(Go: >> BACK << -|- >> HOME <<)

"Arda Akın" hakkında bilgiler ve tüm köşe yazıları Hürriyet Yazarlar sayfasında. "Arda Akın" yazısı yayınlandığında hemen haberiniz olması için Hürriyet'i takip edin.

Arda Akın

Bir başkan nasıl kulüp yönetiyor
23 Aralık 2010
Hatırlarsınız, seçimlerden önce Ankaraspor tartışmaları vardı. Bir kente ait bir takımın nasıl da göz göre göre belediye bürokratlarının malı haline getirildiğini herkes gördü de görmezden geldi. Üstelik üzerine bol bol arsaları, yayın geliri bulunan bir takımın.
Gökçek ailesinin Ankaragücü’ne “sahip” olmak için Ankaraspor’u nasıl gözden çıkardığı da herkesin gözü önünde yaşandı. Ama tabi gözden çıkarılan sadece futbol kulübünün birinci ligdeki pozisyonu oldu. Yoksa kulübe ait malvarlığı hala 10 kişi üzerinde duruyor.
Bilindiği gibi belediye başkanları profesyonel futbol kulüplerinde başkanlık ve yöneticilik yapamıyor.
Ama bakın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, hafta başında Lig TV’de 30 Ağustos 2009’daki Ankaragücü kongresi öncesinde Cemal Aydın ile “oturup pazarlık yaptıklarını” belirterek ne diyor:
“Yönetime bir şartla geleceğimizi ifade ettik. (400 delegeyi kabul edin, gelelim) dedik.”
Gökçek, kulübün kendisi tarafından yönetildiğini ise “Yönetime geldik 40 trilyon lira borç çıktı” diye kabul ediyor.
Peki Ankaragücü yönetimi adına görüşmeler yapmak, “yönetime geldik” ifadelerini kullanmak kulübü yönetmek anlamına gelmiyor mu?
Nasıl oluyor da ortada kanun varken, Gökçek 100 yıllık bir kulübün yönetimine ilişkin böyle açıklamalar yapma cesaretini kendisinde buluyor?
Televizyon ekranlarında rahat rahat açıklamalar yapıyor, yaptığı pazarlıklar yapacaklarına temel oluşturuyor, restler çekiyor...
Neden katıldığı televizyon programlarında bir tane bile spor yazarı, spor adamı, spor muhabiri bu soruları Gökçek’e sormuyor?
“Onursal Başkanlık” gibi dışı parlak, içi kof bir ünvanla bunlar yapılabilecekse neden böyle bir yasa yürürlükte?
Yoksa bu ülkede bazı kişiler için ayrı bir hukuk sistemi mi geçerli?
Bunu ne federasyon görüyor, ne hukuk adamları.
Tıpkı Ankaraspor’un malvarlığının göz göre göre el değiştirmesini görmedikleri gibi.

Gerçekten kim utansın

DÜNYANIN en uzun adamı ünvanına sahip Sultan Kösen’in yaşadığı sıkıntıları hem bu köşede hem de Ankara Hürriyet’te bir çok kez okudunuz.
Sağlık sorunlarıyla boğuşan Sultan Kösen’e neden devlet elinin uzanmadığı sorusunu defalarca yönelttik.
Kösen geçen hafta içinde Medicana International Ankara Hastanesi’nde tedavi altına alındı. Medicana, Kösen’in tüm sağlık giderlerini üstlendi.
Özel bir hastane olarak sosyal sorumluluk alanında üzerine yapmış durumda Medicana.
Ancak benim yazdıklarım tam da bu konularda düğümleniyordu.
Sosyal bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde olağanüstü koşullara ve durumlara sahip birisinin tedavi olabilmesi için, yaşamını belli bir standartın üstünde sürdürebilmesi için ya bir televizyon programına çıkması ya da böyle özel bir kuruluştan yardım alması gerekiyor.
Kısacası devlet böyle zamanlarda ortalıkta hiç gözükmüyor.
Hemen yan tarafta 32 yaşındaki Serpil Kılıç’ın iki çocuğuyla birlikte içinde bulunduğu zor yaşam koşullarını okuyacaksınız.
Emin olun bu haberin ardından kaymakamlık, belediye başkanlığı ya da bir işadamı Serpil Kılıç’a yardımlarda bulunacak.
Yani sosyal yardım alanında münferit bir gelişme sağlanmış olacak.Oysa bakın kucağındaki bir yaşındaki kızı Havva ile pazarlardan atık sebzeleri toplayan Serpil Kılıç ne diye haykırıyor size:
“Bu yaşadıklarım elimde olmayan şeyler. Fakirlik benim suçum değil. Sosyal devlet anlayışının işlevi bana yeterince destek olamıyorsa, bu utanç da benim olmamalı.”
Gerçekten, kim utansın?
Yazının devamı...
Çete operasyonuna takılan diplomatlar
14 Aralık 2010

Ancak gelin görün ki, AB ülkeleri ve ABD her fırsatta Türkiye’nin kaçak göçmenlerin Batı’ya geçişine göz yumduğunu iddia ederek bu yönde raporlar hazırlıyor. Hatta ABD’nin 2002 yılında hazırladığı raporda, Türkiye, Kuzey Kore ve Küba ile birlikte göçmen kaçakçılığıyla mücadele etmeyen en önemli üç ülke olarak gösteriliyor.
Çetenin elçilik bağlantısı
Şimdi sizlere Ankara Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlar Bürosu’nun son üç yılda yaptığı iki ayrı önemli operasyondan çok ilginç bilgiler aktaracağım. Mali polis, 2008 yılında göçmen kaçakçılığı yaptığını belirlediği ve aralarında emekli bir emniyet müdürünün de bulunduğu çeteye yönelik soruşturma başlattı.
Mahkeme kararıyla telefonları dinlemeye alınan şüphelilerin, AB ülkelerine ait bazı büyükelçiliklerde çalışan diplomatlarla irtibatlı oldukları tespit edildi. Diplomatların, rüşvet karşılığı yurda kaçak olarak giren göçmenlere çete üyeleri aracılığıyla vize verdikleri ortaya çıktı.
Çete üyeleri gözaltına alınırken, rüşvet karşılığı kaçak göçmenlere AB vizesi veren diplomatlarla ilgili ise büyükelçiliklere bilgi verildi. Ancak o büyükelçilikler diplomatlarıyla ilgili hiçbir işlem yapmadı. Hatta o diplomatlar hala görevlerinin başında.
Rüşvet alan diplomat
Bu konuda yaşanan ikinci skandal olay ise mali polisin geçen hafta gerçekleştirdiği operasyonla ortaya çıktı. Kaçak göçmen soruşturması kapsamında bu kez farkı bir çetenin varlığını tespit eden polisler, 26 kişiyi gözaltına aldı, 14 kişi tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Bu soruşturmada ise yine AB üyesi bir ülkenin İstanbul başkonsolosluğunda görevli diplomatın rüşvet karşılığı kaçak göçmenlere vize verdiği belirlendi. Polis uluslararası sözleşmeler nedeniyle söz konusu diplomatla ilgili büyükelçiliğe bilgi notu yazmaktan ileri gidemedi.
Kaçak göçmen konusunda Türkiye’yi suçlayan AB ülkeleri, anlattığım iki ayrı olayda polise hiçbir yardımda bulunmadığı gibi, diplomatlarına sahip çıkarak bu konudaki hassasiyetlerinde samimiyetsiz olduklarını gösterdi. Türkiye’yi kaçak göçmen geçişine göz yummakla suçlayan AB ülkelerinin öncelikle büyükelçilik ve konsolosluk çalışanlarını denetim altında tutmaları gerektiğini düşünüyorum.

Başpolisliğe 970 başvuru

EMNİYET Genel Müdürlüğü’nün, teşkilatın ara kademe rütbeli personel ihtiyacını karşılamak üzere, 3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu ve “Emniyet Hizmetleri Sınıfı Başpolis Memuru ve Kıdemli Başpolis Memuru Rütbelerine Yükselme Esaslarına Dair Yönetmelik” hükümleri çerçevesinde, “başpolis” için sınav açtı.
Branş farklılığı gözetilmeksizin merkez teşkilatı için 935, taşra teşkilatı için 8 bin 815 olmak üzere toplam 9 bin 750 başpolis memuru kadrosu için açılan ve Pol-Net internet ağı üzerinden duyurulan sınav yoğun ilgi gördü. Bu kapsamda Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde aranan şartlara uyan 970 polis, başpolis olmak için müracaatta bulundu. Yazılı sınavın 5 Mart 2011’de Milli Eğitim Bakanlığı’nca imzalanan protokol hükümleri doğrultusunda belirlenecek olan il merkezlerinde yapılacağı ifade edildi.
Sınav için son başvuru tarihinin 17 Aralık 2010 olduğu kaydedildi. Yazılı sınavda; Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, genel yetenek ve genel kültür ile polisi ilgilendiren mevzuat ve uygulamalarla ilgili 100 soru sorulacağı ayrıca sınavda yer alacak her sorunun eşit puanda olacağı bildirildi. Kıdemli başpolis memuru, hiyerarşik olarak başpolis memurunun üstü ve komiser yardımcısının astı olan rütbeyi, başpolis memuru ise hiyerarşik olarak polis memurunun üstü ve kıdemli başpolis memurunun astı olan rütbeyi temsil edecek.

Yazının devamı...
Cinayet rakamları Ankara’da düşüyor
7 Aralık 2010
Emniyet teşkilatı suçla mücadele politikasını, suçu önlemeye öncelik veren, planlı, projeli, teşhis, analiz ve çözüm odaklı, çok yönlü bir güvenlik yaklaşımına yönlendirdi. Bu politika doğrultusunda uygulamaya konulan projeler ile sistematik ve planlı çalışmaların sonucu olarak suçla mücadelede önemli başarılar elde edildi ve asayiş suçlarında kayda değer düşüşler görüldü.
Emniyet verilerine göre 2010 yılının ilk 10 ayında 63 ilde yapılan 123 planlı asayiş operasyonunda, bin 982 şahıs yakalanarak haklarında adli işlem yapıldı. Halkın gündelik yaşamını etkileyen asayiş suçlarıyla mücadelede geliştirilen bu yeni stratejiler ve projeler sayesinde, büyük şehirler başta olmak üzere Türkiye’de suç oranlarında düşüşler yaşandı.
Suçlarda düşüş var
Son üç yılda meydana gelen asayiş olaylarında, kasten öldürme, oto hırsızlığı, gasp, insan ticareti gibi birçok asayiş suçunda önemli oranda düşüş olduğu görüldü. Örneğin Ankara’da 2007 yılında 143 cinayet olayı meydana gelirken, 2010 yılının ilk 10 ayında bu rakam 62 olarak tespit edildi. Gasp, yaralama, hırsızlık, dolandırıcılık gibi diğer suçlarda da genel anlamda düşüş olması dikkat çekti.
Asayiş suçlarının azalmasındaki en büyük etkenler ise soruşturmalarda bilimsel metodların kullanımı, uzman personelin istihdamı ve performans yönetimi olarak sıralanabilir. Polisin son yıllarda yakaladığı bu performansın suç oranlarını daha da düşüreceği bir gerçek.

Kolluk güçlerine suç fişi

KOLLUK görevlilerinin işledikleri iddia edilen suçlar ve disiplin cezası gerektiren eylem ve davranışlarıyla ilgili “Kolluk Gözetim Komisyonu” kurulmasını öngören tasarı, TBMM İçişleri Komisyonu’nda kabul edildi. Yani artık Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personelinin disiplin cezasını gerektiren eylemleri bir sistemde kayıt altına alınacak.
Ancak sistemde yer alan ceza soruşturması ve kovuşturmasıyla, disiplin soruşturmaları, rütbe terfilerine engel teşkil etmeyecek. Ancak, devletin güvenliğine, Anayasal düzene karşı suç işleyenler ile casusluk, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma suçlarından yargılananlar ve bir yıl veya daha fazla süreli hapis cezası gerektiren suçlardan dolayı kovuşturma altında bulunanların rütbe terfileri ertelenecek.
Yazının devamı...
Behzat Ç. polisin sohbet konusu oldu
30 Kasım 2010
Geçtiğimiz günlerde rütbeli polislerin bulunduğu bir ortamda Behzat Ç.’yle ilgili sohbete tanıklık ettim. Dizinin konsept danışmanlığını geçmişte Ankara Emniyeti’nde görev alan emekli bir polis müdürünün yaptığını öğrendim. Bazı sahnelerde polisin jargonunun abartıldığını ifade eden rütbeli personel, geçmişte bu tür diyalogların sık sık yaşandığına da dikkat çekiyorlar. Diziyi izleyenlerin kendilerine, “Kendi aranızda bu kadar argo mu konuşuyorsunuz?”, “Suçlulara böyle mi davranıyorsunuz?”, “Suçluların ifadeleri dizideki gibi mi alınıyor?” şeklinde sorular yönelttiğini anlatan polisler, birçok ilginç tepki aldıklarını da sözlerine ekliyorlar.

Cezalar otomatik

Faaliyete geçen MOBESE kameraları, kuralları ihlal eden araçlara otomatik ceza kesmek için yeterli teknolojiye ve donanıma sahip olmasına rağmen, yönetmelik buna izin vermiyordu. Bu nedenle 20 trafik polisi, Varlık Mahallesi’nde kurulan ve uzay üssünü andıran merkezde görüntüleri izleyerek cezaları elle kesmek zorunda kalıyordu. 10 Kasım’da yayınlanan yazımda, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün, yönetmelikte değişiklik yapılması ve sistemin otomatik olarak kullanılması konusunda İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne başvuruda bulunduğunu sizlerle paylaşmıştım.
Emniyet Genel Müdürlüğü, trafik cezalarının elektronik ortamda düzenlenmesine olanak sağlayacak yönetmelik taslağını tamamlayarak İçişleri Bakanlığı’na gönderdi.
Yeni sistem sayesinde, vatandaşların trafik cezalarını internet üzerinden anında takip etmesi de mümkün olacak. Sistem ayrıca cezanın e-mail yoluyla ya da cep telefonu üzerinden vatandaşa bildirilmesine de olanak verecek.
Önümüzdeki günlerde onaylanarak yürürlüğe girmesi beklenen yönetmelik sayesinde, Ankara’da kesilen trafik cezalarının yüzde 200 artacağı tahmin ediliyor.
Yazının devamı...
CSI Ankara işbaşında
23 Kasım 2010
CSI (Crime Scene Investigation) yani Olay Yeri İnceleme olarak adlandırılan kısaltma, artık kamuoyunun dikkatini çeken hemen her polis haberinin başlığında ya da içeriğinde yer alıyor. CSI:NY’de balistik uzmanlarının gösterdiği başarıya atıfta bulunularak özellikle cinayet haberlerinde, “CSI Konya”, “CSI Urfa”, “CSI Kayseri” gibi tanımlamalar yapıldığını sık sık görüyoruz.
Peki Türk Polisi, CSI:NY dizisinde olduğu gibi gerçekten başarılı mı? Bu sorunun cevabını uzun yıllardır polis muhabirliği yapan biri olarak tereddüt etmeden vereyim. Evet Türk Polisi en az o dizide canlandırılan karakterler kadar başarılı. Hatta birçok konuda yabancı meslektaşlarına fark atar.
Çağın değişen koşulları ve gelişen teknoloji sayesinde delilden suçluya ulaşmakta büyük başarı elde eden Türk Polisi, son yıllarda Olay Yeri İnceleme şubelerine büyük önem veriyor. Alanında uzman polislerin görev yaptığı bu şubelerde başta parmak izi incelemesi olmak üzere, suçun aydınlatılması için her türlü delil çalışması yapılıyor.
Sigara izmaritinden, halıdaki saç teline, araç tekerleği izinden, silinen kan lekelerine kadar birçok delil üzerinden suçluya ulaşan uzman polisler, kendilerine yapılan övgüleri hak ediyor.
Ankara Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Şubesi de yakalanan bu başarının önemli merkezlerinden biri haline geldi. İstatistiklere baktığımızda, emniyete bildirilen her 100 olaydan neredeyse 70’e yakını Olay Yeri İnceleme Şubesi’nin desteğiyle aydınlatılıyor.
Özellikle hırsızlık olaylarının aydınlatılmasında kullanılan ve Türkçe adı Otomatik Parmak İzi Teşhis Sistemi olan AFIS (Automated Fingerprint Identification System) son yıllarda kullanılan en iyi teknolojilerden biri haline geldi. Türkiye’deki yüz binlerce suçlunun parmak izi kayıtlarının arşivlendiği sistem sayesinde, olay mahallindeki izlerin karşılaştırılması rahatlıkla yapılabiliyor.
Örneğin, X şahıs geçmişte herhangi bir suç işledi ve parmak izi AFIS’te kayıt altına alındı. Aynı kişi bir süre sonra farklı bir suç işleyerek olay mahallinde yine parmak izini bıraktı. Bu iz uzman ekiplerce alındıktan sonra AFIS’e yükleniyor. Sistem, yüz binlerce parmak izi arasından doğru kişiyi bularak uyarıda bulunuyor.
Teknolojik gelişimin yanı sıra uzman polislerin uyguladığı olay yeri inceleme taktikleri de bir o kadar önemli. Başarının büyük bir kısmı, polislerin olay mahallinde yaptığı ciddi araştırmalarla elde ediliyor.
Ankara’da son üç yıldır faili meçhul cinayetin kalmaması, hırsızlık olaylarının büyük bir kısmının kısa zamanda aydınlatılması, sanırım Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde görevli polislere “CSI Ankara” yakıştırması yapılmasını haklı çıkarıyor.
Yazının devamı...
Çürümüş sarı yapraklar
18 Kasım 2010
Bayram boyu güneşlendi Ankara.
Yollardaki araba boşluğunu sonbaharın sarı yaprakları doldurdu.
Yeni öğrendim ki, İstanbul’da sokakları kaplamazmış kuru yapraklar.
Kurumazmış yapraklar hiç, çürürmüş daha çok.
İstanbul’dan gelen eski Ankaralı iki arkadaşım da farklı zamanlarda aynı şeyi aynı cümlelerle söylediler:
“Ah ne çok özlemişim yapraklarla kaplı sokakları.”
Hani insan içindeyken fark etmez ya yaşadığı yerleri, kafasını kaldırıp bakmaz dünyaya...
Ben de dün çıkıp dünyamdan, kendi dünyama baktım.
Sabah güneşiyle yürüdüm sokaklarda.
Tenhaydı sokaklar.
Bir dolmuşun dolması dakikalar sürüyordu.
“Nerede” diye sordum kendi kendime, “Tatil 10 gün olunca şehirden kaçtı mı bütün insanlar?”
Kulağımda Tom Waits’in “Yeşil çimleri” kahvemi alıp masama oturduğumda bir başlık çarptı gözüme.
Yayın hayatına yeni başlayan Hürriyet Eskişehir’in manşeti, “Bayram turisti yağıyor” diyordu.
Sonra okuduğum bir haber geldi aklıma.
Hizmete girdiği günden bu yana Eskişehir nüfusunu üçe katlayacak kadar yolcu taşımıştı Ankara-Eskişehir hızlı treni.
“Acaba” dedim, “Bu bayramda da Eskişehir’e mi kaçtı Ankaralılar?”
Bayramda Eskişehir, turistlerin akınına uğramış. “Bayram ve haftasonu tatillerinin gözbebeği” olan şehre gelen turistlerin Porsuk Nehri’ndeki keyifli anları anlatılıyordu haberde.
Demek ki boşuna değildi hızlı trenin yolcu rekoru kırması.
İnsanların Eskişehir’e gittikleri kesindi de, tekrar Ankara’ya dönüyorlar mıydı ondan emin değildim.
Çareyi Cemal Süreya’da buldum.
“Porsuk nehrinin geçtiği kadınlar/Hepsine yüzer kere rastladım en azdan/Umustsuz sevdalara tutulmak onlarda/Bozkıra doğru seyrele seyrele yaşamak onlarda” diyordu şair.
Yolunuz “düşerse” siz de bir gondol gezisi yapın Porsuk’ta.
Ama geri dönün mutlaka.

Festivale siz de sponsor olun

ANKARA’nın Tiyatro Festivali başlıyor gelecek hafta bugün.
Tam 15.kez izleyenlerle buluşacak.
Koca bir yılın hazırlıkları, zor şartlarda, imkansızlıklarda sürdü.
Çok sayıda tiyatro topluluğu başvurmuş festivale katılmak için. Ama parasal sıkıntılar katılımı sınırlamış.
Bakıyorum rakamlara, 15 yıl önceki ilk festivaldeki oyunları 12 bin 340 kişi izlemiş.
Bu rakam büyümüş, geçen yıl 45 bin 247 kişiye ulaşmış.
Bugüne kadar toplam 650 oyun oynanmış, 37 atölye çalışması, 28 panel ve 53 söyleşi düzenlenmiş.
Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) düzenliyor festivali.
15 yılın arkasında fedakarlıklarla çalışan bir ekip var.
Ve onlara destek veren sponsorlar.
Festivalin basın sorumlusu Fehmi Başusta, geçen yılki festivalin ardından anlatmıştı.
Sanatçılara verilmek üzere yıllardır çiçek aldıkları bir çiçekçi varmış Sakarya Caddesi’nde.
Geçen yıl şaşırtmış ve mutlu etmiş festival ekibini.
“Benim de bir katkım olsun festivale” demiş, “Çiçekleri ücretsiz vereceğim size.”
Böylece “sponsor” olmuş o çiçekçi festivale.
Bu festivale sahip çıkanları görmek sevindirici.
Ankara’nın yetiştirdiği bir çok oyuncu, tiyatro insanı bu festivalle yine evine dönüyor.
Onları yalnız bırakmayın.
Zaten körelen Ankara sanat hayatını diri tutan bu festival gibi tümü etkinliklere sahip çıkın.
Siz de oyunları takip edip, festivale sponsor olun.

sorumsal

Neden taksiciler, 8 TL tutan taksi ücreti için 20 TL verildiğinde “Bozuk yok mu” der ve ardından ceplerinden tomarla bozuk para çıkarırlar?
Engelleyiciler nedeniyle cep telefonuyla konuşmanın bu kadar zor olduğu bu şehirde nasıl oluyor da insanların ses kayıtları olabiliyor?
Yazının devamı...
Narkotik Ankara’yı zehirden temizledi
9 Kasım 2010
Özellikle uyuşturucunun Avrupa’ya geçiş yolu üzerinde bulunan ülkemizde, polisin yaptığı başarılı operasyonlar sayesinde milyonlarca genç zehirlenmekten kurtarıldı ve kurtarılmaya devam ediyor. Bugünkü yazımda sizlere Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ne bağlı Narkotik Bürosu’nun başarılarından bahsedeceğim. Ankara’da uyuşturucu kullanımı, nüfusa oranladığınız takdirde birçok şehrin gerisinde kalıyor. Örneğin, İzmir, Diyarbakır, Samsun, Adana ve İstanbul’da uyuşturucu kullanan kişi sayısı nüfusa göre % 0,05 (on binde beş) olarak tespit edilirken, Ankara’da bu sayı %0,03’e (on binde üç) kadar düşüyor. Uyuşturucuya karşı adeta savaş açan Narkotik Bürosu, son 6 yıldır yapılan operasyonlarda, yaklaşık 5 ton esrar, 200 kiloya yakın eroin ve 20 kilo kokain ele geçirdi. Uyuşturucu ticaretinin engellenmesinin yanı sıra özellikle okullarda gençlere yönelik bilgilendirme toplantıları düzenleyen narkotik polisleri, beş yıl içinde yaklaşık bir milyon öğrenciye ulaştı.
Uyuşturucunun Türkiye’ye giriş yaptığı Van’da bir süre görev yapan Ankara Emniyet Müdürü Zeki Çatalkaya, bu konudaki hassasiyetini sık sık Narkotik Büro’nun çalışmalarına ilişkin bilgileri kontrol ederek gösteriyor. “Uyuşturucu bir milletin genç nesillerini yok etmek için kullanılan en büyük silahtır” diyen Çatalkaya, Ankara’da uyuşturucuya geçit verilmeyeceğini söylüyor.

49 bin ceza yazılamıyor

Radar kameraları faaliyete geçti. Ankara haklına hayırlı olsun. 20 trafik polisi, Varlık Mahallesi’nde kurulan ve uzay üssünü andıran MOBESE merkezinde görüntüleri izleyerek, kural ihlali yapan sürücülere ceza kesiyor. Yani herkesin bildiğinin aksine cezalar sürücülere otomatik olarak değil, yine trafik polisleri tarafından kesiliyor. Bunun sebebini daha önceki yazılarımda anlatmıştım ancak yine tekrarlamakta fayda var.
Kameralar aslında cezayı otomatik olarak plakaya kesmek için yeterli teknolojiye ve donanıma sahip. Fakat, yönetmelikte, “trafik cezalarının sadece polis tarafından elle yazılabileceği” yönünde ifadenin bulunması, mevcut sistemin otomatik olarak ceza kesmesine olanak sağlamıyor. Ankara Emniyet Müdürlüğü, yönetmelikte değişiklik yapılması konusunda İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne başvuruda bulundu. Önümüzdeki günlerde konuyla ilgili gerekli düzenlemelerin yapılarak sorunun aşılacağı yönünde bilgiler aldım. Ama kimse bu konuda tarih veremiyor.
Öte yandan 20 trafik polisi, mesai saatlerinde ancak bin araca ceza kesilebilirken, yönetmelik sorununun aşılmasının ardından kameralarla bir gün içinde yaklaşık 50 bin trafik cezası kesilebilecek.
Emniyette görüştüğüm üst düzey bir yetkili, kameraları izleyen trafik polislerinin, ortalama 10 dakika içinde sadece bir araca ceza kesebildiğini söylüyor. Aynı yetkili, cezanın daha sonra Trafik Şube Müdürlüğü’ne gelip adreslere postalandığına dikkat çekerek şunları söylüyor:
“Şu an uygulanan yöntemin, herhangi bir yolda radar kontrolü yapmaktan farkı yok. Yönetmelik, cezaların kamera sistemiyle otomatik olarak kesilmesi yönünde düzenlenmediği takdirde bu uygulamaya devam edilecek.”
Yazının devamı...
Sokak lambası deyip geçmeyin
2 Kasım 2010
Ancak hırsızlık, gecesini gündüzüne katarak, canı pahasına 24 saat çalışan polisin aldığı önlemlerle bertaraf edilebilecek bir sorun değil. En az onlar kadar vatandaşlarla, kamu kurum ve kuruluşların da büyük görevler düşüyor.

Yılmaz’ın projesi

Halen İzmir Emniyet Müdürü olan Ercüment Yılmaz, Ankara Emniyet Müdürlüğü yaptığı dönemde, hırsızlık sayısının artması üzerine şehirdeki tüm sokakların lambalarının yanıp yanmadığı konusunda rapor hazırlanması talimatını vermişti. O dönemde yapılan araştırmalarda, tam 2 bin 200 sokağın lambasının yanmadığı ya da hiç lamba takılmadığı tespit edilmişti. Yılmaz, araştırma sonrası şehrin yöneticilerine hırsızların özellikle karanlık sokaklardaki evlere girmeyi tercih ettiği bilgisini aktararak, gerekli önlemlerin alınmasını istemişti.
O gün itibariyle yüzlerce sokağa lamba takıldı, arızalı lambalar ise yenilendi. Bu küçük ama çok önemli ayrıntı sayesinde Ankara’daki hırsızlık olayları neredeyse yüzde 20 azaldı.

Gölge bile olmuyor

Bugün baktığımızda, hala şehrin birçok bölgesinde lamba bulunmayan ya da arıza nedeniyle karanlıkta kalan yüzlerce sokak olduğunu görmek mümkün. Akşam karanlığında insanın kendi gölgesini dahi göremediği bu sokaklar, hırsızların öncelikli çalışma sahaları. Hırsızlık olaylarının yüzde 70’nin gece gerçekleştiği istatistiğini göz önünde bulundurduğumuzda, sokak lambalarının ne kadar önemli olduğunu anlamak zor değil.
Özellikle Ümitköy, Beysukent, Çayyolu, Eskişehir Yolu çevresi gibi yeni yapılaşan ve hırsızların iştahını kabartan bölgelerde sokakların acilen aydınlatılması halinde hırsızlık olaylarının daha da azalacağı kanaatindeyim. Başta Ankara Vali Alaaddin Yüksel olmak üzere şehrin ilgili tüm yöneticilerinin bu konuda gereken çabayı göstermelerini temenni ediyorum.

Prova çilesinden herkes rahatsız

GEÇTİĞİMİZ hafta, “Ankaralıların bitmeyen çilesi” başlığı altında AKM’de yapılan bayram provaları nedeniyle yolların kapatıldığını ve şehrin trafiğinin böylece alt üst olduğunu yazmıştım. Yolların kapatılmasının ardından çileden çıkan birçok sürücüyle yazımın ardından görüşme fırsatı buldum. Telefonla ya da elektronik postayla yaşadıkları gergin saatleri anlatan sürücüler, resmi bayramların kutlanması için şehir dışında yer bulunması yönünde hemfikir. Okuyucularımızdan Mehmet Öztürk, yolların kapatılması nedeniyle işine yaklaşık iki saat geç gittiğini anlattığı mesajında, Ankara’nın zaten yoğun olan trafiğinin bu gibi uygulamalar nedeniyle kilitlendiğine dikkat çekiyor. Öztürk, yine aynı bölgede yollar kapatılmadan tören provalarının yapılması gerektiğini ifade ediyor.

Pilot tavsiyesi

Pilot Mehmet Şafak Benadam ise prova günlerinde hasta taşıyan ambulansların dahi yollarda saatlerce beklediğini ifade ederek özetle şunları söylüyor:
“Törenler AKM’de yapılmasına rağmen bakıyorsunuz, Emek Kavşağı dahi trafiğe kapatılmış. Anlam vermek mümkün değil. Araçlar saatlerce trafikte bekliyor. Ambulanslar sirenlerini açmış hastaneye yetişmeye çalışıyor. Trafik santim santim ilerliyor. Harcanan benzinin milli servetimizden gitmesi ise yaşananların başka bir boyutu. Anlayacağınız bayram provalarının yapıldığı günlerde Ankara yaşanır bir şehir olmaktan çıkıyor. Şehri yönetenlerin artık bir çözüm üretmesi gerekir.”
Yazının devamı...