(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Aynur Tartan" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Aynur Tartan" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.
Aynur Tartan
Yas tutmayan toplumlar hırçınlaşır
16 Aralık 2016

Evet, biz ölüyoruz, umut ölüyor. Peki, acısını yaşayamayan, yasını tutamayan bir toplum gelecekte neye dönüşüyor?

 

Farkında değiliz ama yitirdiğimiz her değerle köklerimizi kaybediyoruz, geçmişimizi kaybediyoruz, yalnızlaşıyoruz, mutsuzlaşıyoruz. Evet, belki acıya, mateme karşılık ama yas da bu değerlerden biri ve biz son yıllarda yas tutmayı unuttuk. Yas ve taziye evleri mesela büyük ve kalabalık şehirlere yenik düştü. Kalabalıklaştıkça acımızda da, mutluluğumuzda da yalnızlaştık. Eskiden sırta değen her el şifaydı, “Seni anlıyorum, acını paylaşıyorum” demekti. Taziye yemeği demek belediyeden kutu kutu pide demek değildi; acının sofrası emekti, özendi. Acısı olan ev de, insan da daha karşıdan belli ederdi kendini. Yavaşlardı hayat. Radyo, televizyon açılmaz, küçük harflerle, küçük cümlelerle konuşulur, sevinçler bir müddet kapının dışında tutulur, evin babası tıraş olmaz, annesi saç boyatmazdı. Ve zamanla hafiflerdi acılar. Öyle psikologlar, psikiyatrlar, şeker gibi antidepresanlar yoktu. Şimdi diyorlar ki; “Evlerinize kapanırsanız, içinize dönerseniz terörü alkışlamış olursunuz!” Psikolog Cevher Sönmez’e göre, yas tutmayan toplumlar zamanla kaybetmeye karşı hırçınlaşıp, duygularını yönetmekte zorlanıyor.

 

Ertelediğimiz acılarsa zamanla, kalbimizin en sıcağına birer birer düşmeye başlıyor. Sözde bastırdığımız her acı bilinçaltımızda birikip bizi depresyona, anksiyeteye itiyor. Yani yaşadığımız kayıpların ardından acıyla hayat bulan duygu ve düşüncelerle mutlaka yüzleşmeliymişiz. Tamam, yüzleşiyoruz hatta bir günlük ulusal yas ilan ediliyor, bayraklar yarıya indiriliyor, sosyal medya hep bir ağızdan terörü lanetliyor, aynı acıda buluşuyor ama sonra ne oluyor? Ertesi gün kaldığı yerden devam!

 

Sönmez, yas sürecini derinden ve sonuna kadar yaşayanların süreç sonunda eğlenceye isteseler de yönelemeyeceklerini söylüyor: “Ama şu da bir gerçek ki insanlar her gün aynı duygu durumunu yaşamak istemiyor ve günün sonunda zihnimiz, savunma mekanizmamızdan gelen komutlar üzerine iyiye doğru değişim yaratıyor!” 

 

NASIL ŞİFA OLURUZ?

 

- “Anneni, kardeşlerini, işini düşün ve hemen toparlan!”, “Çocuklarının sana ihtiyacı var!”, “Çevreye karşı güçlü olmalısın!”, “Böyle üzgün olmak sana yakışmıyor!” Ne kurun ne de duyun!

 

- Kayıp hakkında konuşulurken konuyu değiştirme.

 

- İyi bir dinleyici ol! Yargılama...

 

- Geçmiş kayıpların varsa duygularını paylaş ama “Nasıl hissettiğini biliyorum!” demekten, kendi kaybınla, acınla kıyaslamaktan kaçın.

 

- Acınıza ve yasınıza zaman verin! 

Yazının devamı...
Kendinizle yüzleşin
9 Aralık 2016

Nedir? Özel bir frekans aracı, ruhunuzun, bedeninizin risk rehberi. Halihazırda olan ya da kapıda hazırolda bekleyen hastalıklarınızı, risklerinizi, buna kanser de dahil, alerjilerinizi, eksik minerallerinizi, doğru beslenip beslenmediğinizi, duygularınızı, geçmişten gelen travmalarınızı nokta atışla tespit ediyor.

 

Nasıl? Vücudunuza 12 bin farklı frekans salarak ve biofeedback, biorezonans, kuantum, homeopati yöntemlerini kullanarak.

 

Kim bulmuş? NOBEL Ödüllü sistem, NASA’lı bilim adamı Prof. Dr. William Bill Nelson tarafından bulunmuş.

 

Nasıl çalışıyor? Elayak bileklerime, başıma elektrotlar yerleştiriliyor, başımda da bir taç. Scio kostümlerimi giydiysem sıra soru-cevapta. Kullandığım ilaçlar, alerjilerim, ne yer ne içerim, şekerin içine mi düşerim, yanından mı geçerim, günde kaç bardak su içerim. Alkol, çay, kahve tüketimim, kaç kilo fazlamın olduğunu düşünürüm, varsa travmalarım ve tabii ki stresim. Hepsini tek tek yanıtlıyorum. Ardından Scio cihazıyla uyumlu hale geliyoruz. Dört dakikalık testten sonra ne var, ne yok her şey ortaya dökülüyor.

 

Hangi dertlere derman oluyor? Dikkat dağınıklığı, çocuklarda öğrenme bozuklukları, hiperaktivite. Uzun ve kısa süreli hafıza becerilerinin, yaratıcılığın artırılması. Baş ağrıları, migren, iskelet sistemi, kemik, omurga ve kas problemleri, kireçlenmeler, romatizmal ağrılar. Şeker hastalığı, yatkınlığı. Burası önemli, kanser riski! Radyasyon oranı tespiti ve temizliği. Virüs, parazit, bakteri tespiti ve temizliği. Genel detoks, ağır metal, ilaç etkileşimlerinin saptanması. Vitamin, mineral, amino asit ve hormon eksiklerinin saptanması, dengelenmesi. Alerjiler, gıda intoleransları, sindirim ve bağırsak problemleri, cilt problemleri. Sinir sistemi rahatsızlıkları, duygusal ve ruhsal dengesizlikler, ruhsal travmalar, çağımızın olmazsa olmazı depresyon, yorgunluk, uykusuzluk ve tabii ki stres. Biz kadınların olmazsa olmazı kilo verme, gençleşme, güzelleşme hatta selülit giderme. Alışkanlıkları bırakma, sigaradan kurtulma.

 

Uygulama ne kadar sürüyor? Test topu topu 4 dakika sürüyor. Ama tabii işin terapi ve şifa kısmı yaklaşık 2 saat. Bağımlılıklar üzerinde çalışıyorsanız 3-3.5 saat ayırmalısınız.

 

Kimlere uygulanmaz? Bir tek kalp pili olanlar faydalanamıyor.

 

Ne kadar öderim? Bağımlılık tedavisinin seansı 400 TL, diğerleri 300 TL.

 

DENEDİM, İŞTE BENİM KARNEM

 

Yaşam gücüm

 

Yeni şeyler yapma isteğim

 

Hayata dayanıklılığım

 

Vücudumdaki su oranı

 

Vücudumdaki oksijen oranı

Yazının devamı...
Siyam ikizleri beyin ve bağırsak
25 Kasım 2016

Doktorumuz bağırsaklar için “İkincil beyin” diyor. Peki; ikincil beynimizde neler oluyor? Bedenin diğer kısımlarının aksine bağırsak; geniş, karmaşık, yarı-otonom bir beyinmiş. Ve biraz da başına buyruk çünkü en bağımsız karar alan bölümmüş. Tüm bedeni uyaran endokrin iç salgısı da çok karmaşık ve detaylıymış.

 

Beyin ve bağırsak siyam ikizleri gibi... Üstelik hep de sohbet halindelermiş. Ama oldu da biri bozuldu, hop diğeri de bozulurmuş. Yani bağırsakların beyin sağlığıyla yakın ilişkisi varmış. Deneyimlediğimiz, hissettiğimiz, yaptığımız her şey beyin işlevlerinden biriymiş. Keyif almak, algılamak, anlamak, hayatı deneyimlemek ise her iki beynin sağlığıyla ilgiliymiş.

 

Dikkat dikkat: Duygular karında oluşur ve etkili olurmuş! Modern tıp bağırsak ve mide işlerinin kişinin ruhsal durumuyla bağlantılı olduğunu gözlemlemiş. İşte bu yüzden duygu durum, kaygı bozukluklarından, beynimizde bozuk plak gibi dönüp duran düşüncelerden şıp diye etkilenen organ mide ve bağırsaklarımızmış.

 

Mutluluk da bağırsaktan geliyor; doktorumuz “Seratoninin yüzde 85’i bağırsaklarda üretiliyor” diyor. Gerginlik ve stres de seratonin üretimini olumsuz etkiliyor. Huzursuzluk ve depresyon tavan yapıyor.

 

HAFTADA BİR GÜN ORUÇ!

10 maddeyi uygulayarak daha sağlıklı bağırsaklara sahip olun:

Organik ve ekolojik gıdalar tüketin.

Uzun uzun çiğneyin, bütün bütün yutmayın!

Şeker gibi ağrı kesici, antibiyotik almayın.

Tatlıya, alkole bir dur deyin. Çaya, kahveye dadanmayın.

Probiyotikler candır! Evde kefir yapın, yoğurt mayalayın.

Geç saatlerde buzdolabı zombisi olmayın.

Hazır gıdalarla aranıza mesafe koyun.

Suyu yemekle birlikte içmeyin!

Hareket edin! Günde en az 30 dakika yaylanarak değil, tempolu yürüyüş iyi gelir.

Son adım altın adım: Tek öğün! Doktorumuz “Günde tek öğün yemek ve haftada bir gün oruç bedensel ve ruhsal rahatlık sağlar” diyor. Tek öğünde ne yemeli? Tahıl ürünleri, mevsiminde sebze meyve ve yemeklerde zeytinyağı. Tek öğün zor geldiyse ‘akşam yemeği yememe’ konsepti de olur. 17.00’den sonra bir elma ya da bir kâse yoğurtla da hayat mümkün.

Yazının devamı...
İzmir’de festival üstüne festival
18 Kasım 2016

Sürdürülebilir Yaşam Festivali dün başladı, bugün ve yarın da devam ediyor. Bu yıl 9’uncu yaşını kutlayan SYFF; İzmirlilerle Fransız Kültür Merkezi’nde kucaklaşıyor. Bu festivalin bir amacı var! Amaç; çevre sorunları hakkında halkı bilinçlendirmek. Ama öyle felaket senaryoları, korkutma, ürkütme yok! Son derece akılcı çözümler ve çözüm arayışları var. Gezegenin geleceğini masaya yatırmak isteyenler film gösterimlerini, sohbetleri, mini müzik dinletilerini kaçırmayın derim. Kafayı açmak iyidir!

İzmir’in ilk video festivali ‘Impact Videofest’te son haftalara girdik! Son gün 30 Kasım. Ev sahibi tabii ki Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi. Merkezin 5 galerisi siyah kadife perdelere büründü. Performans videolarının hepsi birbirinden ilgi çekici. Festivalde amaç çok! Türkiye’de henüz gelişim aşamasındaki ‘video sanatı’ için yeni mecralar, yeni tartışma alanları yaratmak. Çiçeği burnunda video sanatçıları için yeni sahalar açmak. Ve tabii ki küresel video festivalleri arasına girmek.

MANDEKAN CUBANO VE RİCHARD BONA İLE YAPILACAK

Büyükşehir Belediyesi Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin ev sahipliğinde başlayacak ‘1 Festival İzmir’ için şöyle diyebiliriz: İzmir bu kadar ünlü yerli ve yabancı sanatçıyı bir arada görmemişti! 28 Kasım’da başlayacak festival, 3 Aralık’ta sona erecek. Açılış, büyük salonda saat 20.00’de.  Festivalin sürprizlerinden biri Kenan Doğulu. Yapımcılığını Blue in Green grubunun sırtladığı, müzik direktörlüğünü Furio di Castri ve Giampaolo Casati’nin ele aldığı konserde bambaşka bir Kenan Doğulu göreceğiz. Artık festival heyecanı mı Kenan Doğulu sevgisi mi bilinmez, bilet satışları tavan. Biletler satışta ve tükenmek üzere... Biraz acele etmekte fayda var.

UNESCO Müzik Ödüllü Âlim Qasimov da festivalde! Bitmedi! Büyük ustaya Camera İzmir Orkestrası da eşlik edecek. Kapanış sahnesi Kerem Görsev ve quartet’inin. Görsev’e kontrbasta Kağan Yıldız, davulda Ferit Odman eşlik edecek. Bu trio başka trio dostlar.

Kalbinizden geçen konsere bilet bulamadınız mı, üzülmeyin, sanat merkezinin bahçesinde LED ekran kurulacak. Sıkı giyinin, ruhu besleyin.

Yazının devamı...
10 adımda hayat temizliği
4 Kasım 2016


İlgi delileri:
Sahi poh poh perisi olmaktan sıkılmadınız mı? “Çok güzelsin! Çok yakışıklısın! Çok harikasın! On numarasın!” Böyle insanlar kısa vadede tamam ama uzun vadede çekilmez olurlar. Sevilmediler mi, beğenilmediler mi, ortamda ilgi bulamadılar mı gelir size sardırırlar. İstekleri hiç bitmez! Sevgi isterler, üstünüzde ne var ne yok isterler, yeni bir kot mu aldınız gözleri kalır, onu da isterler, en nihayetinde hayatınızı isterler. İlk bez vuracağınız tipler bunlar olsun.

 

Zeytinyağı tipler: Ne olursa olsun her daim üste çıkıp kendini haklı çıkaranlar! İstediğiniz kadar haklı olun, elinizde whatsapp konuşması olsun, ses kaydı olsun, yazı olsun, imza olsun ne olursa olsun bunlar ne yapar eder, yine kendilerini haklı çıkarırlar. Olan size olur, enerjinize, nefesine olur. Değer mi? Temizlikte hop kapı dışarı.

 

Lojistikler: Sürekli ondan ona laf taşıyanlar. Siz daha cümlenin sonunu getirmeden sağır sultana bile yetiştirirler. Yüzüne vursanız da utanmazlar çünkü onlar bu lojistik halden beslenirler. Laf taşımazlarsa hastalanıp yataklara düşerler. Kısacası fevkalade zararlılardır. On numara ortalık karıştırırlar, daldan dala laf taşırlar. Ha, “Kulağına gitsin!” dediğiniz şeyler varsa o ayrı. Ama onun da garantisi yok. Onun kulağı, bunun kulağı derken yine sizi rezil ederler.

 

Ama’cılar: Yalanları ve bahaneleri hep raftadır. Önce anlaşalım, yalanın beyazı, pembesi yok! Kısa vadede günü kurtarsa da uzun vadede hastalık. Tanıştırayım mitomani; bir çeşit dürtü kontrol bozukluğu. Bırakın onların ayarları bozulsun, sizin ayarlara bir şey olmasın. “Aman onun ki beyaz yalan, pembe yalan!” deyip geçmeyin, onların hayatları yalan.

 

ENERJİ EMİCİLERE DİKKAT!

 

Tembeller: Atsan atılmazlar, satsan satılmazlar. En iyisi üstlerine bir fıs çamaşır suyu. Dışarı çıkalım dersiniz çıkmazlar. Plan yaparsınız ya unutur ya da unuttum’a yatarlar. Zaten onlar, hep yatarlar. Toplam hayatları 2K’ya, koltukla kumandaya bakar. Çoğunlukla da aval aval bakarlar.

 

Benciller: “Onun hayatı... Onun ilişkisi... Onun zevkleri... Onun ihtiyaçları...” Peki, siz bu hikâyenin neresindesiniz? Durun durun ben söyleyeyim, dışında bile değilsiniz. Sıfır özveri, sıfır fedakârlık, sıfır anlayışla hayat geçer mi? Bence geçmez en iyisi siz de bu kışı hatta hayatınızın hiçbir mevsimini onunla geçirmeyin!

 

Zayıf noktacılar: Bakmayın bunların tehlikesiz göründüğüne bunlar belki de top 10’in en tehlikelileri. Yavaş yavaş hayatınıza sızarlar. Evinize, işinize, ilişkinize, ruhunuza, kalbinize...  Sizi öyle bir tanırlar, öyle bir çözerler ki siz bile şaşırırsınız. Güçlü yanlarınız, zayıf yanlarınız hepsini ezbere alırlar. Sonrası bayağı bayağı algı yönetimi zaten. Sizi parmaklarında oynatırlar da ruhunuz duymaz. Bu mevsim mottonuz olsun; Freud’dan gelsin, “Zayıf noktalarınızdan güçlü taraflarınız doğacaktır!”

 

Uzmanlar: Diğer bir deyişle “her şeyi ben biliyorum’cular”. Bunlar sadece sizin için değil, toplum için de büyük tehlike. Hele bunların bir cahil cesareti vardır ki düşman başına. Her lafa atlarlar, her işe atlarlar... Nedir, ne değildir bilip bilmeden körü körüne savunurlar... “Öyle değil!” dersiniz, asla kabul etmezler. İnsanı canından bezdirirler. En iyisi boşa çene yormayın, Gazali’yi hatırlayın; “Cahillerle tartışmaya girmeyin, ben hiç yenemedim!”

 

Kıyasçılar: Ha babam kıyaslarlar ama kendilerini değil sizi. Eski sevgilinizin yeni sevgilisiyle, yeni sevgilinizin eski sevgilisiyle... Olmadı eski defterleri açarlar, sandıkları açarlar ama en çok da kafa açarlar. Şişirir böyle tipler. Psikolojinizin altından girip üstünden çıkarlar. Bir sorun kendinize: “Böyle insanlara hayatınızda yer var mı?” Bence olmamalı.

 

Geriye kimler mi kaldı? Egosu tavanlar, kompleksliler, ‘hep bana hep bana’cılar’, benciller, kavgacılar, şiddet eğilimi olanlar, sevgisizler, saygısızlar, ilgisizler, merhametsizler, vicdansızlar, hoşgörüsüzler, kendiyle bir türlü barışamayanlar, hayatınızdan çalan sosyal medya arkadaşları... Bir de “Hayat paylaşınca güzel” derler ya öyleyse paylaşmayınca ne anlamı var! Paylaşım nedir bilmeyenlerin de üstüne kalın ve siyah bir çizgi. Liste uzun, köşe kısa. Yani uzun lafın kısası, ruhunuza kötü gelen her şey ve herkes bu mevsim ve her mevsim kapı dışarı.

 

 

Yazının devamı...
Bir ilişkinin 12 arketipli anatomisi
28 Ekim 2016

NEDİR?

 

Arketip; en temel haliyle kalıp, şablon demek. Bir ömür depoladığımız bilgiler, inançlar; biz farkında olmadan hayat görüşlerimizi meydana getiriyor. Tüm bu inançların istiflendiği yere psikoloji, bilinçaltı diyor. Bilinçaltımızda insanlar hakkında görüşlerimiz yatıyor. Bu görüşler,  psikolojinin kurucusu Carl G. Jung’un bahsettiği 12 temel insan arketipine göre gruplanıyor.

 

12 TİP VAR

 

Şakacı Vale, cesur Şövalye, otoriter Kral, vizyoner Büyücü, tutkulu Âşık, özgür ruhlu Asi, şefkatli İyileştirici, mükemmeliyetçi Yaratıcı, hep bir arayış içinde olan Kâşif, erdemli Bilge, alçakgönüllü Sıradan İnsan ve romantik Saf... Bağlanma korkusu olanlar hep ‘kâşif’ arketipler. Aman diyeyim!

 

ANLAYALIM, TANIYALIM

 

- 1. Vale: Şakalar yapar, oyun oynar, komik olmayı sever. İçinde olduğu anı eğlenceyle doldurmak ister. Dünyayı ışığıyla doldurur. Zamanını iyi kullanamaz.

 

- 2. Şövalye: Değerini cesaretiyle göstermeye çalışır. Korkak gözükmekten çekinir. Hep bir savaş içinde olmak ister. Rekabetçi ve cesurdur.

 

- 3. Kral: Kontrolcüdür, otoriterdir fakat görev dağılımında zorlanır. Sorumluluk sahibidir, liderdir.

 

- 4. Büyücü: Kimi zaman manipulatif olabilir, kazan-kazan çözümleri rahatlıkla bulur. Vizyonerdir.

 

- 5. Âşık:  Yakınlık ister, sevdiği insanlarla sık sık görüşmek ister. Hep daha da çekici olmak ister. Tutkuludur, değer bilir ve bağlıdır.

 

- 6. Asi: Yenilik veya intikam peşinde koşar. Sınırları aşar, özgür ruhludur.

 

- 7. İyileştirici: İnsanları korur ve iyileştirir. Yardım eder, herkes için bir şeyler yapmak ister. Kimi zaman sömürülebilir. Çok şefkatli ve cömerttir.

 

- 8. Yaratıcı: Kendi görüşlerini yansıtarak bir kültür yaratır. Mükemmeliyetçidir. Sonsuza kadar değerli olacak ve tamamen orijinal eserler yaratmak ister.

 

- 9. Kâşif: Daha güzel, daha otantik ve tatmin edici bir hayat ister. Sürekli bir arayış içerisindedir, yeni deneyimler peşindedir. Göçebe gibi yaşayabilir.

 

- 10. Bilge: Doğruyu bulmaya adamıştır kendisini. Tüm hayatı boyunca detayları inceleyip hiç harekete geçemeyebilir. Erdemli ve zeki olur.

 

- 11. Sıradan İnsan: Alçakgönüllüdür, gerçekçidir, karşısındakini iyi analiz eder ve dinler. Herkesin eşit olduğu bir dünyada bu bütüne ait hissetmek ister.

 

- 12. Saf: Her şeyi doğru yapmak ister. İnançlıdır ve hep olumlu düşünür. Romantik, hayalperest, geleneksel ve mistiktir.

Yazının devamı...
Ekimde aşk başkadır... Hele de Çeşme’de!
21 Ekim 2016

Siz Tinika ile Nezir Kaya’yı hiç duymuş muydunuz? Ne Romeo-Juliet’ten ilham alınmış, ne başka bir ülkeden devşirilmiş, ne de çok satan bir kitaptan uyarlanmış. Tinika ile Nezir Kaya; onlar bizden, içimizden, Ege’den...

 

Hikâyelerine gelince... Esas oğlanımız Nezir Kaya sağır ve dilsiz bir genç.  Esas kızımız Ege’nin karşı yakasından. Yunanistan’ın Sakız Adası’ndan. Adı Tinika... Güzelliği dillere destan... Nerede karşılaştıkları bilinmiyor ama bizim Nezir ilk görüşte âşık oluyor komşu kızına. Fakat Tinika Sakız’da yaşıyor... Başka bir ülkenin, başka bir hayatın çocuğu... Nezir deseniz bir garip oğlan. Mesafe çok, para yok, pasaport yok! Ama aşk var! Nezir denize meydan okumuş. Kayıklar yapmış, kayıklara uçurtmalardan yelkenler yapmış... En nihayetinde Sakız’a varmış, ama Tinika’ya değil polise ulaşmış. Casus sanmışlar... Dayak, işkence, hakaret... Başına gelmeyen kalmamış. Sonra bir tanıyan çıkmış da öyle bırakmışlar. Her şeye rağmen yılmamış bizim oğlan. Defalarca gitmiş Sakız’a, her seferinde de geri yollamışlar. Ta ki bir gün bir kazada hayata ve Tinika’ya veda edene kadar. Nezir öldükten sonra Tinika Çeşme’ye gelmiş, bir demet çiçek, bir anahtar, bir de kilit bırakmış. Çünkü Rum âdetlerine göre sevenler, sevdiklerine sevgilerini anlatmak için anahtar ve kilit verirlermiş.

 

Çeşme Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç da bu aşktan ilham alarak ‘9 Durak 9 Deneyim’ projesinin kanatları altında, Türkiye’nin ilk Aşk Festivali’ne geçen yıl hayat verdi. Muhittin Bey; “Ağabey” dediği Nezir Kaya’yı, ailesini, akrabalarını tanıyor.

 

 

BİZ DE VARIZ!

 

- Geçin karikatüristlerin karşısına, şöyle güzel bir portrenizi çizdirin. Her şeye rağmen gülümseyin!

 

- Tango yapın, vals yapın... Aşkla dans edin!

 

- Hazır Dalyan’a gelmişken balık keyfi yapmayı da ihmal etmeyin!

 

- Unutmadan festivalde Aşkım Kapışmak’ ile ben de varız. ‘Kalbin Anahtarı’ kavram sohbetleri çerçevesinde. Yarın (23 Ekim Pazar) saat 15.00’te acısıyla, tatlısıyla, tüm derinliğiyle aşk konuşacağız.

Yazının devamı...
Olten Filarmoni Orkestrası’nın sıradışı hikâyesi
7 Ekim 2016

 

Kim durup dururken bir filarmoni orkestrası kurar ki? İzmirli Olten ailesi kurmuş. “Nereden çıktı bu hayal” diyorum. Sebebi toplumdaki zarafet eksikliğiymiş. Üstelik Oltenler müzisyen bile değil. Ceyhan Olten elektrik, Fatma Olten endüstri mühendisi. İkisi de iyi birer klasik müzik dinleyicisi.


Sponsorları, destekçileri yok. Oltenler bu orkestraya hem maddi destek veriyor hem de zaman ve emek harcıyor. Dünyaca ünlü sanatçıları getirmek, salonları doldurmak büyük iş. Üç yıl içinde Fazıl Say’la Ayvalık’tan Bodrum ve Çeşme’ye, sonra da İzmir’e uzanan şahane bir turne yapmışlar. Derken İdil Biret, piyanist Gülsin Onay, Ferhan ve Ferzan Önder kardeşler, keman sanatçısı Charlie Siem, Anton Martynov, soprano Anne Rodier, günümüzün en ünlü viyolonsel sanatçılarından Nathalia Gutman...


Bu orkestrada sadece sanat ve müzik yok, sosyal sorumluluk da var. Orkestranın bünyesindeki Olten Yaylı Çalgılar Dörtlüsü, İzmir’deki hastanelerin onkoloji ve hematoloji bölümlerinde tedavi gören çocuklara, huzurevlerinde kalan büyüklere özel konserler veriyor. Köylere, devlet okullarına gidiyor; orada çocuklarla buluşuyorlar.


Olten Filarmoni Sanat Okulu ise orkestranın bir nevi büyük kardeşi. Oltenler orkestrayı desteklemek adına kendini kendini finanse eden bir sistem kurmak isteyince ortaya bu sanat okulu çıkmış. Orkestradaki bütün sanatçılar burada ders veriyor (Piyano, klasik-elektro-bas gitar, nefesli çalgılar, flüt, obua, klarnet, trompet, trombon, saksofon, şan, solfej, koro, çocuk korosu, yetişkin çoksesli koro dersleri var).

 

Bu sezon açılışında orkestra Devlet Sanatçısı piyanist Hüseyin Sermet ile çalacak.12 Ekim Çarşamba günü saat 20.30’da Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde.

Yazının devamı...