şimdi.
2 sureti olan o açıklama gibi, Fenerbahçe Yönetimi’nin de 2 yolu var; ya cesurca günah çıkartıp her şey bitmeden yeni bir başlangıç yapacaklar... Ya da özeleştirilerini kendi içlerinde cesurca yapıp, bu “soğukluğun” arkasında dimdik duracaklar. Ta ki ülke futbolu, gerçekten bir değer kazanana dek.

Yazının devamı...
13. Adam Daum olmalı
24 Şubat 2010

FENERBAHÇE, Lille karşısında Fransa’da bireysel hatalardan maçı kaybetmiş ve eline geçen fırsatları değerlendirememişti. Rövanşta ise farklı bir maç bizi bekliyor. Çünkü iki takımın da çok kritik noktalarında eksikler var ve öne çıkan etken motivasyon olacak. Bugün, turu kim daha çok isterse o geçecektir.
Özgüven ve inanç
Kimi maçlarda tamamen hareketsiz duran kimilerinde de yerine oturmayan Daum bugünkü 90 dakika içinde sonuca %70 etkili olacaktır. Soyunma odası ve antrenmandaki konuşmalardan önemlisi, sahanın kenarında takımıyla yaşamalı ve kenarda futbol oynamalı bugün. Lille teknik direktörü Garcia’nın Fransa’daki o soğukta 90 dakika oturmadan sürekli sahaya katıldığını düşünürsek, bu maçta sıra Daum’da. Takıma katılmalı ve taraftarla birlikte F.Bahçe’nin 13. oyuncusu olmalı.
Sarı lacivertliler iç saha üstünlüğünden bu sene en çok bu maçta faydalanabilir. Taraftar baskısının F.Bahçe’ye olumlu, rakibe de olumsuz yansıyacağı daha büyük bir maç şu an yok gibi görünüyor bu sene. Ve bütün taktiksel anlayışlardan önemlisi eğer F.Bahçe kadrosu da bu maça “kazanacağız” diyerek çıkarsa mutlaka kazanacaktır. Tabi ki gol yememeliler. Ama bu maçın kilit noktası, bütün eksiklere rağmen, özgüven ve konsantrasyon olacaktır. Ve herkes taşın altına elini sokup daha önce olduğu gibi kaçak oynamamalı. Çünkü yenilgiler herkesindi, olası bir zafer de yine bütün kadronun olacaktır. Bu takım Kadıköy’de kimleri eli boş gönderdi, önce onu hatırlamalı...

Eksikler ve diziliş

F.BAHÇE’de Santos cezalı, Vederson sakat, Uğur Boral zaten yok sol kanatta... Ortada ise Lugano ve Cristian’ın durumu şüpheli... F.Bahçe’nin aksayan yerlerinde ortaya çıkan bu kadar eksiğe bir de sağ kanat eklendi; M.Topuz ve Özer de yok. Gökhan Ünal da kurallar gereği oynayamıyor. Hücum hattında elde kalan 2 isim Güiza ve Semih.
Kumarı tutmadı
Güiza’yı dinlendirmesi gerektiği zaman ortaya atan Daum, bence bu maç Güiza-Semih ikilisini sahaya sürmeli.  Semih’i sağa yakın tutup hem topun ileride kalmasını hem de Güiza’ya 55 bin kişinin sahip çıkmasını sağlamalı. Pozisyon yeteneği yüksek olan Güiza, zayıf Lille savunmasını ne olursa olsun yine zorlayacaktır. Bu maçta bütün stad ona kesinlikle sahip çıkacaktır ve bu destek takıma da büyük moral verecek.
Daum dizilişte ise mecburen bir değişikliğe gitmeli. Şu an görüntü çok bilinmeyenli bir denklem gibi. Gerekirse genç Gökay’a güvenmeli.

Lille takımı da yaralı

LILLE’deki eksiklere gelirsek, onlarda da Debuchy, Hazard, Gervinho, Balmont, De Melo ve Cabaye’nin olmayışı Fenerbahçe’nin orta saha üstünlüğünü ele geçirmesi için bir fırsat. Baskı görünce hata yapan Lille savunmasını hem toplu hem topsuz alanda yormalı F.Bahçe. Hazard ve Gervinho gibi hızlı oyuncuların yokluğunda Lille, çabuk çıkmak istediğinde kanatları kullanmak isteyebilir. İşte o kanatlarda kademe anlayışı ve pozisyon bilgisi yüksek olan, kendi yerinin oyuncularına güvenmeli ve bu kadro darlığında gerekirse Emre’yle Deniz’i ortada kanatlara yakın oynatıp göbekte Selçuk’a yer vermeli Daum. Özellikle bir saniye durmadan oynayan Balmont’un eksikliği F.Bahçe’nin 2. bölgeyi fethetmesi için büyük bir fırsat.

Hem avantaj  hem tehlike

F.BAHÇE, Lille karşısında golü erken bulabilir. Eğer öyle olursa, taraftar da takım da kontrolünü yitirmemeli. Aksi bir durumda da taraftar telaşa kapılıp takımı aceleye sürüklememeli. Futbolculara gelince, Önder, topu kaldırmadan oynaması için uyarılmalı. Oyunu karşı alana yığmışken top teknik ve bilinçli ayaklara bırakılmalı. Geride oluşabilecek pozisyonlarda ise Bilica da kesinlikle uyarılmalı. Özellikle ceza
sahası çevresinde duran top verilmemeli.
Defans tatlı sert oynamalı. Orta saha ve hücumda ise oyuncuların savunma anlayışının tam tersi olması gerektiğini düşünüyorum.

Yazının devamı...
Büyük başarı
22 Ocak 2010

FENERBAHÇE’de dün 5 oyuncu sarı kart tehlikesiyle çıktı maça. Güiza, Emre, Santos, Lugano ve Cristian olası bir sarı kart görme durumunda haftaya Sivas maçında cezalı olacaklardı. Ve Fenerbahçe en büyük başarıyı dün bu alanda yakaladı! Güiza hariç diğer tüm futbolcular Sivas’a gitmekten yırttı. Şöyle bir bakarsak, Emre’nin gördüğü kart hakemin abartması diyebiliriz. Ama! Lugano’nun orta sahada rakibinin bileğine oturması, Santos’un çift dalıp Kırkpınar’a göz kırpması ve Cristian’ın yine alakasız bir yerde kör tekme sallayışı hangi dilde açıklanır?
Christmas olsa hemen anlardık ama bu kez başka bir sebep var galiba; Sivas’ın kulak kıran soğuğu... Umarım bu büyük başarının tek sebebi budur. Başka ihtimalleri düşünmek bile istemiyorum.

REYTİNG KAYBI

DÜN maçı izleyenlerin büyük çoğunluğu, ilk yarıdan sonra muhtemelen uyuyakalmışlardır. Ama uyumayıp izlemeye devam edenler, başlarda “reyting” kaybeden fakat son 15 dakikası kalplere zarar bir maç izlediler.
Fiziksel dayanıklılığı hesaba katıp Özer’in yerine Vederson’la başlayan Daum ise, önce yorup sonra vurdu Denizlispor’u. İlk yarı yine Alex’siz yine ilham sancılarıyla kanat akınları deneyen F.Bahçe, ikinci yarı iyice oyunu karşı alana yıktı.
Gökhan oynamalı
Tribündekiler de kulaklığı takmış Galatasaray’ın İngiltere’deki transfer gelişmelerini takip ediyorken, Santos’un golüyle önce öne geçti Fenerbahçe.
“Trajik bir düşüş öyküsü”nün yazarı Okan Koç ve kaçan gollerin adamı Youla’nın girişiyle F.Bahçe zorlanabilir derken, Youla muazzam bir kontrolle golü yazdı.
Bir topu direğe diğerlerini de Özden’e nişanlayan Güiza, Gökhan Ünal’a; Daum da Özer’e dua etsin. Yoksa ikisi de bugün yine eleştiriliyor olurdu. Özer’e yer açmak için solda oynatan Daum, Güiza’yı ve kendi iyiliğini biraz düşünüyorsa mutlaka Gökhan Ünal’a da bir formül bulmalı.

Yazının devamı...
Flash Forward
20 Ocak 2010

Konunun başına dönersek bugünlerde Digitürk’ün hummalı bir çalışması var. Ligin kalitesini yükseltmeyi hedefliyorlar. Ve bu uğurda dillerde Maraton programı ve Erman Toroğlu’nun adı dolaşıyor...
Kaos ortamı oluşur
Birçok ismin görüş bildirdiği bu konuda okuduğum en güzel yazılardan biri Mehmet Demirkol’a aitti. Demirkol’un o muazzam yazısına ben de sonuna dek katılıyorum. Sivri ve sakınmayan bir dili kargaşanın arasından çekerseniz elinizde kalan tek şey daha korkak sorgulanan ve daha çok yoğunlaşan kaos ortamı olur. Çarpık görüntüleri sorgulayanlardan kibarlık bekleyip, milyonları temsil ederken yakışıksız cümleler kullanan kanaat önderlerini alkışlarsak 2015 için attığım başlıklar tozpembe kalır...
“Ligin kalitesini artırmak” garipliğini bir kenara bırakıp ticari anlamda bakarsak karar tamamen Digitürk’ün tasarrufundadır. Digitürk doğal olarak önce kendini düşünecektir.
Kadınlara ofsaytı öğretti
Öte yandan, Erman Toroğlu’nun görüşlerine katılırız ya da katılmayız. O ofsayt der biz “buz gibi gol işte” deriz. Ya da tuvalet kağıdıyla kale çizgisi çekince yadırgayabiliriz. Ama Erman Toroğlu’nun olaylara ve olgulara yaklaşırken kullandığı üslup tamamen bizdendir. Bu ülkedeki kadınlar ofsayt kuralını öğreten Erman Hoca’dır. Futbolcular maçtan sonra “bu karara federasyon ne diyecek” değil de “Erman Hoca o pozisyonu nasıl değerlendirecek” diyorsa, bu Erman Toroğlu’nun adaletine olan güveni simgeler.
Seveni kadar nefret edeni de olan isimler her zaman tepede olmuştur. Çünkü başarının ilk sonucu insanları 2’ye bölmesidir. Bu durumun en büyük örneklerinden biri olan Yılmaz Özdil için Ertuğrul Özkök şöyle yazmıştı; “Savunduğu fikri benimsemeseniz, hatta taban tabana zıt olsanız bile ilgisiz kalamıyorsunuz. Ya gizli, ya açık hayranı oluyorsunuz.”
Spor camiası için de Erman Toroğlu bu konumdadır. Sevenleri ve nefret edenleri de Erman Hoca’nın Hürriyet’teki yazılarını okumaya devam edeceklerdir.

Ya Ölçü Ya Erman Hoca Ya da Marduk

BU konudan kopmayıp Murat Aksu-Yıldırım Demirören atışmalarına bakarsak, Türk futbolunun açıksözlülükle imtihanına tanık oluruz. Murat Aksu, Yıldırım Demirören’e “şımarık zengin çocukları gibi davranıyor” diyor. Dillendirdiği garip yakıştırmaların arasında, ikisinin de giydiği forma aynı; siyah beyaz!
Bir tarafta “futbolun marka değerini düşürüyor” diye hedef alınanlar, diğer tarafta başkan adaylarının cümleleri; “Beşiktaş, Demirören’e borcunu Eski Açık’ı ‘Milangaz’ tribünü yaparak öder.”
O da gaza basıyor
Sahaya çıkan iki futbolcu da kaptan olmak istiyor. Ve takımın yeni kaptan adayı, mevcut takım kaptanını sırf bu uğurda tribünlerin önüne atıyor. Küfür edenleri alkışlıyor, bir gaz da o veriyor. “Beşiktaş ‘adam gibi’ yönetilecek” diyor. “Kulübü ‘adam gibi’ yönetemeyen” o başkanı seçenlere sığınıyor. Güvendiği kitle de, kendi deyimiyle “adam gibi yönetebilen bir başkanı seçemeyen” o camia... O camiadan kendisine oy istiyor!
Yıldırım Demirören’in başarılı olduğunu söylemiyorum. Ama bu, benim gibi camia dışından birine bile böyle konuşma hakkını vermezken, aynı görev için yarışan denk seviyedeki biri bu cümleleri nasıl söyler? Yakışır mı Süleyman Seba’nın oturduğu o koltuğa?
Dönemsel başkanlık için mücadele edenlerin söylediği bu sözlere en güzel cevabı da Seba vermişti zamanında. Kendisine sunulan onursal başkanlığı “Bu onur sadece Baba Hakkı’ya aittir” deyip reddetmişti.
Beşiktaş tribünleri ise Şeref Görkey ve Baba Hakkı’nın fotoğraflarıyla hazırladıkları bir pankartta “Şeref’inizle Oynayın, Hakkı’nızla Kazanın!” diyordu.
Sadece beyaz camda
Şimdi bu seçim yarışında ya iki taraf da Beşiktaş’ın değerlerini yok saymadan yarışıp, hakkıyla kazananı alkışlayacak...
Ya da Erman Toroğlu’nun sivri kılıcıyla burun buruna gelmemek için uzak durup çiçekli, pırıl pırıl bir futbol ortamına doğru koşacağız... Tabii sadece beyaz camda!
Ve o zaman 2015’e giden yolda, “kirli futbol ortamı”nı temizleyebilecek tek güç Marduk olacak...

Yazının devamı...
Ligin kralları
14 Ocak 2010

NBA’de Kobe Bryant zirvenin hakimi oldu. Lebron ikincilikte kaldı. İkili bir çok takımı da solladı.

Eğlenmek, tuttuğunuz takımın rakiplerini yenmek ve bilgi almak artık çok kolay. Sanal alemde bunlar rahatlıkla gerçekleşirken, NBA.com bu konuda başı çekiyor… Her takım için geçerli olan duvar kağıtlarından, maç özetlerine, sezon öncesi ve içi bilet satışları bilgilerinden, dergi ve makalelere kadar çok şey sizi bekliyor. Kulüplere ait sitelerin, NBA.com sayfasının altında bulunması erişim açısından kolaylık sağlıyor. Fakat bir de dezavantajı var, araştırmacılar için. Alexa’dan (reyting sıralamasını çıkaran servis) hangi sayfanın kaç kez tıklandığını, hangi ülkelerden daha yoğun ziyaret olduğunu göremiyorsunuz. Yine de, en güvenilir adres NBA’in resmi internet sitesi.

Hidayet devleri SOLLADI

1- Kobe Bryant
2- LeBron James
3- Allen Iverson
4- Tracy McGrady
5- Carmelo Anthony
6- Dirk Nowitzki
7- Kevin Garnett
8- Hidayet Türkoğlu
9- Dwight Howard
10- Tim Duncan

Oyuncular kategorisinde ise birinci sırayı malumunuz Kobe Bryant hazretleri çekiyor. Hemen arkasından ise başka bir “kral” geliyor; LeBron James... Bu iki ismin internet sayfaları birçok NBA kulübünden daha fazla ziyaret edilmiş. Bizim adımıza güzel bir görüntü de mevcut sıralamada; Hidayet de ilk 10’a girip Shawn Marion, Paul Pierce, Jason Kidd, Yao Ming ve Lamar Odom başta gibi bir çok ismi geride bırakıyor.

Birinci belli ikinci kim?

1- Los Angeles Lakers
2- Cleveland Cavaliers
3- Boston Celtics
4- Toronto Raptors
5- Houston Rockets
6- Phoenix Suns
7- Miami Heat
8- New York Knicks
9- Dallas Mavericks
10- Chicago Bulls

Alexa’nın son 3 ay verilerine göre, basketbol kategorisinde en çok Lakers’ın sitesi ziyaret edilmiş. Hemen arkasından Cleveland Cavaliers geliyor. NBA kulüpleri arasındaki sıralama Alexa’nın istatistiklerine şöyle yansıyor; Google’ın arama istatistiklerine baktığımızda ise, son 3 ay içerisinde “Gilbert Arenas” yazıp oyuncu hakkında bilgi arayanlar önceki aylara göre tam %450 oranında artmış. Bunun sebebi muhtemelen meşhur silah davası. Kulüpler bazında ise, Google’a sorduğumuzda bize birinci sırada Cleveland’ın olduğunu söyledi. Google’da son 3 ayda %60 daha fazla aranan Cleveland’ın ardından ise Suns, Lakers ve Celtics geliyor.

Üzgünüm MESSi

1- C. Ronaldo
2- David Beckham
3- Ronaldo (Ronaldo
Luis Nazario Da Lima)
4- Zlatan İbrahimoviç
5- Michael Owen
6- Lionel Messi
7- Carlos Vela
8- R.Van Nistelrooy
9- Kaka
10- Ronaldinho

Yine Alexa’nın son 3 aydaki verilerine bakarsak, futbolcular kategorisinde birincilik Portekizli Cristiano Ronaldo’ya gidiyor. Yılın Futbolcusu Ödülü’nü bu yıl Messi’ye kaptıran ve bir hayli bozulan Ronaldo ise bu tabloda en çok dikkat çeken isim. İlk 10’da tam 4 tane Ronaldo adına kurulmuş internet sitesi yer alıyor. David Beckham da, sürekli güncellenen ve oyuncu hakkında birçok bilgi barındıran “fan page (hayran sayfası)” ile 2. sırada.  Beckham’ın hayran kitlesi Uzakdoğu ağırlıkta olurken Ronaldo’yu sevenlerin büyük çoğunluğu İspanya, Meksika, Venezuela ve Kolombiya’da yaşayanlardan oluşuyor.

Zirvedeki Şeytan!

1- M.United
2- Arsenal
3- Liverpool
4- Real Madrid
5- Inter
6- Chelsea
7- Barcelona
8- AC Milan
9- Galatasaray
10- M.City

Futbol kulüplerinin Alexa’daki rakamlarına baktığımızda birinci sırada Kırmızı Şeytanlar (Manchester United) var.
Manutd.com’un ziyaretçi dağılımı yüzdelerine göre başlıca şu ülkelerden geliyor; İngiltere %20.4, Malezya %6.7 Nijerya %6.4, Hindistan %6.2, ABD %5.2 Manchester United’ın hemen arkasında Arsenal var.
Önceki aylara göre %6 daha çok ziyaret edilen Arsenal’in resmi sitesi Arsenal.com’un geride bıraktıkları ise sırasıyla; Liverpool, R.Madrid, Inter ve Chelsea... G.Saray’ın resmi yayın organı Galatasaray.org da birçok Avrupa devini sollayıp 9. sıradan listeye giriyor.
Türkiye’deki kulüplerin kendi aralarındaki sıralamaya baktığımızda Galatasaray yine önde gidiyor ve ikincilik Beşiktaş’a ait. Üçüncülükte ise Fenerbahceworldwide.org yer alıyor. Hemen arkasında da kulübün resmi internet sitesi Fenerbahce.org var.

Yazının devamı...
Kırık kalpler kulübü
13 Ocak 2010

FENERBAHÇE’deki çöküş ve vefasızlık Marco Aurelio ile başladı. Oyuncuların gönderiliş şekilleri hiç doğru değildi. Aynı şekilde Appiah’ı da kötü gönderdiler. Maldonado’ya yapılanlar bir başka durum. F.Bahçe’nin son birkaç yılına bakın. Appiah, ben, Maldonado, Josico, Aurelio, Luis Aragones, şimdi de Roberto Carlos. Hepsi FIFA’lık oldular. Yani hepimiz haksısız, bir tek onlar haklı. Fenerbahçe Kulübü birisi ile olmak istemeyince duygusuzca kapıyı gösteriyor.”

Milliyet’ten Mehmet Çiftçi’ye konuşan Edu böyle söylüyor. Ama bir konuda yanılıyor Edu. Kendi deyimiyle “vefasızlık ve çöküş” Aurelio ile başlamadı. Daha önce Ortega, Anelka, Van Hooijdonk ve Washington başta olmak üzere birçok oyuncu kalbi kırık gönderilmişti. Fenerbahçe’ye her anlamda vizyon dersi veren Zico’nun da nasıl gittiği hala akıllarda. Bir de Semih var...

Ya oyna ya terk et

Carlos ve Aragones hariç diğer bütün isimlere bakınca ortada bir sorun var. Futbolculara “kimse bu kulüpten büyük değildir!” tavrıyla yaklaşılıyor. Belki güzel. Fakat aradaki denge kurulamıyor. “Fenerbahçe hepinizden büyüktür” düsturu bir anda “ya oyna ya terk et!” anlayışına dönüşüyor. Kulüp bazlı düşününce buna da “doğrusu bu zaten” diyebilirsiniz. Ama Fenerbahçe, tanıtım ve reklam kelimelerinin dünyayı döndürdüğü bir çağda yapıyor bunu. Transferlerin son yıllarda sönükleşmesi bu yüzden. Çünkü “reklamın iyisi kötüsü olmaz” lafı koca bir yalan. Oluyor!

“Davalıyız!”

Arkasına milyonları almış kanaat liderlerinin duygusal davranmak gibi bir lüksleri yok. Öyleyse bu kadar pürüzlü ilişkiler neden?

Kurumsallaşma ve tesisleşme açısından Aziz Yıldırım’la birlikte çağ atlayan Fenerbahçe, iş sahaya gelince bir türlü aynı tabloyu çizemedi. Aziz Yıldırım’ın hem Avrupa hem de Türkiye adına verdiği sözlerin pek çoğu gerçekleşmedi. Ve zaman geçti, geçiyor... Geçtikçe de hem yönetimin kendi içinde hem de taraftarların aklında yasak bir soru çınlayıp duruyor; “yine mi hüsran?..” Kaybedilen özgüvenle birlikte telaş ve sert manevralar ortaya çıkıyor. “Kupa gidiyor” diyor birisi, “hemen gönderelim şu Edu’yu!”... Sonra Fenerbahçe’yle anılan tek kelime; “davalıyız!” Gidenler yeni kulüplerinde oynamaya başlıyor.Fenerbahçe de daha çok paraya daha kötü transferler yapmaya...

Yazının devamı...